Kur’ân ve Sünnet, İslâm’ın ilim ve amele dayalı kültür ve medeniyet tarihine renk veren iki ana damarıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in tebliğ ettiği İslam, vahiyle gelen mesajların teorik açıklamalarından ya da birkaç inanmış insana emanet edilmiş tavsiyelerden ibaret değildir. Hz. Peygamber’in söz ve fiilleri, ilk ve en güvenilir sem’î-amelî bilgi kaynağıdır. Âlemlerin Efendisi (s.a.v.)’nden ümmetinin âlimlerine intikal eden rivâyet mirasının mü’minleri aynı mânevî çatı altında tutar.
Hadis, başlangıç döneminden uzaklaşan ümmeti kaynaştıran bir araçtır. Sünnet, hem çok kapsamlı, hem de birleştiricidir. Îslâm âlimleri, sosyal hayatı düzenleyici ilim-amel dengesini koruma görevini yürütür. Sünneti ihyâ ve bu ihyâ sürecinde öncelikle İcmâ’ı dikkate alma, toplumsal varlığımızı sürdürmemizin olmazsa olmaz bir şartıdır. Dînin elden çıkışı, sünnetin terkiyle başlar.
Toplumla ilgisi olmayan hadis yok gibidir. Musannef, Câmî ve Sünenler, İslâmî yaşantının Kitab ve Sünnet çizgisinde yürüyebilmesini temin için gerekli olan bilgi ve belgeleri ihtiva eden sosyal içerikli bilimsel kaynaklardır. Müslümanlar için Hadis, kültür bilimin omurgasıdır.
Hadis külliyâtını vazgeçilmez kılan sebepler arasında, onları tasnif edenlerin taşıdıkları yüksek gâyeleri de unutulmamalıdır. İslâm medeniyeti, toplumdan hareketle dîni değil, dinden hareketle toplumu şekillendiren bir yaklaşıma sahiptir.
Adalete dayalı olmayan bir devlet sistemi kalıcı olamaz. Dinin reddettiği çirkinliklerden insanları men etme;
Kur’ân’da mü’minlerin en önemli vasıfları arasında sayılır. Nebevî tavsiyeler, tüm ırk ve dildeki müslümanların aynı davranış kuralları çerçevesinde birleşmesini sağlamıştır. İslâm’da din kardeşliği, kan kardeşliğinden daha önceliklidir.
Bireyden topluma geçişin ilk basamağı ailedir. İslâm toplumu, Allah Resûlü (s.a.v.)’nün peygamberlik ve liderlik vasıf- ları dışında, bir aile reisi, bir koca, bir baba ve bir dede olarak da örnek alınmasıyla ortaya çıkar. Evliliklerde hemen her toplum kesiminde dikkate alınan, eşin malı, soyu- sopu, güzelliği ve dindarlığı gibi hususlar arasında, ilk üçünün sona ereceği, ya da geçerliliğini kaybedeceği zamanlar olabilir.
Günlük davranışlar arasında riayet edilmesi gereken “Allah’ın hakkı” ve “kulların hakkı” olduğu gibi, bir de -Hz. Peygamber’in tabiriyle- “yolun hakkı” vardır. Müslümanın, yürürken, otururken, çalışırken karşılaştığı insanlara güler yüz göstermesi de diğerleri gibi Sünnet’tir. Ticaret ahlâkının, en az ibadet kadar kulluk bilinci gerektirdiğine işaret eden bazı hadisler vardır.
Hz. Peygamber (s.a.v.), insanın rahatlamaya, oynayıp eğlenmeye olan ihtiyacını görmezden gelmemiş, belli bir edep dahilinde eğlenceye izin vermiş, hatta bunu teşvik etmiştir. Eğlencenin (entertainment) başlı başına bir kazanç sektörü haline geldiği günümüzde, eğlendirirken ahlâk sınırlarının aşıldığına sık rastlanır olmuştur. Televizyon seyretme ve internette gezinme alışkanlığının bağımlılığa dönüştüğünü, zaman israfı yanında farz ibadetlerin kaçırılmasına neden olduğunu görülmektedir.
Türk kavminin İslâmlaşma tarihini anlatan kaynaklarda, toplu ihtidâlardan söz eden cümlelerle karşılaşılmaktadır. Bütün Îslâmlaşmaların kalbinde peygamber sevgisi yatar.
Türk-İslâm edebiyatı tarihinde, Hz. Peygamber (s.a.v.)’i konu edinen farklı türde pek çok edebî eser kaleme alınmıştır. Hadis metinlerinin ilk kelimelerinin birbirine yakınlığına göre ve yarı alfabetik metodla tasnif edilen ilk hadis musannefi olan Şihâb, taşımaya elverişli ve ezberlemesi kolay olsun diye birer cümlelik vecîze şeklindeki hadislerden derlenmiştir. Hz. Peygamber’in sözlerinin nazma yedirilerek şiir formunda halkın istifadesine sunumu Osmanlı’da da devam etmiş, uzunca bir süre Cumhuriyet Türkiye’sinde de rağbet görmüştür. XX. yüzyılda geleneksel Kırk Hadis edebiyatının yeniden ve fakat öncekinden farklı bir tarzda gündeme gelişi Necip Fazıl Kısakürek (1984) ile başlar.
İslâm sanatı, İslâm ilkeleri ve inançları üzerinde yükselen bir medeniyetin ifadesidir. İslâm sanatının hüsn- i hat, tezhip, ebrû ya da minyatür gibi alanlara yönelmesi, onun mânevî gayesinin bir sonucudur. Osmanlı padişahları hüsn-i hatta özel bir önem vermek ve hattatları desteklemek suretiyle bu sanatın zirveye ulaşmasına öncülük etmişlerdir.
Şemâil; hadis terminolojisinde, “Hz. Peygamberin beşerî yönünü, yaşama üslûbunu ve şahsî hayatını konu edinen rivâyetler bütünü” için kullanılır. Hilye ise; “Peygamber Efendimizin dış görünüşünü, vücut yapısını ve yaratılış güzelliklerini tarif eden sözlü rivâyetlere” denir. Hüsn-i hat levhaları dışında hadis metinlerinin özenle işlendiği ve halkın göz zevkine sunulduğu bir teşhir mekânı daha vardır ki, bunlar kitâbelerdir. Hadis kitâbeleri, İslâm medeniyetine, Peygamber mührü-nün Anadolu coğrafyasına basılmış silinmeyen damgaları olarak hizmet etmişlerdir.
Günlük yaşantımızı şekillendiren birçok davranışın arka planında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadisleri olduğu muhakkaktır. Çok sayıda hadis, atasözü haline gelerek gündelik yaşantımızda kullanılmaktadır.
Hadislerin atıcılık/okçuluk, binicilik, kılıç ve güreş gibi Türk ata sporları üzerinde belirgin bir etkisi olduğu ve bunların bir ibadet şevkiyle yapılmasını sağladığı görülmektedir.
Ebû Zerr hadisi, Kütüb-i tis‘a içerisinde, Müslim’in Sahîh’i, Tirmizî’nin Sünen’i ve Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde olmak üzere, toplam üç yerde tahrîc edilmiştir. Herhangi bir iyiliği az ve küçük de olsa hor görmemek, İslâm ahlâkının önemli düsturlarından biridir. Gerek âyetler gerekse hadislerde, insanları birbiriyle kaynaştıracak her davranışa, her hayırlı ve sâlih amele (ma’rûfa) değer verilmiş, bunların insana sevap kazandıracağı belirtilmiştir. Allah Resûlü (s.a.v.) tebessümdeki sihire dikkatimizi çekmiştir.