Namaz Kavramı ve Çeşitleri
Namaz, Farsça bir kelime olup Arapça karşılığı “salât”tır. Salât, sözlükte dua etmek, yalvarmak, rahmet etmek gibi anlamlara gelir. Namaz kılan kişiye “musallî” denir.
Hanefî fıkıh bilginlerine göre, namazlar, şer’î hükmü açısından farz, vacip, sünnet ve nâfile olmak üzere dört çeşittir.
Farz Namazlar; farz-ı ayın ve farz-ı kifâî olmak üzere iki kısma ayrılır. Günlük beş vakit namaz ile haftalık cuma namazı farz-ı ayındır.
Vacip Namazlar; yatsı namazından sonra kılınan üç rekât vitir namazı ile ramazan ve kurban bayramlarında ikişer rek‘at kılınan bayram namazları vacip namazlardır.
Sünnet Namazlar; farz namazlardan önce veya sonra Hz. Peygamber (sav)’in sünnetine uyularak kılınan namazlardır.
Bunlara revâtib adı da veriler. Bunlardan bir kısmı sünnet-i müekkede, bir kısmı da sünnet-i gayr-i müekkede olarak isimlendirilir. Gayri müekked sünnetlere müstehab ve mendub da denir.
Nâfile Namazlar; nâfile kelimesi geniş anlamıyla farz ve vacip namazların dışında kalan bütün namazları ifade eder. Sünnet namazlar da bu kapsamda sayılır.
Bir kimsenin namaz ibadeti ile yükümlü olması, farz veya vacip bir namazın bir kimsenin zimmetinde sabit olup ondan sorumlu tutulması için o kimsede bazı şartlar aranır. Bu şartlar şunlardır: Müslüman olmak, büluğ (erginlik) çağına ulaşmak ve aklî melekelerin yerinde olmasıdır.
Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı namaza başlamadan önce, altısı da namazın içinde bulunması gerekir. Namaza başlamadan önce bulunması gereken farzlara namazın şartları, namazın içinde bulunması gereken farzlara da namazın rükünleri denir.
Namazın şartları; hadesten taharet, necasetten taharet, setri avret, istikbal-i Kıble, vakit, niyettir.
Hadesten taharet: Namaz kılacak kişinin vücudunu kirlerden arındırmasıdır.
Necasetten taharet: Namazın geçerli olabilmesi için bedende, elbisede ve namaz kılınacak yerde necis yani dinen pis sayılan ve namazın sıhhatini engelleyecek miktara ulaşan necis maddelerin bulunmaması şarttır.
Setr-i avret: Örtülmesi farz olan, başkalarının bakması câiz olmayan uzuvların örtülmesidir.
İstikbal-i Kıble: Müslümanların kıblesi olan Kâbe-i Muazzama’ya doğru yönelmek demektir.
Vakit: Bir namazın vakti girdiğinde kılınmasıdır. Örneğin sabah namazı imsak vaktinden güneşin doğuşuna kadar kılınmalıdır.
Niyet: Sırf Allah rızası için namaz kılmayı istemeyi ve hangi namazı kıldığının bilincine varmayı ifade eder. Niyet ettim niyet eyledim vakit namazını kılmaya diyerek namaza başlamaktır.
Namazın rükünleri; İftitah tekbiri, kıyam (ayakta durma), kıraat, rüku (eğilmek), secde, ka’de-i ahire (son oturuş).
İftitah (başlangıç) tekbiri: Namaza başlarken alınan tekbirdir. Bu, kişinin kendi işitebileceği bir sesle “Allahu ekber” demesini ifade eder ki, “Allah en büyüktür” anlamına gelir.
Kıyam : Kıbleye karşı el bağlayıp ayakta durmaktır.
Kıraat: Kur’ân’dan Fâtiha sûresini ve buna ilâve olarak bir sûre veya birkaç ayet okumaktır.
Rüku: Ayakta iken eğilip üç kere sübhâne rabbiye’l-azîm demesidir.
Secde: Namaz kılan kimsenin rükûdan sonra kıyama geçmesi ve hemen arkasından yere kapanarak Sübhâne rabbiye’l-a’lâ demesidir.
Ka’de-i ahire: Namazın son rekatından sonraki son oturuşunda tahiyyât okumaktır.
Kıyam, kıraat, rükû ve secdenin tamamlanması ile bir rek’at tamamlanmış olur.
Namazın farzları gibi bazı vacipleri de vardır. Hanefî fıkıh âlimlerinin vacip olarak kabul ettikleri hususların bir kısmı diğer mezheplere göre farz, bir kısmı da sünnet olarak nitelendirilmiştir. Bu vaciplere riayet ile namazın farzları tamamlanmış, noksanları telâfi edilmiş olur. Hanefiler’e göre Namazın Vacipleri şunlardır;
Namazda dinen yapılması farz ve vacip derecesinde olmaksızın yapılması istenen fiiller vardır ki bunlara namazın sünnetleri denir. Bunların terki namazı bozmaz ve sehiv secdesini gerektirmez; fakat bunlara sürekli riayet etmek, Peygamber (sav)’in yolunu izlemede titizlik gösterme anlamını taşır. Hanefîler’e göre namazın sünnetlerinin başlıcaları şunlardır:
Namaz kılarken yerine getirilmesi faziletli kabul edilen ve namazı âdâbı olarak isimlendirilen bazı davranışlar vardır ki bunlara uyulması daha fazla sevap kazanmaya sebep olur. Namazda Allah’ın huzurunda durulduğunun farkında olarak huşû ve tevazu halinde bulunmak bir namaz âdâbıdır.
Namaz kılarken, namazı geçersiz yapmamakla birlikte yapılması dinen hoş
karşılanmayan ve namazın faziletini azaltan söz, fiil ve davranışlara “namazın mekruhları” adı verilir. Hanefîler’e göre mekruh olarak nitelendirilip namazın faziletini azaltan davranışların bazıları şunlardır:
Namaz esnasında yapılmaması yani kaçınılması gereken durumlar vardır ki, bunlara “namazın müfsidleri” adı verilir. Bunlardan birinin bulunması halinde de namaz geçersiz yani fâsid/bâtıl olur. Hanefîler’e göre başlanmış bir namazı bozan durumların başlıcaları şunlardır:
Namazı bozmak bazı durumlarda vacip, bazı durumlarda müstehab, bazı durumlarda da câiz olabilir. Hiç şüphesiz, namaz kılanın kendisi veya başkası için can ve mal kaybının veya tehlikesinin söz konusu olduğu durumlarda başlanılmış bir ibadetin bozulması vacip olur. Mesela, bir yangını söndürmek, acil bir hastayı hastaneye götürmek ve yırtıcı bir hayvanı savmak için namazı bozmak gibi.
Bazı vakitler vardır ki, bu vakitlerde namaz kılmak yasaklanmıştır. Bu vakitlere “mekruh vakitler” veya “kerâhet vakti” denir ve şunlardır:
Her Müslümanın namazı câiz olacak miktarda Kur’ân-ı Kerim’den ayet ve sûreler ezberlemesi farz-ı ayındır. Kur’ân-ı Kerim’den ayet ve sûreler ezberlemesi farz-ı ayındır. Fâtiha sûresi ile diğer bir sûreyi ezberlemesi ise, vaciptir ki, bununla namazın bir rüknü olan kıraat farzı da yerine getirilmiş olur. Kur’ân-ı Kerim’i okumadaki bir hataya, okuyanın sürçmesine “zelletü’l-kârî” denir. Kur’ân-ı Kerim’in bir kelimesi kasden değiştirilir ve bununla da anlam değişirse, böyle bir okuyuşla namazın bozulacağı konusunda görüş birliği vardır.
Ezan, sözlükte bildirmek demektir. Dinî terim olarak ise ezan, farz namazların vaktinin girdiğini bildirmek için, yüksek sesle okunan, belirli mübarek sözleri ifade eder.
Ezanın meşruiyeti Kur’ân, Sünnet ve icma ile sabittir. Hanefî mezhebindeki yaygın kanaate göre ezan erkekler için vacip derecesinde sünnet-i müekkededir. Ezan okuyan kişiye müezzin denir.
Ezan sesini duyan her Müslümanın, ezana icabet edip her bir cümlede müezzinin okumasının ardından onun sözlerini tekrar etmesi müstehaptır.
Sözlükte, “cemaat”, insan topluluğu demektir. Fıkıhta ise, cemaat, içlerinden birini imam yapıp birlikte namaz kılan topluluğu ifade eder. Cemaatle kılınan namazda kendisine uyulan kişiye imâm ve bu kişinin görevine de imâmet denir. İmama uymaya “iktidâ”, “ittibâ” adı verilir ki, bu kişiye de muktedî, müttebi, me’mûm ve mü’tem gibi adlar verilir. Tek başına namaz kılana da münferid denir. Sözlükte, “yetişen”, “kavuşan” anlamına gelen müdrik kelimesi, fıkıh terimi olarak namazın başından sonuna kadar imama uyup bütün rek‘atları onunla birlikte kılan kimseyi ifade eder. İmama ilk rek‘atın rükûunda yetişen kimse de müdrik adını alır. Namaza imamla birlikte başladığı halde kendisinde uyku, dalgınlık, aşırı kalabalıktan dolayı sıkıntı veya abdestin bozulması gibi bir durum meydana gelmesi sebebiyle namazın tamamını veya bir kısmını imam ile kılamayan kimseye lâhik denir.
Cemaatle namaz kılmak, ezan gibi, İslâm’ın sembol (şiâr) hükümlerinden biridir. Cemaatle kılınan namaz ile Müslümanların birliği, birbirlerine bağlılığı gösterilmiş olur, Müslümanlar arasında sevgi ve dayanışma duygusu uyanır, bilmeyenler bilenlerden istifade eder.
Peygamber (sav) Efendimiz, namazda safların düzgün ve sık olmasına büyük bir önem vermiş ve Müslümanları günde beş defa Allah’ın huzurunda bir araya getiren namazın belirli bir düzen içinde kılınmasının esaslarını bildirmiştir.
Namazda imam olmak ve imamlık etmek için aranan başlıca şartlar şunlardır: Müslüman olmak, bâliğ olmak, akıllı olmak, namazın câiz olabileceği kadar sûre ve ayeti ezberden okuyabilmek, erkek olmak ve özürlü olmamak.
İmam olan kişinin, cemaat içinde yaşlı, hasta ve ihtiyaç sahiplerinin bulunduğunu dikkate alması ve cemaate ağır gelecek şekilde namazı uzatıp insanları cemaatten uzaklaştıracak davranışlardan kaçınması gerekir. Öte yandan imamın, namazı usûl ve âdâbına uygun olmayan bir tarzda acele kıldırması da mekruhtur. Cemaatle namaz kılan kişinin, hem namaza hem de imama uyduğuna niyet etmesi gerekir.
Mescid, cami; Müslümanların ibadet etmelerine tahsis edilmiş mekânı, Allah’a ibadet edilen yeri (mâbet) ifade eder. Mescitlerin büyüğüne ise câmi adı verilir. Câmi, sözlükte toplayan, bir araya getiren anlamına gelir ki, bu, el-mescidü’l-câmi’(büyük cemaatleri toplayan mescid) tamlamasının kısaltılmış şeklidir. Mescidler, tevhid inancının sembolü olan Kâbe’nin bir şubesi olup buralarda yalnız Allah’a ibadet edilir. Bu yüzden mescitlerin büyük bir şerefi ve fazileti vardır.
Namaz kılınacak yerin temiz olması namazın şartlarından biri olduğu için cami ve mescitlerin temiz tutulması müminler üzerine başta gelen bir görevdir.
Bir kişinin kendi mahalle mescidinde namaz kılması, mahalle sakinlerinin birbirleriyle kaynaşmasını sağladığı için başka mescidlerde namaz kılmasından daha faziletlidir. Bununla birlikte, bu kişinin daha bilgili, daha liyakatli imamı bulunan başka bir mescidde namaz kılması bilgisinin artmasını sağlayacağı için daha faziletlidir.
Bir namazı vaktinde kılmaya “edâ”, herhangi bir sebeple bozulan bir namazı yeni baştan kılmaya “iâde”, vaktinden sonra kılmaya da “kazâ” denir. Vaktinde kılınmayan beş vakit namazın kazâsı farzdır. Vitir namazının kazâsı da vaciptir. Mazeretsiz kılınmayan kazâya kalmış namazların evde kılınması daha iyidir. Çünkü günahları gizleyip teşhir etmemek ve böylece yaygınlaşmasını önlemek gerekir.