Vahiy terim olarak “Yüce Allah’ın insanlara ulaştırmak istediği mesajlarını Peygamberlerine, alışılmışın dışında gizli bir yolla süratli bir şekilde bildirmesidir” şeklinde tanımlanmaktadır. Resulüllah (sav)’a ilk vahiy Hira Mağarası’nda inmiştir.
Peygamberler, Allah’tan aldıkları vahiyleri insanlara tebliğ etmekle yükümlüdürler. Bu, onların insanlarla iletişim kurması demektir. Fakat tebliğ eden (elçi) ile kendilerine tebliğ edilen (muhâtap) arasında iletişimin sağlanabilmesi için şu iki şartın olması gerekir:
İslâm âlimleri vahyi, metlüv (okunan) ve gayr-i metlüv (okunmayan) olarak ikiye ayırmışlardır. Bu hususta Cüveynî’nin taksimi şöyledir:
Şura suresinin 51. ayetinde vahyin üç şekilde gelebileceği belirtilmektedir. Bunlar;
1. Allah’ın iletmek istediği mesajları peygamberinin kalbine doğrudan bırakması/yerleştirmesi.
2. Vahyi peygamberine bir perde arkasından bildirmesi. Hz. Mûsâ’ya ağaçtan nidâ etmesi bu tür bir vahiy çeşididir.
3. Vahiy getirmekle görevlendirdiği bir meleği elçi olarak göndermesi. Kur’ân bu şekilde yani, Cebrail vâsıtası ile indirilmiştir.
Vahyin Hz. Muhammed (s.a.v)’e geliş şekilleri;
Vahiy esnasında Hz. Peygamber (sav)’de şu haller meydana gelmiştir:
Bu tür maksatlı iftiralarını çürüten delillerden bazıları şunlardır:
Tıbbî olarak sabittir ki saralı, nöbet esnasında idrak ve düşünme kabiliyetini tamamen kaybeder; gerek kendisinde ve gerekse çevresinde olup bitenlerden haberi olmaz. Vahiy esnasında Resûlullah ise şuur ve idrakini hiç kaybetmemiştir.
Hz. Muhammed (s.a.v.) ümmi olduğu için kendisine indirilen vahiyleri okuma-yazma bilen sahabelere yazdırmış ve bu kişiler vahiy katipleri olarak adlandırılmıştır. Bu katipler vahiyleri ilk olarak ağaç yaprakları, taşlar, kürek ve kaburga kemikleri, deri, bez ve parşömen parçaları üzerine yazmışlardır. Resullulah’a 23 yıl süren vahiy inme sürecinde çeşitli sebeplere binaen, farklı zaman ve zeminlerde indirilen vahiyler için durumlarına göre; Es-Seferi, En-Nehari, El-Leyli, Es-Sayfi, Eş-Şitai, El-Firaşi, El-Ardi ve Es-Semai gibi özel isimler verilmiştir.Vahyin Yüce Allah’tan Hz. Peygamber (sav)’e iniş aşamaları ilk olarak Levh-i Mahfuz’a, oradan Beytü’l-İzze’ye ve oradan da Hz. Peygamber (sav)’e inmesi şeklinde gerçekleşmiştir.
Kur’an’ın Hz. Peygamber (sav)’e bir bütün olarak değil de parça parça indirilmesinin birçok hikmetlerinden bazıları şunlardır:
Kur’an’ın mushaflaşma sürecinde izlenen ilk adım Kur’an’ın ezberlenmesi olmuştur. İlk olarak Hz. Peygamber (sav) inen ayetleri kendisi ezberliyor ve ardından sahabelere okuyordu. O’nu dinleyen sahabe ise hem dinlediklerini yazıyorlar hem de yazdıkları bu metinleri ezberliyorlardı.
Hz. Peygamber (sav) ümmi olmakla birlikte kendisi eğitime büyük önem veriyor ve Kur’an ayetlerinin titizlikle yazılı hale getirilmesini önemsiyordu. Resûlullah (sav) vahyin yazılmasına öyle bir itina gösteriyordu ki yazılan metinleri vahiy kâtibine yüksek sesle tekrar okutturuyor ve herhangi bir hata, eksiklik veya fazlalık varsa hemen düzelttiriyordu. Resulullah (sav)’ın onayı alındıktan sonra ayet metinleri yine onun emri ile çoğaltılıyor ve muhafaza ediliyordu. Asıl nüshalar ise Resulullah (sav)’a teslim edilerek Hane-i saadetlerinde muhafaza ediliyordu.
Her ne kadar vahyedilen bütün ayetler yazılı hale getirilmiş olsa da bu metinler bir cilt haline getirilmiş değildi. Fakat Yemame savaşında Kur’an’ı baştan sona ezberlemiş olan birçok Sahabenin şehit edilmesi ile Kur’an’ın bir cilt halinde toplanması gerektiği düşünülmüştür. Kendisi uzun süre vahiy katipliği yapmış olan, aynı zamanda Kur’an ayetlerinin hepsini ezbere bilen ve zekası ve güvenilirliği ile ön plana çıkan Zeyd b. Sabit (ra) başkanlığında bir heyet kurularak Kur’an-ı Kerim ayetleri bir cilt olarak bir araya getirilmiştir. Hz. Peygamber (sav)in vefatından altı ay sonra başlayan Kur’an toplama faaliyeti yaklaşık olarak bir yıl kadar sürmüş ve toplanan bu nüshaya Mushaf adı verilmiştir.
Hz. Osman’ın hilafeti döneminde İslam toprakları bir hayli genişlemiş ve Müslümanlar yeryüzünün farklı yerlerine dağılmışlardır. Bu durumda da her şehrin ahalisi aralarında bulunan sahabinin öğrettği kıraat ile Kur’an’ı öğrenmişler ve böylece şehirler arasında kıraat farkları meydana gelmiştir. Bu durumu öğrenen Hz. Osman Kur’an’ın çoğaltılmasını ve çoğaltılan Mushaf’ın İslam merkezlerine dağıtılmasını sağlamıştır.
Hz. Osman, Kur’ân’ı çoğaltacak olan heyete, şu prensiplere göre çalışmaları talimatı vermiştir:
Hz. Osman (ra) döneminde çoğaltılan Mushaflar, noktasız ve harekesiz olarak yazılmıştı. Bunun nedeni ise, noktasız ve harekesiz yazıyla Kur’ân’ı çeşitli kırâat vecihlerine göre okuyabilmekti. Ancak hicrî birinci asrın ikinci yarısından itibaren Arap olmayanların İslâm’a girmeleri ve bunların Arapça’ya vâkıf olmamaları nedeniyle Kur’ân’ı yanlış okuma hâdiselerine rastlanmaya başlanmıştır.
Bunun üzerine rivayete göre Ebû’l-Esved ed-Dü’elî Abdu’l-Kays’dan olan bir kâtibe, “bir eline Mushaf’ı, diğer eline de mürekkep renginden farklı olan bir boya al, bir harfi fetha okuduğumu duyunca onun tam üstüne, kesre okuduğumda altına, ötre okuduğumda önüne veya ortasına birer nokta, tenvinli okuduğumda ise iki nokta koy” şeklinde talimat verdikten sonra Kur’ân’ı yavaş yavaş okumaya başladı. O okudukça kâtip de noktaları koyuyordu. Noktalanması tamamlanan sayfayı kâtip Ebû’l-Esved ed-Dü’elî’ye veriyor, o da bu sayfayı kontrol ettikten sonra devam ediyorlardı. Bu iş, Kur’ân’ın noktalanması bitinceye kadar devam etmiştir.
Ebû’l-Esved ed-Dü’elî’nin koyduğu bu noktalar hareke yerine konan noktalardır. İlgili kaynaklara göre bu noktalar tarihte ilk defa Ebû’l-Esved ed-Dü’elî tarafından îcâd edilmiştir. Sonra Kur’ân’a, yazılış şekilleri birbirine benzeyen harfleri birbirinden ayırmak için noktalar konmuştur. Mevcut bilgilere göre bunun tarihi, mîlâdî 267 yılına kadar geriye gitmektedir. Daha sonra Halil b. Ahmed Kur’ân’a, bugünkü harekeleri koymuştur.
Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, hareke yerine konan noktalarla, şekilleri birbirine benzeyen harfleri birbirinden ayırmak için konan noktalarda farklı renkte mürekkep kullanılmıştır. Şekilleri birbirine benzeyen harfleri birbirinden ayırmak için konan noktalar siyah, hareke yerine kullanılan noktalar ise önceleri kırmızı, sonraları sarı ve yeşil, nadiren de mavi renk mürekkeple konmuştur. Böylece, okuyuşta en ufak bir karışıklık meydana gelmesi önlenmiştir.
Resmü’l-Mushaf’ı, “Kur’ân’ın kelimelerinin ve harflerinin yazılışında Osman b. Affân’ın tasvip ve tercih ettiği imlâ şekil ve tarzı” diye tanımlamak mümkündür. Buna Resm-i Osmânî de denmektedir. Hz. Osman döneminde Mushaf çoğaltılırken bu günkü yazım kurallarından farklı bir yazı stili kullanılmıştır. Bu farklılıklardan bazıları şunlardır: