Hadislerde İlim ve Amel İlişkisi

admin
Kasım 27, 2019

İslâm Medeniyetinin Bilgi ve Düşünce Geleneği

İslâmın tarihi, ilim, bilgi ve amele dayalı bir medeniyetin tarihidir. Bu medeniyette bilimsel sürece yol açan bilgi geleneği, ilmi yücelten ve onu imandan sonra en büyük fazilet olarak gören vahiyle başlar. İlim kelimesi Kur’ân ve Sünnet’te öylesine çok vesileyle ve çok sayıda vurgulanmıştır ki, bu durum İslâm toplumunu oluşturan dünyagörüşünün “Bilgi temelli”olduğuna dair hiçbir şüphe bırakmamaktadır.

Varlık tasavvurunun ve âlem yapısının merkezine önce ‘tevhîdi’ ve Allah inancını sonra zorunlu olarak ’nübüvvet’ kurumunu yerleştiren İslâm vahyi, var olmanın kaçınılmaz sonu olan “âhiret” kavramınıda nihâi hedef olarak belirler. İslâm medeniyetini şekillendiren bu üç temel unsur, Kur’ân’ın muhataplarına sorduğu sorular, sunduğu hakikatler ve yönelttiği emirlerle birleşerek müslüman bireyin zihninde Hakikatin bilgisine ulaşma özlemine yol açmış ve güçlü bir merak fırtınası yaratmış; ilme dayalı yeni bir dünyagörüşünün oluşumuna zemin hazırlamıştır. Bu bilinç düzleminde, vahyin ve varlığın başı Bilgi iken , varlıkların sonunu getirecek olan kıyâmetin alâmeti de bilgisizliktir.

Bilgiye ulaşma yolunda cehd ü gayret sarfedenler ve Allahın bildirdiklerinden nasiplenenler, bilmeyenlerle bir değildir.Şu halde İslâm’ın Bilgi nazariyesine göre bilginin peşinden gitmek, bilmek ve öğrenmek, Mutlak bilginin kaynağı olan Allah’a imanı artıran ve O’na yaklaşmaya vesile olan/olması gereken bir erdemdir.

Sıradan/tecrübî bilginin ötesindekini bilenler ve gerçeğin bilgisini elde edenler, vahye muhatap olan peygamberlerdir. Bu yüzden, akletmeye, düşünmeye ve bilmeye yönelik ilâhî teşviklerle başlayan öğrenme arayışının yanlış yöne sürüklenmemesi ve hedefinden sapmaması için müslümanların önüne bir öğreten/muallim olarak Hz. Peygamber (s.a.v.) konulmuş, yeni dünyagörüşünün bilgi yapısı Peygamber aracılığı ile oluşturulmuştur.

Kurân ve Sünnetin çizdiği çerçeveye göre, vahyin aydınlığında aklını kullanarak bilgiye ulaşma çabası içine giren bir ilim adamı, tarafsızlık ve objektiflik adına elde ettiği bilgiye lâkayt kalan kimse değildir. Onun bilgisi, vahiyle gelen mutlak ilim ile kaynaşmış sadece zihnî bir durum değil, aynı zamanda davranışlara ve hayata da yansıyan/yansıması gereken zihnî bir varoluş düzeyidir. İslâmın dünya görüşü bu niteliği, ilmi ile âmil olan âlim.

Bir bilgi geleneği, öncelikle ahlâkî ve daha sonra fikrî düzeyde meydana gelen mücadeleler sonucunda ortaya çıkar. Ahlâkî olgunluk elde edilmeden ilmî üstünlüğe erişmek mümkün değildir. Mensuplarını bilimsel faaliyetlere yönlendirecek olan bir dünyagörüşünün dayandığı temel de yine ahlâktır.

İslâm medeniyetinde öncelikli olarak ahlâklı olma ve ahlâkı yayma işini üzerine alanlar; ilim öğrenmek için yola çıkan, öğrendiğini öğreten, öğretirken yaşayan ve sözü yaşantısına uyan âlimlerdir.

Geriye doğru bakıldığında, İslâm medeniyetinin Bilgi ve Düşünce geleneğini ‘özgün’ kılan üç önemli özelliğinden söz edilebilir:

  1. İslâm inancı getirmiş olduğu gayet kapsamlı ve tutarlı bir varlık telakkîsi ile Müslümanlara yeni bir ben-idrâki sunmuştur.
  2. Bu idrâkin oluşturduğu özgün prototip, bilgi üretimini yönlendiren ve şekillendiren bir ilmî geleneğin inşası konusunda bir başka prototipin çıkışına zemin hazırlamıştır.
  3. Özgün ben-idrâki ve ilmî önderlik prototipi, hem o güne kadar ortaya çıkan bilgi birikiminin yeniden örgülendirilmesi sürecini başlatmış hem de yeni bilgi disiplinlerinin ortaya çıkışını sağlamıştır.

Kur’ân ve Sünnet’te İlim ve Amel

İlmin Fazileti

Sözlükte “bilmek” anlamına gelen ve genellikle “bilgi, bilim” karşılığında kullanılan ilm ( علم ) kelimesi, isim, fiil, sıfat halleriyle ve türevleriyle, büyük çoğunluğu Allah Teâlâ’ya izafe edilmiş olarak Kur’ân-ı Kerîm’de 770 e yakın yerde geçer. Bu sayı, bilginin ve bilme faaliyetinin Kurân mesajı bakımından önemini ortaya koymaktadır

Kurân, Allah tarafından kalplerine mühür vurulmuş olmakla nitelenen“bilmeyenler”den ifadesiyle altı kez, buna mukabil “bilenler”den, “ الَّذِينَ أُوتُواْ الْعِلْمَ ” ifadesiyle dokuz kez bahseder; ilim sahiplerinin büyük bir fazilete nail olduklarını bildirir: ‘Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltir’ buyurur.

İslâm toplumu ve medeniyetinin benimsediği değerler sisteminin devamlılığı ilme bağlı olduğu için, Hz. Peygamber (s.a.v.) ilmi yüceltmiş ve onu tahsile teşvik etmiştir. Kur’ân’ın ilmin anlamı, önemi ve işlevine yaptığı vurgu, daha açık ve ayrıntılı bir biçimde Allah Resûlünün hadislerine de aksetmiştir.

Peygamberimizin sîret ve sünnetine dair anekdotları araştırdığımızda, bu misyonu kendisinin de ayrıca tasdik ettiğini görürüz.

Hadislerde ilim tahsiline yönelik emir, tavsiye ve uyarıların genel muhtevası, aşağıda görüleceği gibi, daha çok gaye ve kullanım ile ilgilidir. Hz. Peygamber bilginin bizzat kendisinden çok, yararlı olup olmadığı ile ilgilenmiş; bilgi sahibinde bulunması gereken niyet, edep, fazilet gibi itikâdî ve ahlâkî değerler üzerinde durmuştur.

Hadis ve Sünnet; itikad, ibadet, muâmelât ve ukûbâta dair bütün dînî bilgileri kapsadığından, Akâid de Fıkıh da esasen onun içindedir, onun ürünüdür. Disiplinler halinde ayrışma sonradan ortaya çıkmıştır. 8. Emevî halîfesi Ömer b. Abdilazîz (101/719) resmî anlamda ilk kez hadis toplama faaliyetini başlatan kişi olmuştur.

İslâm medeniyetine damgasını vuran iki tarihî gerçek:

  1. İslâmın ilim anlayışını modern bilimin günümüzdeki bunalımlı duruşundan ayıran temel fark, bütün İslâmî ilimlerin birbirine son derece bağlı ve kenetlenmiş yapısıdır. Bu medeniyet yelpazesinde hiçbir ilim, diğer ilimlerin oluşturduğu kuşatıcı ve iç tutarlığa sahip sistemden bağımsız olmamış ve ona kayıtsız kalarak gelişmemiştir.
  2. İslâm düşünce tarihi içinde “bilgi”nin tanımını, kaynağını ve sınıflandırılmasını, İslâmın varlık telakkîsinden soyutlamak imkansızdır. Varlık düzlemindeki yaratan ve yaratılan arasındaki mutlak farklılık, bilgi düzlemindeki mutlak ayrışmayı da belirlemiş, bu bilgi hiyerarşisi Müslüman zihniyetin temel özelliği olmuştur.

Hadislerde İlim

Dünya üzerinde hiçbir din ve kültür, ilim tahsilini herkes için zorunlu görmemiştir. İslâm kültür ve medeniyetini diğer medeniyetlerden farklı ve üstün kılan taraf, İslâm peygamberinin ilim ile ibadeti aynı kefeye koyarak;

‘İlim öğrenmek her müslüman üzerine farzdır’ buyurmuştur.

İlmin, Allah katında dünyaya değer katan şeylerden biri ya da birincisi olması, insanlığa yol gösteren İlâhî mesajların ancak onu elde eden âlimler sayesinde doğru anlaşılacağı ve düzgün yaşanacağındandır.

Hz. Peygamber’in onlarca rivâyetle bize kadar ulaşan sözlerinde ilmin bu denli teşvik edilmesi, özellikle İslâmın ilk asırlarında âdeta bir ilim ordusunun teşekkülüne vesile oldu.

Amelin Fazileti

Dinî literatürde; “emir, tavsiye ve yasaklara konu olan, sonunda ceza veya mükâfat bulunan tutum ve davranış” anlamındaki amel, insanın her türlü iş ve eylemini kapsayan fiil kelimesine göre daha dar kapsamlıdır. Amel için, nitelikli fiil tanımlaması yapmamız da mümkündür. Bu kavrama, yerine göre sesli-sözlü ifadeler ve kalpten geçirilen iyi-kötü niyetler de dahildir.

Sâlih amel”; “Allah’a ve elçisine iman ettikten sonra, O’nun rızası gözetilerek yapılan, her doğru, güzel, faydalı, hayırlı iş ve davranış” anlamı taşır.

Ehl-i sünnet akîdesine göre bir kimsenin iyi ameli ve ibadeti ne kadar çok olursa olsun bu sayede cennete giremez. Cennete amel ve ibadetle değil Allah’ın kerem ve lütfu ile girilir. Amel, Cennet’e girmenin karşılığı değil, vesîlesidir. Hz. Peygamber (s.a.v.); “Kendim de dahil olmak üzere amel hiçbir kimsenin cennete girmesini temin etmez” buyurmuşlar , Hz. Âişe’ye hitaben “Kim iyice hesaba çekilirse, mutlaka azap görür” uyarısında bulunmuşlardır.

Hadislerde Amel

Peygamber Efendimizin, her birini birer kurtuluş vesilesi sayarak emir ve tavsiye buyurduğu sâlih ameller, farzlardan nâfilelere, geniş bir ibadet yelpazesine yayılmış olarak karşımıza çıkar. Hepsi de Allaha iman etmiş olmanın bir gereği olarak davranışlarımıza yansır.

Kalbî ve zihnî boyut, amel-i sâlih kapsamına giren diğer herşeyin önüne alınmış olmaktadır. İslâmın bu prensipten hareketle tesis ettiği amel nazariyesine göre, kâinatın yaratıcısına tam bir teslimiyetle boyun eğip iman etmeksizin yapılan güzel görünüşlü hiçbir amel gerçekten sâlih sayılmaz.

Güzel davranışlar kadar güzel sözlerin de “amel” kapsamına girer.

Hadislerde İlim ve Amel Bütünlüğü

Kurân âyetlerinde ilmin ve âlimlerin faziletine, sâlih amellere sarılmanın gerekliliğine ağırlık verilirken, Hz. Peygamberin hadislerinde bunlara ilave olarak ilimle amel konusunun üzerinde önemle durulur

Kendisi yaşamadığı halde başkalarına ilim ve iyilik öğretenler hakkında Hz. Peygamber (s.a.v.) ‘İnsanlara hayrı öğreten ve fakat kendi nefsini unutan âlim, insanları aydınlatırken kendini yakan kandile (kandil fitiline) benzer.’ buyurmuştur.

İlimle amel edilip edilmediği veya onun doğru yerde kullanılıp kullanılmadığı, sadece âlimlere mahsus olmayıp, Hesap gününde herkese yöneltilecek bir imtihan sorusudur.

Vahiyle gelen ilmin ilk öğrencileri olan ashâb-ı kirâmın da, sonraki neslin ilim yolcuları için aynı anlama gelecek uyarı ve nasihatlerde bulunur.

Hadis kaynaklarında, ilmi Allah rızası dışında başka bir niyetle tahsil etme ve kötüye kullanma konusunda bazı rivâyetler bulunmaktadır. Abdullah b. Ömer (r.a.)’in rivâyet ettiği bir hadiste Peygamber Efendimiz şöyle buyururlar:

‘Kim ilmi Allah’tan (Allah’ın rızasından) başka bir şey için elde eder ve onunla Allahtan başkasını isterse, Cehennemde oturacağı yere hazırlansın’.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in nebevî mesajlarından hareketle, ilim dünyamızın en büyük ihtiyaçlarından ve en kapsamlı meselelerinden birinin; dînin sadece imandan, ilmin sadece bilgiden ibaret olmadığı şuurunu taşıyan, bilgili, bilinçli, donanımlı, yetkin… ama mutlaka ilmi ile âmil, ahlâklı ve ihlâslı ilim adamı tipinin üretilmesi olduğunu söyleyebilir.

DHBT Sınavı
22.09.2024
0
Gün
0
Saat
0
Dakika
0
Saniye