Tefsir: Allah’ın kelamı olan Kuran’ı Kerim’in anlaşılma ve açıklanma faaliyetidir. Kuran, Allah sözü olduğu için, insani bir bakışın ötesinde Allah’ın sözünü aççıklama çabası olmasından dolayı tefsir faaliyetleri oldukça kritiktir. Bu bakımdan tefsir hassas bir ilimdir. Tefsirde, birinci olarak ifadelerin sözlük anlamları ortaya konulacağı gibi, ifadelerin arkalarında yatan manaları da açıklama çabası da tefsirin bir diğer boyutudur. Bu açıdan müfessirler, kelimelerin altında yatan anlamlara kendilerini götürecek manalara çok öenem vermişlerdir. Bu bakımdan tefsir kendine özgü terminolojisi ile bir ilim alanı olarak ortaya çıkmıştır.
Tefsir: Köken itibariyle, keşfetmek, üzerindeki örtüyü açmak, beyan etmek gibi anlamlara gelmektedir. Kuran tefsiri ise: kurandaki ifadelerin manevi anlamlarını ortaya çıkarma faaliyetidir. Bu açıdan müfessirler, Arapçanın bütün dilbilimsel unsurlarından yararlanarak ve belagatını iyi bilerek tefsir faaliyetine başlamalıdır. Buradan yola çıkarak, tefsir tek bir manaya ulaşma çabasıdır. Yoksa, çelişen anlamları uzlaştırma girişimi değildir. Bu açıdan Hazreti Peygamber (sav)’den doğrudan aktarılan anekdotlardan yararlanılmaktadır.
Tevil: köken olarak aslında döndürmek anlamına gelmektedir. Tefsir açısından ise: birden fazla anlamı karşılayabilecek bir ayeti mevcut durumdaki kuvvetli deliller yardımı ile alabileceği en kuvvetli manaya döndürmek anlamına gelmektedir. Eğer bir ifadenin anlamı tek ise, o durumda tevil yapılmaz, tefsir yapılabilir. Ancak bu kelime Kur’ân bütünlüğü içerisinde farklı anlamlar ifade etmektedir:
Ancak bu kelime Kur’ân bütünlüğü içerisinde farklı anlamlar ifade etmektedir:
Bir ayetin manası açıksa tevil uygun olmaz. Ancak, birden fazla anlama gelebilen ve birbiriyle çelişiyor gibi duran ayetlerin uzlaştırılmasında ve ortak bir hükme ulaşılmasında tevil gerekmektedir. Bu açıdan tevilin şartları şu şekildedir:
Görüldüğü gibi yukarıda belirtilen tevilin şartları; dilin kullanımı, örfi boyutu ve hükümsel karşılığına ilişkin şartlardır. Bu şartlar aracılığı ile objektiflik sağlanmaya çalışılmıştır. Ancak günümüzde bu ölçütleri kontrol edecek bir koordinasyon birimi bulunmamaktadır.
İslam literatüründe üç çeşit tevil görülmektedir. Bunlar, beyani, burhani ve irfani tevsirlerdir.
Tedebbür: Kuran’a sıkı bir şekilde odaklanarak Kuran’ı okumaktır.
Teemmül: dış dünyada soyutlanarak ebedi ve ezeli hakikatlere ulaşma çabasıdır.
Tefekkür: eşyanın yaratılış hikmeti ve genel anlamda yaratılışın sırları üzerine fikir yürütmektir.
Genel anlamıyla bakıldığında, irfani tevil kalp ile ulaşıldığı, keşif, sezgi gibi metotlardan yararlanıldığı için öznellik taşımaktadır. Sufilerin tefsirleri buna örnek gösterilebilir. Burada belirtilen üç tevil türünden en uygunu beyani tevildir. Beyani tevil aklı naklin önüne geçirmemektedir.
a. Tefsir Hazreti Peygamber (sav)’e dayandığı için kesindir, tevil öznellik barındırmaktadır
b. Tefsir lafızda, tevil ise manada olur
c. Tefsir hakikate işaret ettiği için tek bir anlam, tevil yoruma dayandığı için birden çok anlam olabilir
d. Tefsir hakikat aracılığı ile açık olan anlamları, tevil ise içsel anlamları ortaya çıkarmaktadır
e. Tevil yalnızca semavi kitaplarda kullanılır, tefsir ise diğer kitaplarda da kullanılabilir
Özetle tevil ve tefsir arasındaki farklar yukarıda belirtilmiştir. Bu türden farklar olsa da günümüzde iki kavram birbiri yerine kullanılabilmektedir. Kuranı açıklamaya çalışanlara müfessir, bu faaliyete de tefsir denilmesi bu duruma örnek gösterilebilir.
Sözlük anlamı olarak, bir dilden başka bir dile çeviri yapmaktır. Duyguları anlamak, aynı dildeki ifadeleri açıklamak da tercümenin anlamları arasında görülebilir. Kavramsal anlamı ise, iki dil arası çeviri sürecinde ifadesel anlamda denklik sağlamaktır. Tercüman çeviri yapan, mütercim ise tercüme yapılmış üründür. Bu açıdan tercüme sözlü, müterccimlik ise yazılı olarak yapılmaktadır.
En genel anlamıyla Tercüme, harfi tercüme ve tevsiri tercüme olarak ikiye ayrılmaktadır. Harfi (lafsi) tevsirlerde, orijinal dildeki söz dizimi korunarak birebir tercüme yapılır. Ancak bu belagatten dolayı Kuran tercümesinde yapılamamaktadır. Çünkü anlamsal açıdan yanlışlıklara yol açabilmektedir. Bu açıdan kuranın belagati, fesahati, ve icazı göz önüne alınarak tam bir harfi tercümesinin yapılması mümkün değildir.
Tefsiri tercüme: asıl dilden metnin niteliklerini de göz önüne alarak, şerh ve açıklamalar aracılığı ile tercüme yapmaktır. Bu tercüme tarzında önemli olan, tercüme edilecek metindeki gaye ve maksatların doğru bir şekilde ifade edilebilmesidir. Yani harfi tercümenin temel vasfı sayılan nazmında ve tertibinde asla benzeme şartı bu tercüme tarzında aranmamaktadır. Bundan dolayı tefsîrî tercüme, lafzî tercüme kadar zor bir tercüme değildir. İşte bu özelliği sebebiyledir ki günümüz tercümelerinde daha çok tefsîrî tercüme yapılmaktadır. Bu söylediğimiz esasen genel anlamdaki tercüme için söz konusudur. Şayet Kur’ân’ ın tercümesinden söz edilecek olursa, bu durumda zorunlu olarak harfî değil, tefsîrî tercüme akla gelir. Tüm bunlar göz önüne alındığında kuranın hakkıyla terccümesi mümkün değildir. Bu durumun sebepleri somutlanması adına aşağıda maddeler halinde verilecektir.
Kur’ân’ ın fesâhatı, belâgatı, üslubu bakımından olan icazı onun nazmı vasıtası ile tecelli etmektedir. Tercüme ile bu nazım ortadan kalkınca Kur’ân’ ın icazından da söz etmek mümkün olmayacaktır. Kur’ân’ ın nazmı, onun çeşitli kırâat vecihleriyle okunmasına imkan tanımaktadır. Bu kırâat vecihleriyle de çeşitli nükteler ve incelikler ortaya çıkarmak mümkündür. Kur’ân’ın tercümesi ise kırâat vecihlerine, dolayısıyla onların ortaya koyduğu nüktelere imkan vermemektedir.
Arapça’ya mahsus olan bir takım edatlar vardır. Bu edatlar, diğer kelimelerle kullanılınca çeşitli anlamlar, nükteler ve incelikler ortaya çıkmaktadır. Halbuki bu edatlar çoğu dillerde bulunmamaktadır.Kur’ân-ı Kerîm’in mevcut nazmı, onun çeşitli şekillerde irab edilmesine (tahlil yapılmasına) imkan vermektedir. Böylece Kur’ân’ın çeşitli incelikleri ve nükteleri ortaya çıkmaktadır. Tercümeyle bu durum da ortadan kalkmaktadır.Kur’ân’da bir takım müteşabih âyetler bulunmaktadır. Bu âyetleri orijinal Arapça şekliyle anlamak bir hayli zordur. Bu durumda bu âyetlerin tercümesini yapmanın daha da zor olduğu çok açıktır.
Tefsir ile tercüme arasında temel bazı farklar bulunmaktadır. Bunlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:
Mealin sözlük anlamı bir şeyin özünü ifade etmek olsa da bir şeyi eksik ifade etmek anlamına da gelmektedir. Kavram olarak da, “bir sözün manasını tam olarak değil de, biraz noksanıyla ifade etmek” demektir.
Tercüme konusunu ele alırken de ifade ettiğimiz gibi Kur’ân hem lafız hem de mana yönüyle Allah kelâmı olduğundan, onu mükemmel bir şekilde, eksiksiz olarak tercüme etmek mümkün değildir. İşte bu imkânsızlık nedeniyledir ki yapılan Kur’ân çevirilerine, tercüme denilmeyip, onun yerine daha ılımlı ve yapılan işin mahiyetine daha uygun olan meâl kavramı kullanılmıştır. Çünkü bu kavram, yukarıda da belirtildiği gibi “eksik ve hatalı tercüme” demektir. Kur’ân’ ın ifade ettiği bütün manaları tercüme yoluyla aksettirmenin imkânsızlığı düşünülürse, tercüme yerine “meâl” kavramını kullanmanın daha isabetli olduğu söylenebilir.
Kur’ân meâllerine ihtiyaç olup olmaması meselesi, ilk dönemlerden itibaren üzerinde tartışılan konulardan biridir. Bu konuda görüş beyân edenlerden bir kısmı, meâllerin tahrife yol açacağı düşüncesiyle böyle bir yola gidilmemesini ileri sürerken; bir kısmı da Allah tarafından bütün insanlığa gönderilen bu kitabın çeşitli dillere çevrilmesinin zaruri olduğunu savunmuştur.
Tefsiri gerçekleştiren kimseye denilmektedir. Terminolojik olarak ise, Kuran’ı baştan sona belirli bir metedoloji ile açıklayan kimseye denilmektedir.
Müfessir olabilmek, öncelikle sağlam bir inanca ve itikada sahip olmakla mümkün olacaktır. Bunun dışında temiz bir niyetle çıkılması gerekmektedir. bunların dışında: Suyuti; lügat, nahiv, sarf, iştikak, meânî, beyân, bedîî, Kırâat, kelâm, fıkıh usûlü, esbâb-ı nüzûl, nâsih-mensûh, fıkıh, hadis, mevhibe (ilham) ilmine âşina olunmasını da şart koşmaktadır. Bunun dışında tefsir için diğer bilimlere ve Arap dilinin inceliklerine hakim olmak gerekmektedir.
İnsanlığa ulaşması gerekmektedir. Bu açıdan tefsir edilmesi zorunludur. Ayrıca herkezin Kuran’ı yorumlaması bir dizi soruna yol açacaktır.
Kur’ân’ı tefsîr etmeyi zorunlu kılan bazı hususlar vardır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:
1. Bilindiği gibi semâvî kitapların sonuncusu ve en mükemmeli Kur’ân-ı Kerîm’dir. Çünkü o, Hz. Peygamber (sav)’e verilen ve yeryüzüne inişinden itibaren kıyamete kadar yürürlükte kalacak olan evrensel bir kitaptır. Ancak onun bütün âyetleri muhkem yani tefsîre ihtiyaç göstermeyecek derecede açık ve anlaşılabilir nitelikte değildir. Bir kısmı böyle olmakla beraber bir kısmı da tefsîre ihtiyaç duyacak âyetlerden oluşmaktadır. İşte bu özelliği sebebiyle söz konusu kitabın tefsîr edilmesi elbette ki zarurîdir.
2. Yüce Allah (cc) Hz. Peygamber (sav)’e, “Ey Peygamber! Sana Rabbinden gönderileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçilik görevini (insanlara) ulaştırmamış olursun” (Mâide (5), 67). “Sana Kur’ân’ı gönderdik ki insanlara indirileni onlara açıklayasın” (Nahl (16), 44) âyetlerinde de ifade edildiği gibi Kur’ân’ı tefsîr etmesini emretmiştir.
3. Kur’ân, ilk muhataplarının terim olarak anlamını bilmedikleri “salât/ الصلاة ”, “zekât/ الزكاة ” vb. birtakım kavramlara yeni mana ve mefhumlar yüklemiştir. Bildiğimiz kadarıyla Kur’ân öncesi dönemlerde bu kelimeler lügat anlamında kullanılıyordu. Buna göre meselâ salât, dua etmek, yalvarmak ve bağışlanma dilemek demekti. Ancak İslâmiyet’ten sonra bu kelime Allah tarafından farz kılınan, belli vakitlerde yapılması istenen ve bir merasimden ibaret olan namaz ibâdetine isim oldu. Bu durum, bir taraftan hicrî ikinci asırda el-vücûh ve’n-nezâir adıyla müstakil bir ilmin ortaya çıkmasına zemin hazırlarken; diğer taraftan söz konusu lafız ve kavramlarla ilgili olarak yapılması gereken semantik tahliller, Kur’ân tefsîrine olan ihtiyacı gündeme getirmiştir.
4. Kur’ân, müminlerin şahsî ve toplumsal hayatlarını düzenlemek gayesiyle ibâdât ve muâmelât konularında hükümler koymuştur. Bu hükümleri ortaya çıkarmak yalnızca Kur’ân metnini dilsel açıdan çözümlemekle mümkün değildir. Bunun için onu öncelikle kendi bütünlüğü içerisinde ele almak, ardından da Hz. Peygamber (sav)’in sahih sünnetinden, ashâbın şahsî tercihlerinden, esbâb-ı nüzûl rivâyetlerinden, kısacası ilk muhatapların yaşadığı tarihî ve sosyo-kültürel gerçeklikten hareket etmek suretiyle tefsir etmek gerekmektedir.
Öznellik, özneye ait olmak, sübjektif hareket etmek demektir. Buna göre Kur’ân tefsîrinde öznellik, değişik sebeplerden dolayı nassların farklı biçimlerde algılanması ve yorumlanması anlamına gelir. Bu da iki sebebe dayandırılabilir. Birincisi, tefsîre konu olan Kur’ân’ın farklı yorumlara açık olması; diğeri de onu tefsîr etmeye çalışan müfessirlerin anlayış farklılıklarıdır. Yani tefsîrin öznelliği bir taraftan Kur’ân diğer taraftan da müfessirden kaynaklanmaktadır.
Kur’ân’dan kaynaklanan öznelliğin bir takım sebeplerinden söz edilebilir. Bunları ana hatlarıyla şöyle sıralamak mümkündür:
Kur’ân’ın içerik, üslup ve metinsel özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Ancak şunu hemen belirtelim ki öznellik, doğası gereği Kur’ân’ı anlama ve tefsîr etme durumunda bulunan özne ile de yakından ilişkilidir. Burada söz konusu ilişkiyi doğuran birtakım sebeplerden söz edilebilir:
Kur’ân’ın anlaşılmasını temin etmeye çalışırken başta hadis olmak üzere siyer, tarih, Arapça, ahlâk vb. İslâmî ilimlerden yararlanan tefsîr, elde ettiği sonuçları Müslümanların itikâdî ve amelî hayatlarında çok önemli bir yere sahip olan kelâm ve fıkıh gibi iki temel bilim dalına takdim etmiştir. Onlar da elde etmiş oldukları bu malzemeyi, kendi yöntemleriyle işleyerek Kur’ân eksenli bir hayat için altyapı oluşturmaya çalışmışlardır.