Hadislerin Hz. Peygamber’e –sallallâhü aleyhi ve sellem- âidiyeti meselesi ile onların doğru anlaşılması ve yorumlanması, hadis ilminin iki temel unsurudur. Bu iki unsurun birincisi rivâyetü’l-hadîs, ikincisi ise dirâyetü’l-hadîs ilmi adını alır. rivâyetü’l-hadîs ilminin konusu, kabul ve red yönünden râvi ile mervî iken, dirâyetü’l-hadîs ilminin konusu, anlaşılması ve kendisinden hüküm çıkarılması yönünden hadis metinleri olmaktadır. Bu anlamda dirâyetü’l-hadîs, fıkhü’l-hadîs demektir. İlmü te’vîli akvâli’n-nebî veya ilmü esrâri’l-hadîs gibi terimler de aynı anlamı çağrıştırır.
Fıkhü’l-hadîs, “hadislerin mana ve maksadını anlamak ve hadislerden hareketle Hz. Peygamber’in gayesini kavramak” manasına gelir. Gerçekten de, fıkhü’l-hadîs disiplini sayesinde, hadis ve sünnetin yöresel bir tarih değil, sosyal-pratik bir hayat tarzı ve evrensel değerler taşıyan bir kaynak olduğu anlaşılır ve yaşanan çağın problemlerine ışık tutan alternatif çözüm yolları üretildiği görülür.
Usûl olarak hadis ve sünnet, Kur’ân’ın muhtemel manalara delâleti karşısında doğru sonuca götüren delildir. Kur’ân’ın doğru yorumlanıp hayata geçirilmesi de hadis ve sünnetin iyi anlaşılmasına bağlıdır. Çağımızda pek çok farklı algılamanın ve anlama probleminin temelinde, hadis, fıkıh ve tefsir usûlü konularında bilgi eksikliği, altyapı ve tecrübe yetersizliği yatmaktadır.
Fıkıh usûlü, bir teşrî kaynağı olarak özellikle ahkâm hadislerini anlama konusunda yeterli olmakla beraber, ortaya çıkan çok boyutlu problemlerin çözümünde sadece fıkıh ve fetva kitaplarıyla yetinmeyip kuşatıcı yaklaşımla hadis ve sünnet kaynaklarından olabildiğince istifade etmek gerekir.
Rivâyet Dirâyet Bütünlüğü
Hadis ilminde rivâyet, nakil ve hâfıza faktörüyle birlikte dirâyet, akıl ve muhâkeme imkânı çok önemlidir. Hadis metinlerinin doğru anlaşılmasında ve yorumlanmasında rivâyet-dirâyet bütünlüğü, nakil-akıl veya hâfıza-muhâkeme işbirliği, hadisle birlikte fıkıh; mana ve maksadı kavrama melekesi ve hüküm çıkarma yeteneği gereklidir. Rivâyet dirâyet bütünlüğünün bozulması durumunda, yanlış veya eksik anlaşılacağından hadis metinlerinde problemlerin yaşanması kaçınılmazdır. Bu yüzden, rivâyetten uzak salt bir dirâyet veya dirâyetten kopuk bir rivâyet anlayışı eksik bir yöntemdir.
Rivâyet dirâyet bütünlüğünün kaçınılmaz bir ilke sayılması gerektiğini formüle eden bir tesbit şudur: “Hadis ile fıkıh (anlamak, iyice kavramak) birlikte oldukları zaman kemal bulur, birbirlerinden ayrıldıkları zaman ise noksan kalırlar”. Hadis ve fıkıh âlimi Hattâbî de aynı görüşü paylaşır. İslâmî ilimleri görkemli bir binaya benzeten Hattâbî, hadis ve sünneti bu binanın temeli, fıkhı da bu temel üstünde yükselen gövde olarak niteler. Temeli sağlam atılmayan bina ise çökmeye mahkûmdur. Demek oluyor ki, rivâyet dirâyet bütünlüğü ve fıkhü’l-hadîs disiplini ölçeğinde hadis ve sünnet, başta Kur’ân tefsiri olmak üzere, fıkıh, kelam, tasavvuf gibi diğer temel İslâm bilim dallarını olumlu yönde etkileyecek ve onları daha sağlam zeminle buluşturacaktır.
Bir hadisin doğru anlaşılması ve yorumlanması için öncelikle onun bütün tarîklerinin (rivâyet yolları) göz önünde bulundurulması gerekir. Belli bir konuya dair hadislerin bir kısmını görüp diğer kısmını görmemek, eksik veya yanlış sonuca götürür. Ayrıca, râvi tasarrufunun ve mana ile rivâyetin, bazı hadislerin yanlış anlaşılmasına sebep olduğu bir gerçektir. Sağlıklı bir sonuca ulaşabilmek için bütüncül yaklaşım, yani farklı tarikleriyle ilgili hadisleri bir araya getirip onları birlikte değerlendirmek ve son hükmünü vermek gerekir. Ancak bir hadisin farklı tarîkleri birleştirip ondan yeni bir metin oluşturma çabası doğru değildir. Zira bu da bir tür hadis uydurma faaliyetidir.
İhtilâfü’l-hadîs ilmi, görünüşte manaları birbirleriyle çelişen ancak dikkatle incelendiğinde araları uzlaştırılan ve zıtlık probleminin çözüm yolları gösterilen hadisleri konu alır. Muhtelifü’l-hadîs ve müşkilü’l-hadîs adıyla da anılan bu disiplinde, hadislerde gerçek çelişkiden değil, sadece zâhirde bir ihtilâftan ve karışık görüntüden söz edilebilir.
Bazen gençlik ve yaşlılık, vaktin geniş ve dar olması gibi özel durumlarda, Hz. Peygamber’in söz ve fiilerinde görülen farklılık birbirine ters sanılır. Sözgelimi, Hz. Peygamber’in namazda secdeye giderken önce dizlerini, sonra ellerini yere koyduğu ve öyle yapılmasını emrettiği bilinir. Bazı rivâyetlere göre ise önce ellerin konulması gerekir. Hâlbuki önce ellerin konulması gerektiği bilgisini veren uygulamanın yaşlılık, zorluk, rahatsızlık gibi durumlarla ilgili olduğu görülür.
Vürûd sebebi, hadisin söylenmesine sebep olan olay, onun doğru anlaşılmasına vesile olan durum/bağlam, taşıdığı aktüel değer ve espiri, söylendiği zaman ve mekâna dair bilgi demektir. Bu yüzden, bazı hadislerin vürûd sebepleri bilinmediğinde yanlış anlayışlar ve tuhaf yorumlar ortaya çıkabilmektedir. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurur: “Bu gecenizi görüyorsunuz ya! İşte bu geceden itibaren yüzyıl başında yeryüzünde olanlardan hiç kimse kalmayacaktır.” (Buhârî, İlim, 41, hadis no: 116) Dolayısıyla, Kur’ân-ı Kerîm için nüzul sebebi nasıl âyetlerin anlaşılmasında yardımcı bir unsur ise, vürûd sebebi de hadis metninin anlaşılmasında aynı role sahiptir.
Garîbü’l-hadîs, hadis metninde geçen ve az kullanıldığından anlaşılması güç olan lafızları konu edinen garip kelimeler bilgisidir. Garîbü’l-hadîs, zengin lugat bilgisine ihtiyaç duyar. Söz konusu lafızların oluşturduğu garîbü’lhadîs kitapları, adeta Peygamber’in (s.a.v.) kullandığı kelimelerin lugatı olmaktadır.
Hz. Ebû Bekir’in, “Allah’ın kitabı hakkında bilmediğim bir şeyi söyleyecek olursam, hangi yeryüzü beni üzerinde taşıyabilir ve hangi gökyüzü beni gölgelendirebilir?” sözü meşhurdur. Kur’ân âyetleri için söylenen bu söz, hadis metinleri için de gösterilerek onlara yanlış anlam yüklemekten ve tuhaf yorum yapmaktan kaçınmalıdır. Bu durumda, hadislerin mana ve maksadının farklı anlaşılmasında ve yorumlanmasında, kelime ve kavramlara farklı manâların yüklenmesinin rolü vardır.
Hadislerin orijinal metinleri Arapça’dır. Hadislere yönelik bazı yanlış algılar, ilgili metinlerin aceleye getirilerek dikkatten uzak şekilde okunup eksik veya yanlış tercüme edilmesinden ve onların üzerine hükümler bina edilmesinden kaynaklanmaktadır. Şüphesiz, başta hadis olmak üzere dinî metinlerin doğru anlaşılması, büyük ölçüde Arap dili ve edebiyatının inceliklerinin iyi bilinmesine ve onların dikkatle tercüme edilmesine bağlıdır.
Hadis araştırmalarında Arap diline vukuf kadar, bir ilim dalında derinleşmek de önemlidir. Zira her ilim dalının özel dili, terimleri, usûlü, tarihi ve kitapları vardır. Hadislerin doğru anlaşılması ve yorumlanması konusunda Arapça’nın tek başına yeterli olmadığı bir gerçektir. Bu hususta ihtisasın kazandırdığı tecrübe ve meleke ciddiye alınmalıdır.
Üslup, sözün söyleniş tarzı, düşüncenin ifade ediliş ve konunun ele alınış şeklidir. Fıtratla doğrudan ilişkisi bulunan üslup, insanın ilmî ve ahlâkî şahsiyetini, karakterini, hayat felsefesini ve dünya görüşünü aksettirir. Dolayısıyla, Hz. Peygamber’in dil, üslup ve anlatım özelliklerinin dikkate alınması, hadislerin doğru anlaşılması ve yorumlanmasında önemli rol oynar.
Resûl-i Ekrem, güzel anlamlı bir kelimeyi hayra yorar, onu uğur konusu ve bereket vesilesi yapardı. Nitekim o, “İslâm’da uğursuz saymak yoktur. En iyisi hayra yormaktır” deyince, ashâb “Yâ Resûlallah, hayra yormak nedir?” suâlini sordu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, “Sizden birinizin duyduğu uygun ve güzel sözdür” (Buhârî, Tıb, 43, hadis no: 5755; Müslim, Selâm, 110, hadis no: 5931) buyurdu.
Hadis Şerh Kaynaklarına Başvurulması
Muhâtap kitlesinin algı, bilgi ve kültür düzeyleri farklı olmakla birlikte, Kur’ân gibi hadislerin ekseriyeti anlaşılır bir karakter arz eder. Ancak şerhlere başvurmadan bazı hadisleri hemen neticeye bağlamak ve onlardan hüküm çıkarmak, prensip itibariyle doğru değildir. Bilgi yetersizliği, altyapı ve tecrübe eksikliği, sağlıklı yorum ve anlayışın önünde ciddi bir engeldir. Bu itibarla, klâsik kaynaklar yanında, yapılan yeni şerhlere başvurmak, hadislerin doğru anlaşılmasında ihmal edilmemesi gereken bir yöntemdir. Yanlışların minimum düzeye indirilmesinde târihsel tecrübenin rolü büyüktür.