CENAZE NAMAZI

admin
Kasım 12, 2019

İnsanın ölüsü de saygıya lâyıktır.

Muhtazar: Ölmek üzere olan kişi
Meyyit: Ölen kişi
Teçhiz: Ölü için genel olarak yapılması gereken hazırlık
Gasil: Ölünün yıkanması
Tekfin: Ölünün Kefenlenmesi
Teşyî: Tabuta konulup musallâya yani namazın kılınacağı yere ve namazdan sonra kabristana taşınması.
Defin: Kabre konulması
Telkin: Hem Muhtazarın(Ölmek üzere olan kişi)nin yanında kelime-i tevhid ve kelime-i şehâdet okumaya, hemde ölen kişiye definden sonra, sorulması muhtemel soruları ve cevapları hatırlatma konuşmasına da denilir.
Tâziye: Ölünün yakınlarına başsağlığı dileğinde bulunmaya tâziye denir ki teselli etmek anlamındadır.

Ölen bir müslümanı yıkamak, kefenlemek, onun için namaz kılıp dua etmek ve bir kabre gömmek müslümanlar için farz-ı kifâyedir.

Ölmek üzere olan kişiyi, eğer bir güçlük yoksa kıbleye doğru ve sağ yanı üzerine çevirmek müstehaptır. Sırtına, ensesine yastık gibi şeyler konup başı yükseltilerek yüzü kıbleye gelecek şekilde ve ayakları kıbleye uzanık duruma getirilmesi aynıdır.

Ölümü yaklaşmış kişiye kelime-i tevhid telkin edilmesi sünnettir. Ona “sen de söyle” dememeli, sadece yanında kelime-i tevhid ve kelime-i şehâdet okumalıdır. Bu telkinin amacı, hastanın son nefeste bu sözleri söylemesi ve son sözünün bu kelimeler olmasıdır. Bu bakımdan bu telkini hastanın sevdiği kimseler yapmalıdır. Bu telkin tövbeyi de içine alacak şekilde şöyle de yapılabilir: Estağfirullâhe’l-azîm ellezî lâ ilâhe illâ hû, el-Hayye’l-Kayyûm ve etûbü ileyh. Ölümü yaklaşmış kişinin (muhtazar) yanında Yâsîn veya Ra‘d sûresini okumak müstehaptır.

Muhtazar ölünce gözleri kapatılır, bir bezle çenesi bağlanır.

Ölünün üzerinden elbisesi çıkarılır. Üzerine bir örtü çekilir, şişmemesi için karnı üzerine bıçak gibi demirden bir şey konur ve yıkanacağı yere konulur. Elleri yanlarına uzatılır, göğsünün üzerine konmaz. Cünüp, hayız, nifas hallerinde bulunanlar ölünün yanında bulunmaz. Ölünün yanında güzel
kokulu bir şey bulundurulur.

Ölü yıkanıncaya kadar yanında Kur’an okunmaz. Yıkanma işlemi tamamlanmadan ölünün yanında Kur’an okumak mekruhtur. Fakat başka bir odada yüksek sesle okumak mekruh olmadığı gibi ölünün bulunduğu odada gizlice, içinden Kur’an okumakta da kerâhet yoktur.

Cenazenin Yıkanması

Cenazenin bir an önce yıkanması, kefenlenip hazırlanması ve defnedilmesi müstehaptır. Yıkama işini yapmak için cenaze önce, teneşir denilen tahta bir sedir üzerine, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırılır. Teneşirin çevresi güzel kokulu bir şeyle üç, beş veya yedi defa tütsülenir. Göbeğinden diz altına kadar olan avret yeri bir örtü ile örtülür ve elbiseleri tamamen çıkarılır.

Cenaze yıkayan erkek veya kadın, farz olan yıkama görevini yerine getirmeye niyet etmeli ve besmele ile başlamalıdır. Yıkama bitinceye kadar da Gufrâneke yâ rahmân (Artık senin af ve mağfiretinle baş başa, sen onu bağışla ey rahmân olan Allah) demelidir.

Yıkayıcı eline bir bez alarak örtünün altından ölünün avret yerlerini temizler. Sonra abdest aldırmaya başlar.
1- Önce yüzünü yıkar. Ağız ve burna su verilmez. Sadece dudaklarının içini ve dışlarını, burun deliklerini, göbek çukurunu parmakla veya parmağına sardığı bezle mümkün mertebe siler.
2- Ondan sonra (önce sağ, sonra sol) ellerini, kollarını yıkar.
3- Başını da meshedip, (Sahih görüşe göre)
4- Ayaklarını geciktirmeksizin hemen yıkar. Böylece ölüye abdest verilmiş olur.

Cenazenin abdest işi tamamlanınca üzerine ılık su dökülür. Varsa hatmî denilen güzel kokulu bir ot ile, yoksa sabunlu bir bez ile ölüyü yıkamaya başlar.
1- Ölünün yüzü, kafası, göğsü, kolları, bacakları avret yeride dahil yıkanır.
2- Sonra sol tarafına çevrilerek, sağ tarafı bir defa yıkanır.
3- Sonra sağ tarafına çevrilerek, sol tarafı bir defa yıkanır Böylece sağ ve sol tarafları üçer defa yıkanır.
4-Bundan sonra cenaze hafifçe kaldırılır. Bu kaldırışta cenaze, yıkayan kişinin göğsüne veya eline veya dizine dayandırılır. Sonra karnı hafifçe ovulur. Bir şey çıkarsa su ile yıkanıp giderilir. Yeniden abdest verilmesine ve baştan yıkanmasına gerek yoktur.

Namazın ne olduğunu anlamayacak yaşta ölen çocuğa abdest verilmesine gerek yoktur.

Şişip dağılmak üzere olan ölünün üzerine sadece su dökmekle yetinilir; abdest verdirmeye ve üç defa yıkamaya gerek yoktur.

Ölünün saçı sakalı taranmaz; saçları ve tırnakları kesilmez; sünnet olmamışsa sünnet edilmez. Cenaze yıkanırken pamuk kullanılmaz. Yıkandıktan sonra havlu ve benzeri bir şey ile kurulanır.

Yıkayıcının gayri müslim olması mekruh olmakla birlikte müslüman bir ölüyü yıkayacak müslüman kimse yoksa bu takdirde gayri müslim yıkasa da olur.

Hanefi Mezhebine Göre:
Bir kadın vefat eden kocasını yıkayabilir. Çünkü kadın iddet bekleyecektir. Bu iddet çıkmadıkça evlilik devam ediyor sayılır.

Fakat koca, ölmüş karısını yıkayamaz. Çünkü erkeğin iddet beklemesi gerekmez, karısı ölünce aralarındaki evlilik bağı kalkmış olur. Ancak yıkayacak kimse bulunmadığı takdirde, koca karısına teyemmüm verir.

Diğer üç imama göre: Koca karısını yıkayabilir

Erkekler arasında ölmüş bulunan bir kadının orada bir mahremi varsa, mahremi kendisine teyemmüm verdirir. Mahremi yoksa yabancı bir erkek eline bir bez alarak bakmadan kadına teyemmüm ettirir..

Su bulunmadığı zaman yine teyemmüm ile yetinilir. Bir cenaze için teyemmüm yaptırılıp cenaze namazı kılındıktan sonra su bulunacak olursa, yeniden yıkanır. Cenaze namazını yeniden kılmaya gerek olup olmadığı konusunda Ebû Yûsuf’tan, biri kılınacağı, diğeri kılınmasına gerek olmadığı şeklinde iki görüş rivayet edilmektedir.

Henüz bulûğ çağına yaklaşmamış küçük kız çocuğunu gerektiğinde erkek yıkayabileceği gibi, aynı durumdaki erkek çocuğunu gerektiğinde bir kadın yıkayabilir. Cinsel organı kesilmiş veya yumurtaları alınmış erkek de erkek yıkayıcı tarafından yıkanır.

Erkek mi kadın mı olduğu anlaşılmayan ve bu bakımdan kendisine hünsâ-i müşkil denilen kimse ölünce yıkanmaz, sadece teyemmüm ettirilir. Kefenleme hususunda kadın sayılır ve ona göre kefenlenir.

Suda boğulmuş olan bir kimse, yıkamak niyetiyle üç defa suda hareket ettirilerek yıkanır. Yalnız su içinde kalmış olması, hayattaki Müslümanları cenazeyi yıkama farzını yerine getirmekten kurtarmaz.

Bir müslümanın akrabası veya karısı olan bir gayri müslim öldüğü zaman onun dindaşlarına verilir. Eğer bunlara verilmezse sünnete uygunluk şartına dikkat edilmeksizin yıkanır ve kefenlenerek gömülür.

Ölen müslümanın gayri müslimden başka akrabasından bir velisi bulunmasa bile cenaze gayri müslimlere verilmez. Çünkü bunun teçhiz ve tekfini müslümanların borcudur.

Düşük neticesinde ölü doğan çocuk, bir bez parçasına sarılarak gömülür, yıkanması gerekmez.

Ölmüş bir müslümanın başı ile beraber vücudunun çoğu bulunuyorsa yıkanır, kefenlenir ve namazı kılınır. Fakat başsız olarak yalnız vücudun yarısı bulunsa veya gövdesinin çoğu kaybolmuşsa yıkanmaz, kefenlenmez ve üzerine namaz kılınmaz. Bir beze sarılarak gömülür.

Kefene sarıldıktan sonra ölüden çıkacak bir sıvı veya benzeri şeyler artık yıkanmaz, öylece gömülür.

Cenazenin Kefenlenmesi

Ölen erkek veya kadını, bedenleri örtülecek şekilde kefenlemek farzdır.
Kefen, cenazenin yıkanıp kurulanmasından sonra sarıldığı bez demektir.
Erkeğin kefeni, biri gömlek (kamîs) yerini, biri etek (izâr) yerini ve biri de sargı-bürgü (lifâfe) yerini tutmak üzere yensiz ve yakasız, etrafı dikişsiz üç kat bez; kadının kefeni ise bu üç kata ilâve olarak bir (baş örtüsü) ve bir de (göğüs örtüsü) olmak üzere beş kat bezdir.

Kefen-i sünnet: Sünnet üzere kefenleme için gereken parça sayısıdır. Erkek için üçkat, Kadın için beş kat bezden oluşan parçalar.
Kefen-i kifâyet: Sünnet olan kefen parçalarının tamamının bulunamaması durumunda; erkek için izâr ve lifâfe ve kadın için bu ikisine ilâveten bir baş örtüsü ile yetinilmesi durumunda, bu da yeterlidir.
Kefen-i zarûret: Kefen bezinin çok kısıtlı olması durumunda; gerek erkek gerek kadın için sadece bir kat bez bulunabilirse, ölü tek parça beze sarılır.

Kamîs, boyun kısmından ayaklara kadar uzanan gömlek yerinde bir bezdir.
İzâr, eteklik yerinde, baştan ayağa kadar uzanan bir bezdir.
Lifâfe, sargı yerinde olup baştan ayağa kadar uzanan, baş ve ayak taraflarından düğümlenen
bir bezdir. Bu bakımdan izârdan biraz daha uzundur.

Kadınlar için ipekten ve zaferan ile usfur denilen boyalarla boyanmış bezden kefen yapılabilir.

Hanefî mezhebine göre :Kadınların kefenleri kocalarına aittir.
İmam Muhammed’ ve Şâfiî’ye göre : Arkada mal bırakmayan kadınların tekfin ve teçhiz masrafları, bu kadınların kocalarına aittir. Kendilerine ait malları varsa, masraflar oradan karşılanır.

Ölünün alnına veya sargısına veya kefenine kendisinin iman üzere, ezelî ahid üzere sabit olduğuna dair ahidnâme denilen bazı mukaddes kelimeler yazılacak olursa, ölen kişinin yüce Allah’ın mağfiretine kavuşmasının umulacağı söylenmiştir. Bunun mürekkeple veya kalıcı başka bir şeyle yazılması çeşitli nedenlerle hoş karşılanmamış, bunun yerine, ölü yıkandıktan sonra şahadet parmağı ile alnına bismillâhirrahmânirrahîm ve göğsü üzerine yine işaretle Lâ ilâhe illallah yazılması uygun ve faydalı görülmüştür.

Cenaze Namazı

Farz-ı kifâyedir.

Cenaze namazının rükünleri
1- Kıyam
2- Tekbir

Cenaze namazının Sünnetleri
1- Hamd ve senâ etmek,
2- Salât ve selâm getirmek, hem ölüye hem de diğer Müslümanlara dua etmekten ibarettir.

Cenaze namazında cemaatin bulunması şart değildir. Yalnız bir erkeğin veya yalnız bir kadının bu namazı kılmasıyla farz yerine getirilmiş olur. Bir ölünün namazını sadece kadınlar kılmış olsalar, bu câizdir ve farz yerine gelmiş olur. Onlar kendi aralarında bu namazı cemaatle kılabilecekleri gibi tek tek de kılabilirler.

Diğer namazlarda olduğu gibi cenaze namazında da namazı kıldırmaya en yetkili ve lâyık olanlar yöneticilerdir. Bu olmadığı takdirde sırasıyla müftü, cami imamı ve daha sonra veraset sırasına göre ölünün velisi olan yakınları gelir.

Ebû Hanîfe’,Ebû Yûsuf’un ve Şâfiî’- nin görüşüne göre : Cenaze namazını kıldırma önceliği ölenin velisine aittir.(Şayet Biliyorsa) bilmiyorsa yukarıda sırayla sayılan kişiler kıldırır.

Birkaç cenaze bir araya gelmiş olsa bunların namazlarını ayrı ayrı kılmak daha iyidir, hepsine birden bir namaz kılmak da yeterli olur.

İmam ölünün göğsü hizasında durur. Cemaat de hiç olmazsa üç saf bağlar. Cenaze namazında safların en faziletlisi en arka saftır. Cenaze musallaya, baş tarafı imamın sağına gelecek şekilde konulur. Ters konulmuşsa, namaz câiz olmakla birlikte sünnete aykırı davranıldığı için kötü bir iş yapılmış olur.

Cenaze namazına başlandıktan sonra gelip cemaate katılan kimse hemen tekbir alır, noksan kalan tekbirlerini de dua okumaksızın peş peşe alır, böylece cenaze musallâdan kaldırılmadan tekbirlerini tamamlayıp selâm verir.

İmamın dördüncü tekbirinden sonra cemaate katılan kimse hemen tekbir alarak imama uyar, imamın selâmından sonra da üç tekbiri kazâ eder. Fetvaya esas alınan görüş budur.

Şiddetli yağmur gibi bir mazeret bulunmadıkça cenazeyi cami içine alarak namazı orada kılmak doğru olmayıp tenzîhen mekruhtur.

Cenaze namazını kıldıracak imamın âkıl-bâliğ olması şarttır.

Diğer namazları bozan şeyler cenaze namazını da bozar.

Cenaze Namazının Kılınışı

Fâtiha’nın okunması
Hanefîler :Kur’an tilâveti niyetiyle okunmasını tahrîmen mekruh sayar, fakat dua niyetiyle okunmasında sakınca görmezler.
Şâfiîler’e göre :Fâtiha, diğer namazlarda olduğu gibi, cenaze namazında da bir rükündür. İlk tekbirden sonra okunması daha faziletlidir.
Hanbelîler’e göre : Fâtiha, bir rükün olup ilk tekbirden sonra okunması vâciptir.
Mâlikîler’e göre : Fâtiha’nın okunmaması daha iyi olup okunması tenzîhen mekruhtur.

Bu duaları bilmeyenler kolaylarına gelen başka uygun dualar da okuyabilirler. “Rabbenâ âtinâ” duası bu dualardan biridir. Ayrıca “Allahım beni, bu ölüyü ve bütün müminleri bağışla” şeklinde dua edilebilir.

Cenazeye İlişkin Bazı Meseleler

Kıble yönü araştırılıp ona göre namaz kılındıktan sonra hataya düşüldüğü anlaşılsa, namaz yeniden kılınır. Fakat namazdan sonra cemaatin abdestsiz olduğu anlaşılsa namaz iade edilmez; çünkü imamın namazı sahih olunca, bununla cenaze namazının farziyeti yerine gelmiş olur.

Genel olarak namaz kılmanın mekruh sayıldığı vakitlerde yani güneşin doğması veya batması veya zevale yaklaşması hallerinde cenaze namazı kılmak da mekruhtur. Fakat bu vakitlerde kılınmış olan cenaze namazının iade edilmesi yani yeniden kılınması gerekmez. Bu vakitlerde cenazenin defnedilmesi ise mekruh değildir.

Gaip yani orada bulunmayan bir cenaze üzerine namaz (Gıyabi Cenaze Namazı)

Hanefî ve Mâlikî fakihleri : Kıble yönünde sapma meydana geleceği gerekçesiyle, gaip yani orada bulunmayan bir cenaze üzerine namaz kılmayı câiz görmezler.
Şâfiîler’e göre : Gaip üzerine cenaze namazı kılınabilir.
Çünkü Peygamberimiz Necâşî’nin namazını bu şekilde kılmıştır.
Hanbelîler’e göre : Aradan bir ay geçmedikçe gaip üzerine cenaze namazı kılınabilir.

Namazı kılınmayarak gömülmüş olan bir cenazenin henüz dağılmamış olduğu muhtemel ise, ölünün hakkını ödemiş olmak için, kabri üzerine namaz kılınır.

Diri olarak doğduğu bilinen bir çocuk yıkanıp namazı kılınır. Ölü olarak doğarsa, yıkanır fakat üzerine namaz kılınmaz.

Bir ölü yıkanmadan kefenlenmişse veya bir yerinin yıkanması unutulmuşsa, kefen açılır ve yıkanması tamamlanır. Eğer üzerine namaz kılındıktan sonra durum anlaşılırsa, yine açılır, yıkanması tamamlanır ve namaz iade edilir. Kabre konulup üzerine toprak atılmadığı sürece hüküm böyledir. Fakat kabre konulup üzerine toprak atıldıktan sonra, kabirden çıkarılması artık haramdır. Hiç yıkanmamış bile olsa artık öyle kalır. Ancak namaz kılınmamışsa kabri üzerinde namaz kılınabilir. Benimsenen görüş budur. Kefensiz olarak kabre konulduğu zaman da kabir açılamaz.

Ebû Yûsuf’a göre :Yanlışlıkla veya dayanılmaz bir ağrı ve acıdan dolayı olmadıkça, bilerek kendini öldüren yani intihar eden kimsenin cenaze namazı kılınmaz. İşlediği cürmün ağırlığını göstermesi bakımından bu görüş yerinde olmakla birlikte, bu durumun acılı ailenin acısını bir kat daha artıracağı düşüncesiyle, böyle kimselerin de namazının kılınabileceği söylenmiştir.

Anasını veya babasını kasten öldüren kimselerin de cenaze namazı kılınmaz.

Çatışma esnasında öldürülen eşkıyanın, teröristlerin ve soyguncuların da cenaze namazı kılınmaz. Fakat şer‘î bir cezanın uygulanması sonucunda ölenlerin cenazeleri yıkanır ve namazları kılınır.

İrtidad ederek Müslümanlık’tan çıkmış olan kimsenin cenaze namazı kılınmayacağı gibi, müslüman mezarlığına da defnedilmez.

Bir müslümanla evli bulunan hıristiyan veya yahudi kadının hangi mezarlığa gömüleceği hususu tartışmalıdır. En doğrusu bu konuda kendisinin bir vasiyeti varsa ona uyulması, yoksa ailesinin isteğine bırakılmasıdır.

Müslüman olanlarla müslüman olmayanların cenazeleri karışacak olsa, ayırt etme imkânı varsa ayırt edilir ve ona göre davranılır. Ayırma imkânı yoksa bu takdirde hepsi yıkanır ve müslümanlara niyet ederek hepsinin üzerine birlikte cenaze namazı kılınır.

Taşınması

Cenazeyi teşyî etmek, yani arkasından mezara kadar gitmek sünnettir, bunda büyük sevap vardır. Hatta akraba veya komşulardan olup iyi haliyle bilinmiş kişilerin cenazesini teşyî etmenin nâfile namazdan daha faziletli olacağı söylenmiştir.

Hazırlanmış olan cenazeyi bir an önce götürüp defnetmek iyidir. Cuma günü sabahleyin hazırlanmış olan cenazeyi, cemaati daha çok olsun diye cuma namazı sonrasına ertelemek mekruhtur. Ancak cenaze ile ilgilenildiği takdirde cuma namazının kaçırılacağı endişesi varsa bu takdirde cenaze cuma namazı sonrasına bırakılabilir. Bayram namazı vaktinde hazırlanmış olan cenazenin namazı da bayram namazından sonra hutbeden önce kılınır.

Cenazenin taşınmasında sünnet olan şekil, dört kişinin dört taraftan cenazeyi yüklenmesidir. Her bir taraftan sırayla yüklenip onar adım, toplam kırk adım götürmek müstehaptır. Cenaze önce ön taraftan sağ omuza, sonra ayak tarafından sağ omuza alınır. Sonra yine ön taraftan bu defa sol omuza, sonra arka taraftan sol omuza alınır. Her bir omuzlamada onar adım yürünür.

Cenazeyi, omuzlara yüklenerek kabre götürmek onların haklarında gösterilen en büyük hürmet ve saygı nişanıdır. Böyle bir hareket insanlığın şeref ve kıymetini gösterir. Bir insanı âhiret evinin kapısına eşya taşır gibi götürmek insanın hassas kalbini incitebilir. Bunun için de bir zaruret olmadıkça cenazeyi sırtlamak, hayvan veya arabaya yüklemek mekruh görülmüştür. Ancak büyük şehirlerde olduğu gibi, mezarlıkların şehir dışında ve uzak yerlerde olması halinde, cenazenin arabayla taşınması mekruh olmaz.

Allah’a isyan anlamını içerecek şekilde dövünüp, saç baş yolmamak ve yersiz sözler söylememek şartıyla cenaze için kalben kederlenmek ve göz yaşları dökerek ağlamak doğaldır ve bu bakımdan günah değildir. Ölü, kendisi sağlığında tavsiye etmedikçe, arkasından ağlayanlar yüzünden kabrinde
azap çekmez.

Defin

Cenaze kabre götürülüp omuzlardan indirilince bir engel yoksa, cemaat oturur. Cenaze omuzdan inmeden oturmaları mekruh olduğu gibi, cenaze yere indikten sonra ayakta durmaları dahi mekruhtur.

Kabrin bir insan boyu kadar derin olması yeterlidir. Kabirlerde lahit(kıble tarafını oymak) yapmak faziletlidir; kabrin içinde kıble tarafı oyulur ve ölü, yüzü kıble tarafına gelecek şekilde sağ tarafı üzere buraya konur. Lahitin önüne tahta, kerpiç veya kamış gibi şeyler konur ve böylece atılan toprak ölünün üstüne değil, bu şeylerin üstüne gelmiş olur. Bu ölüye saygının bir gereğidir. Eğer kabrin kazıldığı yer lahit yapılamayacak derecede yumuşak veya ıslak ise, bu durumda, dere gibi bir çukur kazılır, ki buna şak (yarma) denir. Gerekirse bunun iki yanı kerpiç veya tuğla gibi bir şeyle örülür. Sonra ölü bunların arasına konur ve üzerine ölüye dokunmayacak şekilde tahta veya kerpiçle tavanımsı bir örtü yapılır. Kabrin dibi ıslak veya yumuşak olduğu durumlarda cenaze tabut ile birlikte gömülebilir. Fakat gerekmedikçe tabut ile gömmek mekruh sayılmıştır. Kimi âlimler kadınların tabut ile gömülmelerini
güzel karşılamışlardır.

Kabir temininde güçlük bulunduğu takdirde, daha önce defin yapılmış bir kabre, önceki ölünün çürüyüp sadece kemiklerinin kalacağı bir sürenin geçmesinden sonra ikinci bir cenaze defnedilebilir. Bu süre iklim, bölge ve toprak özelliklerine göre değişiklik gösterebilir. İkinci defin önceki ölünün kemikleri dikkatlice bir kenara toplandıktan sonra yapılır.

Cenaze kıble tarafından kabre indirilir, sağ yanı üzerine kıbleye döndürülür ve kefen üzerinde bağı varsa çözülür. Cenazeyi kabre koyan kişiler Bismillâhi ve alâ milleti resûlillâh (Allah’ın adıyla ve elçisinin dini üzere) derler. Cenazeyi kabre koyacak kişilerin sayısı ihtiyaca göre değişir. Kadınları kabre koyacak kimselerin ölüye akrabalık yönünden mahrem olmaları daha uygundur. Kadınlar kabre yerleştirilinceye kadar gerekirse kabirleri üzerine bir perde çekilir.

Definde bulunan kişilerin kabir üzerine üç avuç toprak atarak birinci defada “Sizi bundan (topraktan) yarattık”, ikincisinde “Sizi tekrar toprağa iade edeceğiz”, üçüncüsünde de “Sizi bir kez daha topraktan çıkaracağız” demeleri müstehaptır.

Kabrin topraktan bir iki karış yükseltilip, deve hörgücü gibi yapılması menduptur. Kabir üzerine su serpmekte -gerekli olmamakla beraber- bir sakınca da yoktur.

Kur’an Okuma ve Telkin

Cenaze defni üzerinden bir süre geçtikten sonra, orada Kur’an okumak bazı toplumlarda hoş karşılanmıştır. Genellikle Mülk, Vâkıa, İhlâs, Felak ve Nâs sûreleri, sonra Fâtiha ile Bakara sûresinin ilk beş âyeti okunur. Sevabı da cenazenin ve diğer müminlerin ruhlarına bağışlanır. Ölünün bağışlanması için dua edilir ve yavaş yavaş cemaat dağılır. Peygamberimiz bir cenaze gömüldükten sonra bunları yapmamakla beraber hemen dönmez, bir müddet mezarı başında bekler ve cemaate şöyle derdi: Kardeşiniz için yüce Allah’tan mağfiret isteyiniz ve kendisine sükûnet vermesini dileyiniz. O şimdi sorguya çekilmektedir (Ebû Dâvud, “Cenâiz”, 67-69).

Telkin
Cenaze kabre konduktan ve başında Kur’an okuma da tamamlandıktan sonra, kalabalığın orayı terkedip geride kalan bir kimsenin kabrin başında yüksek sesle ve ölüye hitaben iman esaslarını hatırlatması işleminin adıdır.

Mâlikîler’e göre: Telkin, ölüm döşeğinde iken verilir; gömüldükten sonra telkin vermek ise mekruhtur.
Hanefî mezhebinde :Mükelleflik yaşına girdikten sonra ölen kimsenin mezarı başında telkin verilmesi meşrû görülmüştür. “Telkin yapılmaz”, “Ne yapın denir, ne de yapmayın” diyen Hanefî fıkıhçılar da vardır.
Şâfiîlere göre: Telkin yapılması müstehaptır.
Hanbelîler: Bir kısım fıkıhçılara göre telkin yapılması müstehaptır.

Bir kimse “Falan zat beni yıkasın, namazımı kıldırsın veya beni kabre koysun” şeklinde vasiyet ederse, bu vasiyeti yerine getirmek gerekmez. Ancak ölünün velisi olan kişi, buna rızâ gösterirse bu vasiyet yerine getirilir.

Cenazeyi taşımak veya kabri kazdırmak için ücretle adam tutmak câizdir.

Bir kimsenin kendisi için kefen alıp hazırlaması câiz olduğu gibi, günümüzde şehirlerdeki cârî âdete göre aile mezarlığı olarak mezar yeri almak da -genel olarak müslümanlara bir sıkıntı getirmezse- câizdir. Tabii ki aslolan, bir insanın kendisi için kabir hazırlaması değil, kendisini kabir için hazırlamasıdır.

Cenazenin gündüzün gömülmesi müstehaptır; gece defnedilmesini mekruh görenler, gecenin ve karanlığın yol açacağı sakıncaları göz önünde bulundurmuşlardır. Başkaca bir sakınca bulunmadığında gece de defin yapılabilir.

Ölünün velisi, ölünün gömülmesinin ertesi gününden başlayarak yedinci güne kadar, imkânı ölçüsünde fakirlere sadaka vermeli ve sevabını ölüye bağışlamalıdır. Bu bir sünnettir. Bunu yapamazsa iki rek‘at namaz kılarak sevabını ölüye bağışlar.

Ölü sahiplerinin ölümün birinci, üçüncü günlerinde veya haftasında yemek vermeleri konusunda herhangi bir sünnet veya tavsiye bulunmamaktadır. Bununla birlikte, ölü sahiplerine eziyet olmamak, gereğinden fazla önemsememek yani dinî bir görev saymamak şartıyla ve daha ziyade fakirlerin doyurulmasına yönelik olarak bu zamanlarda yemek verilebilir. Komşuların ilk üç gün içerisinde, ölü sahipleri için yemek hazırlayıp getirmeleri, ülkemizde yaygın olarak yapılan güzel âdetlerdendir.

Tâziye

Tâziyenin kabristanda veya ölünün kapısının önünde yapılması mekruh görülmüştür.

Tâziye süresi, aynı yerde yaşayanlar için üç gündür. Tâziyenin üç gün içinde yapılması müstehaptır. Ölü sahipleri normal hayata daha çabuk dönebilsinler diye, üç günden sonra tâziye yapmak mekruh kabul edilmiştir. Ölü sahipleri yapılacak tâziyeleri kabul için üç gün süreyle evlerinde oturabilir ler. Başka yerde oturanlar veya aynı yerde olduğu halde haberi olmayanların üç günden sonra tâziye yapmaları mümkün görülmüş ise de, aslolan tâziye işinin üç gün içinde bitirilmesidir.

Iskat ve Devir

İbadetlerde ıskat, namaz, oruç, kurban, adak, kefâret gibi ibadet ve borçları ifa etmeden vefat eden bir kimseyi bu borçlarından kurtarmak için fakirlere fidye ödenmesi işlemini ifade eder. Fıkıhta daha çok namaz ve oruç borcunu düşürme anlamına gelen ıskat-ı salât ve ıskat-ı savm terimleri kullanılır. Burada fidyeden maksat söz konusu ibadetlerin yerine geçmesi amacıyla yapılan nakdî veya aynî ödemelerdir. Bu bağlamda ıskat-ı salât, bir kimsenin sağlığında eda veya kazâ edemediği namaz borçlarını uhdesinden düşürebilmek için ölümünden sonra fidye ödenmesi işlemini, devir de bu fidye ödemede geliştirilen bir yöntemi ifade eder.

a) Iskat
Ikat-ı savm
Hz. Peygamber, sahâbe, tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn dönemlerinde yukarıdaki anlamda ıskat söz konusu olmadığından, ıskat-ı salât ve ıskat-ı savm anlayış ve uygulamasının Kitap, Sünnet ve sahâbe fetvalarından delillendirilmesi yerine, fıkhın gelişim seyri göz önünde tutularak ele alınması daha doğru olacaktır.

Ölüme kadar her geçen gün bünyesi zayıflayan hasta ve yaşlıların, tutamadıkları farz oruçları için kaideten sağlıklarında fidye ödemeleri, değilse fidyenin ödenmesini vasiyet etmeleri gerekir. Böyle bir vasiyetin mevcudiyeti ve terekenin üçte birinin de yeterli olması halinde mirasçıların bu fidyeyi ödemeleri dinî bir vecîbedir. Vasiyeti yoksa veya üçte bir yeterli değilse, mirasçıların teberru kabilinden bunu ödemeleri tavsiye edilmiştir.

Yukarıda özetle verilen hükümler, devamlı hastalık ve yaşlılık sebebiyle oruç tutamayanlara mahsus olup bu iki durumun dışında kalan yolculuk, hastalık, gebelik, süt emzirme, ileri derecede açlık ve meşakkat gibi mazeretler oruç tutmamaya veya başlanmış bir orucu bozmaya ruhsat teşkil etse de, tutulamayan oruçlar için fidye ödenmesini câiz kılmaz, mazeret hali kalktıktan sonra kazâ edilmeleri gerekir. Bu kimseler kazâ edemeden vefat etmişse, mirasçıların aynı şekilde bu oruçlar için de fidye vermesi İslâm âlimlerince câiz, hatta tavsiye edilen (mendup) bir davranış olarak görülmüştür. Bu konuda fıkıh mezhepleri arasında önemli bir görüş ayrılığı yoktur.

Mükellefin oruç borcunun vefatından sonra fidye ödenerek düşürülmesi (ıskat-ı savm) arzu ve teşebbüsünün yukarıda özetlenen şartlarla ve zikredilen iki durumla sınırlı kalması daha doğrudur.

Iskat-ı salât
Bir mazeret sebebiyle kılınamayan farz namazların bu mazeret kalkınca hemen kılınması veya kazâ edilmesi emredilmiş ise de mazeretsiz olarak kasten terkedilen namazların daha sonra kazâ edilmesi gerektiğine ve bu kazânın kişiden namaz borcunu düşüreceğine dair açık bir nas yoktur. Böyle olunca, kılınmayan veya kılınamayan bir farz namazın yerine, sağlığında mükellefin veya vefatından sonra mirasçılarının fidye vermesinin cevazını ve bu fidyenin söz konusu namaz borcunu düşüreceğini açık veya dolaylı şekilde bildiren hiçbir âyet veya hadisin bulunmaması gayet tabiidir. İmam Muhammed’in ıskat-ı salât hakkında “Allah dilerse yeterli olur” şeklinde ihtiyatlı bir temennide bulunması da bu sebeptendir. Serahsî de, ölenin namaz borcu için verilecek fidyenin namazın yerine geçmesinin kesinlik taşımadığını, fakat bunun Allah’ın lutuf ve keremine kaldığını söyler.

Zaten ıskat-ı salâtın cevazına kail olan fakihler de, namaz ve oruç borcuyla vefat eden kimsenin her iki ibadet açısından da ifa edemez olma (acz) durumuna düştüğünü, namazın oruçtan daha önemli olduğunu, oruç hakkındaki ruhsatın gerekçesinin “acz” olması halinde namazı da oruca ilhak etmenin ihtiyaten de olsa mümkün olacağını, ancak cevazın şüpheli, ıskatın da bir temenniden öteye geçmediğini ifade ederler. Öte yandan ıskat-ı salât hakkındaki bu yorum ve temenniler, namaz borcuyla ölen kimsenin bu yönde vasiyetinin bulunması ve bıraktığı malın üçte birinin buna yeterli olması kaydıyla söz konusu edilir. Ortada böyle bir vasiyet veya mal yokken mirasçılar kendiliklerinden böyle bir çabaya girmişlerse, ölenin, ibadetinin bu şekilde olsun telâfisine yönelik bir niyet ve ihtiyarı bulunmadığı için namaz borcunun fidye ile sâkıt olması temennisinin daha da şüpheli ve zayıf hale geldiği, belki sadece fakirlere fidye olarak dağıtılan para sebebiyle bir hayır ve tasadduktan söz edilebileceği dile getirilir.

Şâfiî mezhebinde :Ağırlıklı görüş, namaz borcuyla veya itikâf adak borcuyla ölen kimsenin yakınlarının ölen adına bu ibadetleri ifa etmesinin de, fidye vererek bu borçları düşürmesinin de câiz olmadığı yönündedir.

b) Devir

Devir, ıskat için fakirlere nakdî bedeli tamamen vermek yerine muayyen bir miktarı hibe edip tekrar hibe yoluyla ondan geri alma ve toplam borç miktarına ulaşıncaya kadar bu hibe ve karşı hibe işlemini devam ettirme usulünün adıdır. Böylece elde devredilen para ile devir sayısının çarpımıyla elde edilen meblağın fidye olarak hibe edilmiş olacağı, neticede de ıskat için gerekli fidyenin tamamen ödenmiş olacağı var sayılmaktadır.

Bu yaklaşım ve arzu, haliyle ödenecek meblâğı yükseltmekte ve devri âdeta kaçınılmaz kılmaktadır. Öte yandan, devir usulüyle önemli bir ödeme kolaylığı getirilmiş olması da böyle bir talebi ve hesaplama yöntemini teşvik etmektedir. İşlemin sonunda arada devrolunan miktar fakirlere verilir ve böylece toplam borç miktarı kadar para fidye olarak dağıtılmış sayılır. Zekât ödeme dahil diğer malî mükellefiyetlerin ifasında câiz olmayacağı açıkça belirtilen bu işleme belli bir dönemden sonra bazı fakihlerin ıskat-ı savm ve salâtta istisnaî olarak cevaz vermeye başladığı, sorulan fetvalar ve verilen cevaplar dikkatlice incelendiğinde, onların bu yönelişinin temelinde, herhangi bir şer‘î delilden ziyade ümit, ihtiyat ve temenniye dayalı bir iyimserliğin, âdet baskısının ve bazan menfaat beklentisinin yattığı görülür.

Ancak açılan bu cevaz yolunun, yukarıda zikredilen sınırlandırıcı ve yönlendirici mülâhaza ve kayıtlar da göz ardı edilerek daha sonraları dinî bir imkân veya gereklilik olarak telakki edilip zengin fakir herkes tarafından alabildiğince kullanıldığı ve âdeta dinî ödevlerde hileyi sembolize eden bir gelenek halini aldığı da inkâr edilemez.

Sonuç itibariyle, âyette sadece oruç tutmaya gücü yetmeyen sürekli mazeret sahibi kimselerin fidye vermesinin emredildiği, bunun dışındaki ıskat-ı savmın âyette yer almadığı, ıskat-ı salâtın ve devir işleminin ise Kur’an veya Sünnet’ten herhangi bir delile veya fıkhî hüküm elde etmede kullanılan bir usule dayanmadığı açıktır.

Mazeretsiz olarak tutulmayan ve kazâ edilmeyen oruçlar için ıskat-ı savmın, bütünüyle ıskat-ı salâtın ve devrin cevazı yönünde Kur’an’da, sünnette veya sahâbenin ve müctehid imamların fetvalarında hiçbir açıklama yer almadığı halde bütünüyle ıskat ve devrin uygulamada giderek yaygınlaşması, bunun İslâm’ın öngördüğü veya cevaz verdiği bir usul olarak algılanmasına, insanların sağlıklarında ibadetleri ifada tembellik etmesine veya ihmalkâr davranmasına, İslâm’ın bu âdet sebebiyle yanlış anlaşılmasına ve haksız ithamlara mâruz kalmasına yol açmaktadır.

Din adına yapılan bu tür yanlış uygulamaları önlemenin belki de en etkili yolu, geride kalanların ölenler için yapabilecekleri en iyi hizmetin onların namaz-oruç borcu için para ödemek değil kendi ibadetlerini düzenli şekilde yerine getirmek, dünyada iyi bir müslüman olarak yaşamak ve ölen yakınları için, sevabını onlara bağışlamak üzere hayır, eser, iyilik, ibadet ve dua yapmak olduğu bilincine ermeleridir

Şehidlere Ait Hükümler

Allah yolunda canını veren kimseye şehid denir (çoğulu şühedâ). Böyle bir kişiye şehid denilmesinin ne anlama geldiği konusundaki görüşlerden bazıları şunlardır: Böyle bir kişiye şehid denilmiştir; çünkü bu kişinin cennete gireceğine şahitlik edilmiştir. Böyle bir kişiye şehid denilmiştir; çünkü ölümü anında birtakım rahmet melekleri hazır bulunmuştur. Böyle bir kişiye şehid denilmiştir; çünkü kendisi Cenâb-ı Allah’ın mânevî huzurunda hazır olarak rızıklandırılacaktır.

Şehidlik Muhammed ümmetine tahsis edilmiş üstün bir pâye, büyük bir mertebedir. Kur’an’da “Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin! Onlar diridirler, fakat siz farketmiyorsunuz” (el-Bakara 2/154) ve “Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın! Onlar diridirler. Rableri katından rızıklandırılmaktadırlar” (Âl-i İmrân 3/169) buyurulmuştur.

Peygamberimiz de bir hadislerinde
“Şehid cennettedir” buyurmuş (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 25), başka bir hadiste de “Allah katında hayırlı bir mertebede iken ölmüş kullar içinde, dünya içindekilerle birlikte kendisine verilecek olsa bile, şehidden başka hiçbir kimse yeniden dünyaya gelmek istemez. Çünkü şehidler, şehidliğin ne denli üstün bir mertebe olduğunu görmüş oldukları için, dünyaya dönüp yeniden bir kere daha şehid olmak için can atarlar” (Buhârî, “Cihâd”, 6) diyerek, âhirette verilen üstün mertebe yanında şehâdet şerbetini içmenin, şehidliği tatmanın da ayrı bir zevki bulunduğunu ifade etmiş olmaktadır.

Birçok hadiste hangi durumda bir müslümanın şehid olacağı konusuna açıklık getirilmiştir. Bir hadiste, canı, malı ve namusu uğruna ölen kişinin şehid olacağı bildirilmiştir. Korunması dinin amaçları arasında yer alan can, mal ve namus uğruna ölmenin şehid olarak nitelendirilmesi, bu hususlara dinimizde ne kadar önem verildiğini de göstermektedir.

İslâm hukukçuları ilgili hadislerden yola çıkarak dünyevî ve uhrevî hükümler bakımından şehidleri üç kısımda değerlendirmişlerdir.

1. Hem dünya hem âhiret hükümleri bakımından şehid sayılanlar:
Bunlar Allah yolunda savaşırken öldürülen kişilerdir. Kâmil mânada şehid bunlardır ve bunlara “hükmî şehid” denilir. Bu tür şehidler yıkanmaksızın, kanlı elbiseleriyle defnedilir, elbiseleri onların kefeni yerine geçer. Üzerindeki silâh ve başka ağırlıklar alındıktan sonra cenaze namazı kılınarak defnedilir.

Diğer üç mezhebe göre :Şehidlerin yıkanmasına gerek olmadığı gibi üzerlerine cenaze namazı kılınmasına da gerek görülmemesi, yine şehidin elde etmiş olduğu yüksek pâye ile ilgilidir.

2. Sadece dünya hükümleri bakımından şehid sayılanlar:
Kalbinde nifak bulunmakla yani münâfık olmakla birlikte, dış görünüşü itibariyle Müslüman olduğuna hükmedilen ve müslümanların saflarında bulunduğu sırada düşman tarafından öldürülen kişiler bu grupta yer alır. Bunlar dünyada yapılacak işler bakımından şehid muamelesi görürler.

3. Sadece âhiret hükümleri bakımından şehid sayılanlar:
Allah yolunda savaşırken aldığı bir yaradan dolayı o anda değil de, daha sonra ölen kişiler
bu grupta yer alırlar.

Ayrıca hadislerde şehid oldukları bildirilmekte olan, yanlışlıkla veya haksız yere öldürülen kişi, yangında, denizde veya göçük altında can veren kişiler; veba, kolera, sıtma gibi yaygın ve önlenmesi zor hastalıklar sebebiyle ölenler, ilim tahsili yolunda, helâl kazanç uğrunda, gerek kendisinin gerekse, -isterse gayri müslim olsun- başkalarının can, mal ve namusları uğrunda ölenler, loğusa iken ölen ve cuma gecesinde ölen kimseler de bu grupta yer alan şehidlerdir.

Kur’an’da “Allah’a ve elçisine itaat eden kimseler; Allah’ın nimetine mazhar olmuş bulunan peygamberler, sıddîklar, şehidler ve iyi/sâlih kullar ile birlikte bulunacaklardır” (en-Nisâ 4/69) buyurularak, şehidlerin Allah katındaki itibarına işaret edildikten sonra Allah ve Resulü’ne itaat eden, yani İslâm dininin getirdiği hükümlere boyun eğen kimsenin de aynı şekilde iyi muamele göreceği belirtilir. Hz. Peygamber de”Kim şehid olmayı içtenlikle dilerse, Allah onu şehidlerin menzilesine ulaştırır, bu kişi isterse yatağında ölmüş olsun” (Müslim, “İmâre”, 156-157; Nesaî, “Cihâd”, 36) buyurarak müslümanın iyi niyet ve samimi arzusunun bile Allah katında üstün bir değere sahip olduğunu belirtmiştir.

Hükmî şehid: Allah yolunda savaşırken öldürülen kişilerdir. Kâmil mânada şehid bunlardır.

DÖRT MEZHEBE GÖRE NAMAZ

Taglis: Sabah namazını fecr-i sâdık doğarken, yani ortalık henüz karanlık iken kılmak.
Hanefi mezhebine göre, Sadece kurban bayramının ilk günü Müzdelife’de bulunan hacıların o günün sabah namazını, ikinci fecir doğar doğmaz,(taglis) ortalık henüz karanlıkça iken kılmaları daha faziletlidir.

Diğer üç mezhebe göre: Sabah namazını her zaman bu şekilde erken kılmak daha faziletlidir.

İkindi Namazının Vakti:

Ebû Hanîfe’ye göre her şeyin gölge uzunluğu, kendi uzunluğunun iki katına çıktığı andan itibaren
Diğer üç mezhebe göre ise bir katına çaktığı andan itibaren başlar.

Niyet
Şâfiîler ve bazı Mâlikîler rükün sayarlar.

Hanefî mezhebine göre farz namazlar, vitir namazı, adak namazı ve bayram namazları için belirleme şarttır.

İftitah Tekbiri

Diğer üç mezhebe göre: Rükün olarak değerlendirmiştir.
Hanefî mezhebinde rükün değil şart olmakla birlikte, rükünlere çok yakın oluşu sebebiyle bir rükün gibi değerlendirilmesi ve rükünler arasında ele alınmıştır.

Kıraat

Hanefî mezhebinde: İmama uyan kişinin kıraat yükümlülüğü yoktur; kılınan namaz açıktan (cehrî, âşikâre) okunan namaz ise imamı dinler, değilse susar.
Diğer üç mezhebe göre: Sessiz namazlarda:Kıraatin asgari miktarı her rek‘atta Fâtiha sûresinin okunmasıdır. İlk iki rek‘atta Fâtiha’dan sonra Kur’an’dan bir sûre veya birkaç âyet daha okumak (zamm-ı sûre) sünnettir. Bu mezheplerde kıraat, imam ve yalnız başına kılan için olduğu gibi imama uyan için de geçerlidir. Bu durumda İmama uyan kişi Sessiz namazlarda: Fâtiha’yı ve ardından eklenecek bir sûreyi okur.

Sesli namazlarda 

Şâfiîler’e göre: Sadece Fâtiha’yı okur ve susar.
Mâlikî ve Hanbelîler’e göre: Bir şey okumayıp sadece dinler.

Zelletü’l-karî (Okuyuş hataları ve dil sürçmesi.)

Şâfiî ve Hanbelîler’e göre: Fâtiha dışındaki okuyuşlarda kasıtlı olmamak şartıyla meydana gelen hata sebebiyle namaz bozulmaz. Bu bakımdan, özellikle Fâtiha’yı hatasız öğrenmeye, doğru ezberleyip doğru okumaya çalışmak iyi olur.
Şâfiî mezhebine göre: Besmele Fâtiha sûresinden bir âyet olduğu için, besmelenin okunması da kıraat vecîbesinin bir parçasıdır, yani besmle namazın farzlarındandır.

Secde

Hanefî mezhebinde farz olan, alnın ve ayakların hiç değilse bir ayağın yere dayanmasıdır.
a) Burnun konması vâcip,
b) Ellerin ve dizlerin konması ise sünnettir.
Tercih edilen görüşe göre, bir ayağın sadece bir parmağını veya sadece üstünü yere koymak yeterli değildir. Yine bir mazeret (özür) yokken alnı yere değdirmeden sadece burun üzerine secde yeterli olmaz.

Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde, yedi uzvun (eller, ayaklar, dizler ve yüz) her birinin bir kısmının yere değdirilmesi farzdır.
Şâfiîler’e göre avuç içlerinin ve ayak parmaklarının alt taraflarının yere gelmesi gerekir.
Mâlikî mezhebinde farz olan, secdenin alnın bir kısmı üzerinde yapılmasıdır. Özür sebebiyle bunu yapamayan ima ile secde eder. Sadece burnun üzerine secde edilmesi yeterli değildir.

Ka‘de-i Ahîre (Son oturuş)

Hanefîler’e göre: Son oturuştaki süre “teşehhüt” miktarıdır. Teşehhüt miktarı ise, “Tahiyyât” duasını okuyacak kadar bir süredir.
Şâfiî ve Hanbelîler’e göre: Farz olan oturuş süresi teşehhüt miktarına ilâveten bir de Hz. Peygamber’e salavat getirilebilecek (“Allahümme salli alâ Muhammed” diyecek) kadardır.
Mâlikî mezhebine göre: Farz olan, hiç değilse selâm vermeye elverişli bir süre oturmaktır.

Ta‘dîl-i Erkân

Ta‘dîl-i erkân, rükünleri düzgün, yerli yerinde ve düzenli yapmak demektir.
Diğer üç mezhebe göre: Ta‘dîl-i erkân, rüknün şartı olması itibariyle farzdır.
Hanefî mezhebine göre: (Ebû Hanîfe ve Muhammed’e göre) ise vâciptir.

NAMAZI BOZAN ŞEYLER

Mushaf’tan ezberinde olmayan bir âyeti okumak durumunda
Ebû Hanîfe’ye göre : Namaz bozulur.
Hanbelîler’e göre ezbere bilen için mekruh olmakla birlikte, Mushaf’tan okuyarak namaz kılmak câizdir.

Cemaatle Namazın Hükmü

Cemaatle namaz kılmanın erkekler için
Hanbelîlere göre: Farz-ı ayın,
Şâfiîlere göre: Farz-ı kifâye
Hanefî ve Mâlikîler’e göre: Cuma namazı dışındaki farz namazları cemaatle kılmak, gücü yeten erkekler için müekked sünnettir.

Vakit Namazlarda Cemaat Sayısı

Hanefî ve Şâfiîler’e göre: Cemaatin en az sayısı imam ve ona uyan olmak üzere iki kişidir.

İmama Uymanın Geçerlilik Şartları

Hanefîler’e ve Mâlikîler’e göre: Nâfile kılan muktedî, farz kılmakta olan imama uyabildiği halde, farz namaz kılan (müfteriz) muktedî, nâfile namaz kılan (müteneffil) imama uyamaz.
Şâfiîler’e ve Hanbelîler’e göre: Farz kılan kişi, nâfile kılana uyabilir
Şâfiîler’e göre : Bir vaktin farz namazını kılmış olan kimse, yeniden başkalarına aynı vakit için imamlık yapabilir. Kendi kıldığı nâfile olur.

Şâfiî bir imamın elinin kanadığını gören, daha sonra onun gidip abdest tazelemediğini de yakînen bilen kişinin o imama uyması sahih olmaz. Çünkü kan akması Şâfiî mezhebine göre abdesti bozmaz.

Hanefî mezhebine göre: Bozar. Bu durumu kesin olarak görüp bildikten sonra, ona uyması sahih olmaz. Uyacak kişi bu durumu yakînen bilmiyorsa, tahmine göre davranmayıp uyabilir. İsterse uyulan kişi, Hanefî mezhebine göre abdesti bozan bir şey yapmış olsun.
Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre : İmamın namazı -kendi mezhebine göre- sahih olursa başka mezhepten olan ve ona uyarak namaz kılan cemaatin de namazı -kendi mezheplerine uymasa bile- sahih olur.

CUMA NAMAZI İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

Cemaat Sayısı

Hanefîler: İmamın dışında 3(üç) kişi.
Şafîi ve Hambeliler: İmamla birlikte 40(kırk) kişi
Mâlîkiler: İmamın dışında 12(on iki) kişi olması şarttır.
İmam Şafîi’ya göre: Cuma namazını kıldıran kişinin yolcu olması durumunda, kendi dışında kırk kişinin bulunması gerekir.
Mâlikîler’e göre: Cuma namazında imamın mukim olması şarttır.

Şehir

Hanefîler’e göre: Cuma namazı kılınacak yerleşim biriminin şehir veya şehir hükmünde bir yer olması ya da böyle bir yerin civarında bulunması gerekir.
Şâfiîler’e göre : Cuma namazının insanların devamlı olarak oturdukları bir şehir veya köyün sınırları içinde kılınması gerekir. Çölde veya çadırlarda yaşayanlar, yani belli bir yerleşim birimi içinde oturmayanlar sayıca ne kadar çok olurlarsa olsunlar orada cuma namazı kılamazlar.
Mâlikîler’e göre : Şafilerle aynı görüştedirler. Bu bakımdan çadır vb. barınaklardan oluşan ve geçici olarak oturulan yerlerde cuma namazı kılınamaz. Mâlikîler ayrıca, cuma namazı kılınacak yerde cami bulunmasını da şart koşmuşlardır.
Hanbelîler’e göre : Cuma namazının kılınabileceği yerin en az kırk kişinin devamlı olarak oturduğu yer olması şarttır.

Hutbenin Rüknü

Ebû Hanîfe’ye göre : Hutbenin rüknü yani temel unsuru Allah’ı zikretmekten ibaret olduğu için, hutbe niyetiyle “elhamdülillah” veya “sübhânallâh” veya “lâ ilâhe illallah” demek suretiyle hutbe yerine getirilmiş olur. Fakat bu kadarla yetinilmesi mekruhtur.

Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre : Hutbenin rüknü, hutbe denilecek miktarda bir zikirden ibarettir ki, bu zikrin uzunluğunun da en az teşehhüd miktarı kadar yani Tahiyyât duası kadar olması gerekir.

İmam Şâfiî’ye göre ise hutbenin beş rüknü vardır.
1. Her iki hutbede (hutbenin her iki bölümünde) Allah’a hamdetmek.
2. Her iki hutbede Peygamberimiz’e salavat getirmek.
3. Her iki hutbede takvâyı tavsiye etmek.
4. Hutbelerden birinde bir âyet okumak (âyetin birinci hutbede okunması efdaldir).
5. İkinci hutbede müminlere dua etmek.

Hanbelîler’e göre : Hutbenin rükünleri, sonuncu hariç, Şâfiîler’deki ile aynıdır.

İmam Mâlik’e göre : Hutbenin rüknü, müminlere hitaben müjdeli veya sakındırıcı ifade taşımasıdır.

Şâfiîler’e göre hutbe için niyet şart değildir.

Mâlikîler’e göre de hatibin abdestli olması şart değil, hutbe için niyet de şart değildir.

Hanefîlere göre:
Hutbenin Şartları (Geçerli Olmasının Şartları)
1. Vakit içinde okunması.
2. Namazdan önce olması.
3. Hutbe niyetiyle okunması.
4. Cemaatin huzurunda irad edilmesi.
Son şartın yerine gelmiş olması için, kendisiyle cuma sahih olan en az bir kişinin bulunması gerekir.
5. Hutbe ile namaz arasının, yiyip içmek gibi namaz ve hutbe ile bağdaşmayan bir şeyle kesilip ayrılmaması.

Şâfiîler’e göre
1. Hutbenin beş rüknünden her birinin Arapça olması.
2. Öğle vakti içinde olması.
3. Hatibin, gücü yetiyorsa hutbeleri ayakta okuması.
4. Bir mazereti yoksa iki hutbe arasında oturması.
5. İki hutbenin rükünlerini en az kırk kişinin dinlemesi.
6. Hutbenin namazdan önce okunması ve gerek hutbelerin arasına gerekse hutbe ile namazın arasına başka bir meşguliyetin katılmaması.
7. Hatibin hadesten ve necâsetten temiz olması.
8. Hatibin setr-i avrete riayet etmesi.
9. Hatibin erkek olması.
10. Hatibin kırk kişinin duyabileceği şekilde sesini yükseltmesi.
11. Hatibin imamlığının sahih olması.
12. Hatibin namazın farz ve sünnetlerini birbirinden ayıracak kadar bilgi sahibi olması, hiç değilse farzı sünnet olarak bilmemesi.

Şâfiîler’e göre hutbe için niyet şart değildir.

Mâlikîler’e göre
1. Hatibin ayakta olması.
2. Her iki hutbenin de öğle vakti girdikten sonra irad edilmesi.
3. Her iki hutbenin de hutbe olarak nitelendirilebilecek içerikte olması.
4. Mescidin içinde irad edilmesi.
5. Namazdan önce olması.
6. En az on iki kişilik bir cemaatin huzurunda olması.
7. Açıktan okunması.
8. Arapça olması.
9. Hutbelerin arasına ve hutbe ile namaz arasına başka bir meşguliyetin sokulmaması.

Mâlikîler’e göre de hatibin abdestli olması şart değil, hutbe için niyet de şart değildir.

Zuhr-i Ahîr Namazı

Ebû Hanîfe’ye göre : Cumanın farzından sonra tek selâmla dört rek’ât.
Şâfiî’ye göre : İki selâmla dört rekât.

Cuma Vakti ve Cuma Namazıyla İlgili Bazı Meseleler 

Hanefî mezhebine göre : Cuma namazına imam selâm vermeden önce yetişen kimse cuma namazına yetişmiş olur. Bu kişi imamın selâm vermesinden sonra namazını kendisi tamamlar.
İmam Muhammed, Mâlik ve Şâfiî’ye göre : Cumaya yetişmiş sayılabilmek için en az bir rek‘atı imamla birlikte kılmak gerekir. Buna göre, imam ikinci rek‘atın rükûundan doğrulduktan sonra yetişip uyan kimse, namazını öğle namazı olarak dörde tamamlar.

Alışveriş

Hanefîler’e göre :Cuma namazı ile yükümlü kişilerin cuma günü zeval vaktinden sonra hatibin minberde olduğu sırada alışveriş yapmaları tahrîmen mekruh olmakla birlikte yapılan alışveriş geçerlidir.
Diğer mezheplere göre : Bu vakitte alışveriş yapmak haramdır ve bu esnada yapılan akdin geçerli olmayacağı kanaati hâkimdir.

VİTİR NAMAZI

Ebû Hanîfe : Vitir namazının vâcip olduğunu söylerken.

Ebû Yûsuf ve Muhammed ile diğer üç mezhep imamı bunun müekked sünnet olduğunu söylemişlerdir.

Kunut duasını okumak

Ebû Hanîfe’ye göre: Vâciptir ve hangisi terkedilse sehiv secdesi gerekir.
İmam Mâlik : Üç rek‘at vitir namazı kılmayı müstehap görmüştür. Bu üç rek‘atın arası selâmla ayrılmalıdır, yani her birinde selâm verilmelidir. *Mâlikîler’e göre vitir bir rek‘at olarak da kılınabilir.
Hanefîler’e göre : Kunut duası sadece vitir namazında okunur.
Şâfiî ve Mâlik’e göre : Her zaman sabah namazının farzında rükûdan sonra ayakta Kunut duası okunabilir.

Kunut duası

Mâlikîler’e göre : Müstehap.
Şâfiîler’e göre : Sünnettir.
Sabah namazında Kunut duasını okuyan bir Şâfiî veya Mâlikî imama uyan Hanefî kimse, susup
bekleyebileceği gibi içinden Kunut duasını da okuyabilir.

BAYRAM NAMAZI

Hanefî mezhebinde : Cuma namazının vücûb şartlarını taşıyan kimselere vâciptir.
Şâfiî ve Mâlikîler’e göre : Müekked sünnet.
Hanbelîler’e göre : Farz-ı kifâyedir.

Bayram namazının sıhhat şartları

Hanefîler’e göre : Hutbe hariç, Cuma namazının sıhhat şartları ile aynıdır. Bayram namazında hutbe sünnettir. Bayram namazından sonra okunur.

Şâfiîler’e göre : Kadınlar da bayram namazı ile yükümlüdürler. Şu var ki bu namazın cemaatle kılınması şart olmayıp, münferiden de kılınabilir, fakat camide cemaatle kılınması daha faziletlidir.

Teşrik Tekbirleri

Ebû Hanîfe’ye göre : vâciptir.
Şâfiî ve Hanbelî mezhebine göre : Sünnet .
Mâlikî mezhebine göre :Menduptur.

Müekked Sünnetler

Şâfiî mezhebine göre : Müekked sünnetler, sabahın farzından önce iki, öğlenin farzından önce ve sonra ikişer, akşamın farzından sonra iki ve yatsının farzından sonra iki olmak üzere toplam 10 rek‘attır. Cuma namazının farzından önce ve sonra kılınan ikişer rek‘at sünnet de müekked sünnettir.

Gayr-i Müekked Sünnetler

Hanifiler göre: İkindi namazının sünneti ile yatsı namazının ilk sünneti gayr-i müekkeddir.
Şâfiî mezhebine göre:
Öğlenin sünnetlerini dörder rek‘at kılmak.
İkindinin farzından önce dört rek‘at namaz kılmak.
Akşamın farzından önce iki rek‘at namaz kılmak.
gayr-i müekked sünnet sayılmıştır. Cuma namazının sünnetlerini dörder rek‘at olarak kılmak da böyledir.

Hanefîler’den farklı olarak Şâfiîler’de, yatsının farzından önce dört rek‘at sünnet yoktur, buna mukabil yine Hanefîler’in tersine olarak akşam namazından önce iki rek‘at sünnet vardır.

Başlanmış nâfile namazın tamamlanması gerekir.

Hanefîler’e göre :Başlanmış nâfile namaz herhangi bir nedenle bozulacak olursa kazâ edilmesi vâcip.
Şâfiîler’e göre : Bozulan nâfile namazın kazâ edilmesi gerekmez.
Mâlikîler’e göre : Farzdır.
Hanefîler’e göre : İki veya dört rek‘atta bir selâm verilebilir.
Şâfiîler’e göre : Nâfile namazlarda iki rek‘atta bir selâm vermek sünnet.

Tahiyyetü’l-mescid

Kerâhet vakitlerinde mescide giren kimsenin bu namazı kılması;

Hanefîler’e ve Mâlikîler’e göre : Mekruhtur.
Şâfiî mezhebine göre : Mescide ne zaman girilirse girilsin bu namazın kılınması müstehaptır.

Cuma vakti hatip hutbedeyken mescide giren kimse

Hanefî ve Mâlikîler’e göre : Tahiyyetü’l-mescid kılamaz.
Şâfiîler’e ve Hanbelîler’e göre :Uzatmamak ve iki rek‘atı geçmemek şartıyla bu durumda tahiyyetü’l-mescid kılınır.

Mescide girildikten sonra tahiyyetü’l-mescid kılmadan oturulursa

Hanefî ve Mâlikîler’e göre :Bu namaz, yine de kılınabilir; ancak oturmadan önce kılmak daha faziletlidir.
Şâfiîler’e göre : Eğer kişi kasten oturmuşsa bu namaz sâkıt olur (düşer)kılmaya gerek yok.

SEFERİLİĞİN HÜKÜMLERİ

Hanefîler : Bir ruhsat değil bir azîmet(yapılması zorunlu) hükmü olduğunu ileri sürerek bu konuda yolcuya tercih hakkı tanımamış ve kısaltmanın vâcip olduğunu söylemişlerdir.
Mâlikîler’e göre : Seferde namazı kısaltarak kılmak müekked sünnettir.
Şâfiî ve Hanbelîler’e göre :Yolculukta namazları kısaltarak kılmak bir ruhsat olup, kullanıp kullanmamak kişinin tercihine bırakılmıştır.

Seferiliğin Süresi ve Mesafesi

Hanefîler :Mesafe, Yaklaşık 90 kilometre.
Süresi: 15 günden az kalmaya karar vermişse yine misafir sayılır. Gittiği yerde onbeş gün veya daha fazla kalmaya niyet ederse misafirlikten çıkar.
Şâfiî ve Mâlikîler’e göre :Yolcu bir yerde dört gün kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar.
Hanbelîler’e göre : Dört günden fazla veya yirmi vakitten fazla kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar.

İKİ NAMAZI BİR VAKİTTE KILMAK (CEM )

Ebû Hanîfe :Arefe günü Arafat’ta birlikte kılınan öğle ve ikindi namazının cemaatle kılınmasını şart koşar.
Diğer üç mezheb: Bu şartı aramazlar.

Arefe günü Arafat’ta öğle ile ikindi namazı cem’ ile kılınırken bir ezan okunur, fakat iki namaz için ayrı ayrı kamet getirilir. Her iki namazında sünnetleri kılınmaz.

Müzdelife’de ise akşam ile yatsı namazı tek ezan ve tek kamet ile kılınır. Her iki namazında sünnetleri kılınmaz. Arada sünnet kılınmışsa yatsı için tekrar kamet getirilir.

Not: Hanefî mezhebinde, hac zamanında Arafat ve Müzdelife’deki cem‘in dışında, iki namazın bir vakitte cemedilmesi câiz görülmez.

Diğer mezheplerde cem‘, belirli sebep ve şartlarla câiz görülmüştür.

KAZÂ NAMAZLARININ İFA ŞEKLİ

Hanefîler’e göre : Kazâya kalmış bir namaz, vakti içinde nasıl eda edilecek idiyse daha sonra kazâ edilirken o şekilde kılınır.

Meselâ seferde iken dört rek‘atlı bir namazı kaçıran kimse bunu ister seferde isterse aslî vatanına döndükten sonra kazâ etsin, iki rek‘at olarak kılar. Aynı mantığın gereği olarak, normal zamanda kazâya kalmış olan dört rek‘atlı bir namazı sefer esnasında kazâ edecek olan kişi de sefer haline bakılmaksızın bu namazı dört rek‘at olarak kaza edecektir.

Şâfiî ve Hanbelîler’e göre : Kazâ namazı kılınırken, kazânın yapılacağı yer ve zaman dikkate alınır. Seferî olan kimse kazâya kalmış dört rek‘atlı namazı iki rek‘at olarak kazâ eder. Bu namazın seferde veya ikamet halinde iken kazâya kalmış olması, hükmü değiştirmez. Seferde kazâya kalan namaz da, ikamet halinde kazâ edilince dört rek‘at olarak kılınır. Çünkü kısaltmanın sebebi olan yolculuk kalkmıştır.

SEHİV SECDESİ İLE İLGİLİ MESELELER

Hanefîler’e göre : Vâciptir. Sehiv secdesi gerektiği halde bunu yapmayan kişi günah işlemiş olur; fakat namazı bâtıl olmaz.
Mâlikî ve Şâfiîler’e göre :Sehiv secdesi namazın sünnetlerinden bir veya birkaçının terkedilmesi durumunda yapıldığı için, sehiv secdesi yapmak sünnettir.
Hanbelîler’e göre :Sehiv secdesi duruma göre bazan vâcip, bazan sünnet, bazan da mubah olur. Meselâ namazın bir sünnetini terketmekten dolayı sehiv secdesi yapmak mubahtır.
Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre : Sehiv secdesi selâmdan hemen önce yapılır.

TİLÂVET SECDESİ

Hanefîler’e göre: Vâcip,
Diğer üç mezhebe göre: Sünnettir.

CENAZE İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

Hanefi Mezhebine Göre: Bir kadın vefat eden kocasını yıkayabilir. Çünkü kadın iddet bekleyecektir. Bu iddet çıkmadıkça evlilik devam ediyor sayılır.

Fakat koca, ölmüş karısını yıkayamaz. Çünkü erkeğin iddet beklemesi gerekmez, karısı ölünce aralarındaki evlilik bağı kalkmış olur. Ancak yıkayacak kimse bulunmadığı takdirde, koca karısına teyemmüm verir.

Diğer üç imama göre: Koca karısını yıkayabilir

Kur’an tilâveti niyetiyle okunmasını tahrîmen mekruh sayar, fakat dua niyetiyle okunmasında sakınca görmezler.

Cenaze Namazında Fatiha’nın Okunması

Hanefîler :Kur’an tilâveti niyetiyle okunmasını tahrîmen mekruh sayar, fakat dua niyetiyle okunmasında sakınca görmezler.
Şâfiîler’e göre :Fâtiha, diğer namazlarda olduğu gibi, cenaze namazında da bir rükündür. İlk tekbirden sonra okunması daha faziletlidir.
Hanbelîler’e göre : Fâtiha, bir rükün olup ilk tekbirden sonra okunması vâciptir.
Mâlikîler’e göre : Fâtiha’nın okunmaması daha iyi olup okunması tenzîhen mekruhtur.

Gaip yani orada bulunmayan bir cenaze üzerine namaz

Hanefî ve Mâlikî fakihleri : Kıble yönünde sapma meydana geleceği gerekçesiyle, gaip yani orada bulunmayan bir cenaze üzerine namaz kılmayı câiz görmezler.
Şâfiîler’e göre : Gaip üzerine cenaze namazı kılınabilir.
Çünkü Peygamberimiz Necâşî’nin namazını bu şekilde kılmıştır.
Hanbelîler’e göre : Aradan bir ay geçmedikçe gaip üzerine cenaze namazı kılınabilir.

Telkin

Mâlikîler’e göre: Telkin, ölüm döşeğinde iken verilir; gömüldükten sonra telkin vermek ise mekruhtur.
Hanefî mezhebinde :Mükelleflik yaşına girdikten sonra ölen kimsenin mezarı başında telkin verilmesi meşrû görülmüştür.
Şâfiîlere göre: Telkin yapılması müstehaptır.
Hanbelîler: Bir kısım fıkıhçılara göre telkin yapılması müstehaptır.

ŞEHİTLERLE İLGİLİ HÜKÜMLER

Hanefîler : Şehidler yıkanmaksızın, kanlı elbiseleriyle defnedilir, elbiseleri onların kefeni yerine geçer. Üzerindeki silâh ve başka ağırlıklar alındıktan sonra cenaze namazı kılınarak defnedilir.

Diğer üç mezhebe göre :Şehidlerin yıkanmasına gerek olmadığı gibi üzerlerine cenaze namazı kılınmasına da gerek görülmemesi, yine şehidin elde etmiş olduğu yüksek pâye ile ilgilidir.https://farmacia-potenza.it/acquistare-cialis-originale/

DHBT Sınavı
22.09.2024
0
Gün
0
Saat
0
Dakika
0
Saniye