Kur’ân, Arapça bir kitaptır. Arap dilinin tüm özelliklerini bünyesinde en mükemmel şekliyle taşır. Kur’ân’ın hem sözlü, hem de yazılı şekli, manalarla yüklüdür; bir anlamda, lafız ve manadan oluşur. Kur’ân lafızları, manalarının kalıplarını oluşturur; mesajı ve manayı aktaran ve yüklenen araçlardır. Kur’ân’ın anlaşılması lafız düzeyinde başlar. Lafızları çeşitleri ve özellikleri ile bilmek, anlamanın başlangıcını teşkil eder. Arap dilinde lafız, isim, fiil ve edat olmak üzere üç kısma ayrılır.
Morfolojik olarak Arapça, baştan, ortadan ve sondan eklemeli bir dildir. Bu yüzden de çekim şekilleriyle her üç grup (isim, fiil ve edat) için engin bir çeşitlilik ve anlam zenginliğine sahiptir. Çünkü her bir morfolojik kalıp, kelimenin sözlük anlamı yanında kalıp (siğa) anlamını yüklenir. Kelime düzeyinin bir ileri derecesi terkip (tamlama), boyutudur. Bu da sıfat ve isim tamlaması olarak ikiye ayrılır. Terkibin bir ileri boyutu, cümledir. Bu da isim ve fiil cümlesi olarak iki kısma ayrılır. Cümleler birleşir, paragrafları oluşturur; paragraflar pasajları, pasajlar da metni meydana getirir.
Sarf, Nahiv, Belağat ilimleri ile Arap dilinin alt dilbilim dalları, Kur’ân’ın lafız düzeyindeki boyutlarıyla ilgilenmesine ve prensiplerini koymasına karşılık Tefsîr ilmi içinde müstakil olarak özellikle sorunlu alanlar için çeşitli Kur’ân ilimleri gelişmiştir.
Elfâzu’l-Kur’ân ifadesi, burada sıradan Kur’ân kelimeleri anlamını karşılamak için kullanılan bir ifade değildir. Bir tefsîr terimi olarak Elfâzu’l-Kur’ân, her biri kendi içinde müstakil bir çeşit olan ve belli prensip ve kurallara sahip lafız türlerini karşılayan bir kavramdır. Bu tanım kapsamına giren Kur’ân lafızları, yüklendiği anlamlar açısından ya temel anlama ya da yan anlamlara gelirler. Temel anlam, hakîkî anlam; yan anlamlar da mecâzî, isti’âri, kinâî ve teşbîhî anlam kavramlarıyla ifade edilir. Kelimelerin anlamının geniş veya dar olan kısımları için âmm (genel anlamlı) lafız veya hâss (dar anlamlı) lafız kavramları kullanılır. Kur’ân lafızlarının yaşadığı toplumda az kullanıldığı veya yabancı kaynaklı olduğu için anlaşılması zor olan kapalı lafızları garîb; Kur’ân’da ismi açıkça zikredilmeyip kapalı ifadelerle zikredildiğinden kapalı kalan lafız ve ibareleri müphem denir. Kur’ân’da sözü söyleyenin açıklamadığı sürece anlaşılamayan lafızları da mücmel kavramlarıyla karşılamaktadır ki birincisi için Garîbu’l-Kur’ân, ikincisi için Mübhemâtü’l-Kur’ân, üçüncüsü için ise Mücmel-Mübeyyen ismiyle birer Kur’ân ilmi oluşmuştur.
Kur’ân’ın anlaşılmasında bir kelimenin temel (hakîkî) anlamında mı yan anlamında mı kullanıldığını bilmek, son derece önemlidir. Hakîkat, “hakka” kelimesinden türemiş olup sözlükte, “gerçek, öz, temel, asıl” gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak hakîkat, bir kelimenin dilde konulduğu ilk ve temel anlamında kullanılmasıdır. Mecâz ise, sözlükte “bir şeyi aşmak, geçmek” anlamına gelen “câze” fiilinden türemiş olup terim olarak, kelimenin, hakîkî anlamıyla arasındaki bir ilgiden ve hakîkî anlamın kastedilmesine engel olan bir karîneden dolayı hakîkat anlamı dışında başka bir manada kullanılmasıdır.
Kelimenin hakîkat anlamı asıldır. Hakîkat; dil, din ve örf bağlamında üç çeşide ayrılır ve her bir çeşidin karşısında da mecâz türü yer alır:
Luğavî hakîkat: Lafzın umûmî dilde konulduğu anlamda kullanılmasıdır. Bunun karşısında ise luğavî mecâz vardır; bu ise lafzın umûmî dilde konulduğu mananın dışında bir anlamda kullanılmasıdır.
Şerî/dînî hakîkat, kelimenin din dilindeki terim anlamıyla kullanılmasıdır. Bunun karşısında ise şerî/dînî mecâz vardır. Bu ise şerî hakîkî anlamın dışında başka bir anlamda kullanılmasıdır.
Umûmî örfî hakîkat, kelimenin luğavî hakîkatın dışında umûm olarak insanların dilinde kazandığı anlamda kullanılmasıdır. Bunun karşısında ise umûmî örfî mecâz olup lafzın, umûmî örfî hakîkatın dışındaki bir anlamda kullanılmasıdır.
Husûsî örfî hakîkat, kelimenin özel bir bilim ve sanat dalında kazanmış olduğu terim anlamında kullanımıdır. Bunun karşısında ise husûsî örfî mecâz olup lafzın bu anlamın dışında kullanımıdır.
Mecâz, aklî ve luğavî olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır:
Bu da iki kısma ayrılır: İsti’âre ve mecâz-ı mürsel.
İsti’âre, sözlükte “birinden bir şeyi ödünç almak” anlamına gelir. Terim olarak isti’âre, benzerlik alakasından ve hakîkî anlamın kastedilmesine engel bir karîneden dolayı, kelimenin hakîkî anlamının dışında kullanılmasıdır. İsti’âre, isti’âre-i müfrede ve isti’âre-i mürekkebe olarak ikiye ayrılır:
1. İsti’âre-i müfrede: Lafız düzeyinde yapılan isti’âredir. Bu da kullanılan kelimenin türemeyen (camid) ve türemiş (müştak) kelime olmasına göre isti’âre-i asliyye ve isti’âre-i tebeiyye diye ikiye ayrılmaktadır:
a. İsti’âre-i asliyye, kullanılan lafzın türemeyen bir isim olduğu isti’âre çeşididir.
b. İsti’âre-i tebeiyye ise kullanılan lafzın türemiş isim, fiil ve edat olduğu isti’âre çeşididir.
İsti’âre-i müfrede ayrıca açık ve kapalı diye de ikiye ayrılmaktadır:
2. İsti’âre-i mürekkebe: Terkip (tamlama) düzeyinde yapılan isti’âredir. Yani bir terkibin, asıl manası dışında bir manada kullanılmasıdır. Buna isti’âre-i temsiliyye de denir.
Bunların dışında isti’âre, müste’ârun bih ve müste’ârun lehin ek özelliklerinin zikredilip zikredilmemesine göre üç kısma ayrılmaktadır:
1) İsti’âre-i mutlaka: Müste’ârun leh ve müste’ârun minhin ek özellikleri zikredilmeyen isti’âreye denir.
2) İsti’âre-i muraşşaha: Müste’ârun minhin sıfatlarının veya unsurlarının yer aldığı isti’âre çeşididir.
3) İsti’âre-i mücerrede: Müste’ârun lehin sıfatlarının veya unsurlarının yer aldığı isti’âre çeşididir.
Mecâz-ı mürsel, alakası benzerliğin dışında bir şey olan ve bir karineden dolayı hakîkî mananın dışında bir manada kullanılan luğavî mecâz çeşididir. Mecâz-ı mürselde alaka, benzerliğin dışındaki başka unsurlardır ki bunların sayısı çoktur. En önemlileri şunlardır: Sebeb-müsebbeb (sebebsonuç), külliyyet-cüziyyet (bütün-parça), hal-mahal (durum-yer), lazımmelzum, âliyet, umûm-husûs. Mecâz-ı mürsel, alakasına göre isimlendirilmektedir: Zikrü’l-küll iradetü’l-cüz (bütünü zikredip parçayı kastetmek); zikrü’l-cüz iradetü’l-kül (parçayı zikredip bütünü kastetmek) gibi.
Teşbîh, sözlükte “benzetmek” demektir. Terim olarak, belli bir maksat için aralarındaki ortak bir nitelikten dolayı bir şeyi başka bir şeye benzetmeye verilen isimdir. Teşbîhin dört unsuru vardır:
Teşbîhin unsurlarının bulunup bulunmaması açısından beş çeşidi vardır:
Kinâye, gizlemek, örtmek anlamına gelmekte olup terim olarak bir sözü, hakîkî manası da kastedilebilecek şekilde, hakîkî anlamın dışında bir anlamda kullanmaya verilen isimdir. Bunun karşısında ise sarih yer almaktadır ki kinâî anlamı doğrudan söylemeyi karşılamaktadır.
Kinâyenin iki unsuru vardır:
a) Sıfattan kinâye
b) Mevsuftan kinâye
c) Nisbetten kinâye
Hâss, has olmak, özel olmak, tek olmak gibi manalara gelen bir isim olup terim olarak ilk vaz’da (icatta) tek bir manaya veya sınırlı sayıdaki fertlere delalet eden lafız şeklinde tanımlanmaktadır. Hâssın hükmü, aksine bir delil olmadığı sürece kapsadığı sınırlı fertler için geçerlidir.
Âmm ise, kapsamak, yaygın olmak, genel olmak gibi anlamlara gelmekte ve genel, umûm, kapsam gibi manalara gelir. Terim olarak ise, bir kullanımda sözlük anlamına uygun olarak bütün fertleri istisnasız bir şekilde kapsayan lafız demektir. Âmm lafız, kendisini tahsîs edecek kesin delil var ise, bu durumda kapsamı daralır. Buna “âmmın tahsîsi”; tahsîs edici delile de muhassıs denir.
Kur’ân lafızlarının çoğunun anlamı, kolayca anlaşılır. Bazı lafızların anlamı ise kapalı olup anlaşılması zordur. Bunların anlamını tespit için bazı metotlara başvurulur. Muğlaklık farklı etkenlerden kaynaklandığı için kapalı olan lafızlar, üç kategoride değerlendirilir: Garîb, mübhem ve mücmel.
Garîb lafzı, sözlükte “bilinmeyen, az bilinen, kapalı, tek/nadir, yabancı, tuhaf” gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak ise az kullanılması, farklı lehçe ve dillerden alınması sebebiyle manası sözlüklere veya uzmanlarına başvurulmadan anlaşılmayan kapalı lafız şeklinde tanımlanmaktadır.
“Gizli ve kapalı olmak” manalarına gelen ibhâm kelimesinin sıfat şekli olan mübhem, “kapalı kalan, neyi karşıladığı bilinmeyen şey” demektir. Tefsîr iliminde ise isimleri doğrudan zikredilmeyip ism-i mevsul, zamir, künye, lakap ve sıfatla kapalı bir şekilde ifade edilen lafız demektir.
İcmâl mastarından türeyen mücmel kelimesi, sözlükte “ayrıntılı olarak açıklanmamış lafız, anahatlarıyla sunulan söz, muğlak/kapalı” gibi anlamlara gelir. İcmâl, detaylarına girmeksizin anahatlarıyla bir şeyden söz etmek demektir. Terim olarak mücmel, detaya girilmeden anahatlarıyla sunulduğu için sözün sahibi tarafından bir açıklama yapılmadıkça kendisinden kastedilen mananın anlaşılamadığı lafızdır. Mücmel lafzı, kapalı kılan ve muhtevasını anlaşılmaz yapan neden, tafsilata girilmeden anahatlarıyla anlatılmış olmasıdır. Mücmel lafız, sözü söyleyen tarafından açıklandığında ancak anlaşılabilir. Anlaşılınca da mübeyyen (açıklanmış) veya mufassal adını alır. Söz, sahibinin açıklayıcı beyanı yoksa muğlaklığıyla kalır ve o haliyle amel edilir.
Arap dilinde iki veya daha fazla lafız arasında şu üç tür ilişkiden birisi söz konusudur:
Bu tasnife göre gerek Arap dilinde ve gerekse Kur’ân’da lafızların birbiriyle ilişkisi bağlamında şu çeşitler ve olgular ortaya çıkmıştır: Mütebâyin lafızlar ve tebâyün olgusu, müterâdif lafızlar ve terâdüf olgusu, mütekârib lafızlar ve tekârüb olgusu, müşterek lafızlar ve iştirâk olgusu, mütezâd kelimeler ve tezâd olgusu. Arap dilinde lafızları da anlamları da farklı kelimelere mütebâyin (ayrı anlamlı lafızlar); bu olguya da tebâyün (ayrı anlamlılık) denir.
Arap dilinde lafızları farklı, anlamları ise aynı olan kelimelere müterâdif (eşanlamlı); bu olguya da terâdüf (eşanlamlılık) denmektedir. Arap dilinde lafızları farklı, fakat anlamları yakın olan kelimelere mütekârib (yakınanlamlı) kelimeler; bu olguya da tekârüb denir. Dilde terâdüf şartlarını bütünüyle sağlayan kelime sayısının azlığına binaen, terâdüf, tam ve cüzi şeklinde taksim edilmiş, cüzi terâdüf kısmı, mütekârib terimiyle karşılanmıştır. Arap dilinde birçok farklı anlama delalet eden lafza müşterek (çokanlamlı kelimeler), bu olguya da iştirâk (çokanlamlılık) denmektedir.Arap dilinde zıt iki anlama sahip olan kelimeye mütezâd veya zıdd lafız; ilgili olguya da tezâd denmektedir. Zıdd’ın çoğulu ise ezdâddır.
Kur’ân, Arapça bir metin olduğu için Arap dilinin özelliklerini yansıttığı gibi, Arap dilinde etkin olan bazı dil olgularını ve dilbilim konularını metin düzeyinde kullanmış; bu yüzden de bunların bazısıyla ilgili Kur’ân ilimleri oluşmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır: “Ezdâd, terâdüf, iştirâk, kasem, mesel vb.
“Emsâl”, sözlükte benzer, benzeyen, sıfat, söz, ibret, kıssa gibi anlamlara gelen “mesel” kelimesinin çoğuludur. Arap dili ve edebiyatında mesel, atalardan gelen ve onların yüzyıllar içindeki deneyim ve gözlemlerine dayalı düşüncelerini değişmez kalıp ve klişeleşmiş özlü sözlerle öğüt ve hüküm içerecek biçimde yansıtan, lafzı ve anlamı beğenilerek nesilden nesile aktarılan, çoğunlukla asli durumuna benzeyen halleri açıklamak ve örneklemek amacıyla kullanılan anonim özdeyiştir. Kısaca mesel, özdeyiş ve atasözü demektir. En önemli özellikleri de, lafzının kısa, anlamının doğru, kendisinin yaygın ve anonim, formunun da değişmez klişe olmasıdır. Kur’ân’daki meseller, üç kısma ayrılmaktadır:
Kasem sözlükte, yemin, ahid, akt gibi anlamlara gelmektedir. Çoğulu, aksâmdır.
Kasem sözlükte, yemin, ahid, akt gibi anlamlara gelmektedir. Çoğulu, aksâmdır. Kur’ân’da Allah (cc), kendisine, fiillerine ve yaratıklarına yemin etmiştir. Bunun sebebi, hem kendisine yemin ederek büyüklüğünü göstermesi; hem de kendisinin birer göstergesi konumunda olan yaratıklarına yemin ederek bir taraftan yüceliğini ortaya koyması, diğer taraftan yaratılan şeylerin de önemli olduğunu vurgulamasıdır.
Tefsîr ilminde kasem konusunu ele alan Kur’ân ilmine, Aksâmü’l- Kur’ân denir. Bu konuda müstakil bir literatür oluştuğu gibi, Ulûmu’l- Kur’ân eserlerinin bir başlığı olarak da incelenmiştir. İbn Kayyim’in et- Tibyân fî Aksâmi’l-Kur’ân’ı ile Abdülhamid el-Ferahî’nin İm’ân fî Aksâmi’l- Kur’ân’ı örnek olarak verilebilir.