SÖZLÜK

A

adalet: Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk, türe. Haklıya hakkını verip suçluyu da işlediği suça denk bir ceza ile cezalandırma.
adabımuaşeret: Görgü kuralları.
ağız: Aynı dil içinde ses, şekil, söz dizimi ve anlamca farklılıklar gösterebilen, belli yerleşim bölgelerine veya sınıflara özgü olan konuşma dili.
ahiret: Dinî inanışa göre, insanın öldükten sonra dirilip sonsuza dek kalacağı ve Tanrı’ya hesap vereceği yer, öbür dünya.
ahkâm: Hükümler.
amel: Yapılan iş, edim, fiil. Bir kimsenin dinin buyruklarını yerine getirmek için yaptıkları.
amel-i salih: Dine göre makbul olan işler.
amentü: Arapça “İnandım.” anlamına gelen ve İslamiyetin temel inançları olan “Allah’a, onun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanma”yı dile getiren söz.
ana fikir: Bir yazının temeli olan asıl düşünce, temel fikir.
analiz: Çözümleme.
antoloji: Şairlerin, yazarların, bestecilerin eserlerinden alınmış seçme parçalardan oluşan kitap, seçki, güldeste.
astroloji: Yıldız falcılığı.
astronomi: Gök bilim.
arife günü: Dinî bayramlardan önceki gün.
ashâb: Bkz. sahabî.
aşevi: Yoksullara parasız yemek yedirilen veya dağıtılan yer,
aşhane: Lokanta.
atasözü: Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş, öğüt verici nitelikte söz, darbımesel.
atıf: Yöneltme, çevirme. İlişkili bulma.
ayet: Kur’an surelerini oluşturan kısımlardan her biri.
ayin: Dinî tören.

B

ba’s: Yeniden dirilme, diriltme.
bağışlamak: Herhangi bir kötü davranış için ceza vermekten vazgeçmek, affetmek. Bir mal veya hakkı karşılık beklemeden birine vermek, teberru etmek.
bağlam: Bir düşüncenin kendinden önceki ve sonraki düşünceye uygunluğu, o düşüncelere bağlı olarak beliren anlamı, onlar arasında çelişmeye yer vermeyen bağlantı.
batıl inanç: Doğaüstü olaylara, gizli ve akıl dışı güçlere, kehanetlere aşırı derecede bağlı boş inanç.
bâtın: Gizli, görünmeyen.
belagat: İyi konuşma, sözle inandırma yeteneği. Söz sanatlarını inceleyen bilgi dalı, retorik. Konuyu bütün yönleriyle kavrayarak hiçbir yanlış ve eksik anlayışa yer bırakmayan, yorum gerektirmeyen, yapmacıktan uzak, düzgün anlatma sanatı.
besmele: ‘‘Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adı ile” anlamına gelen ve bir işe başlarken söylenilen bismillahirrahmânirrahîm sözü, bismillah.
bid’at: 1. Daha önce mevcut olmayan ve sonradan meydana çıkan inançlar, ameller. 2. Hz. Peygamber döneminden sonra ortaya çıkan, dinî bir delile dayanmayan inanç, ibadet, fikir ve davranışlar.
botanik: Bitki bilimi.
buğz: Nefret, kin, düşmanlık, tiksinme, iğrenme.
burhan: Kanıt, delil.
büyü: Tabiat kanunlarına aykırı sonuçlar elde etmek iddiasında olanların başvurdukları gizli işlem ve davranışlara verilen genel ad, efsun, sihir.

C-Ç

cami: Müslümanların namaz kılmak için toplandıkları yer.
Cebrail: Allah tarafından peygamberlere vahiy getirmekle görevlendirilen, dört büyük melekten biri.
cehennem: Dinî inanışlara göre, dünyada günah işleyenlerin öldükten sonra ceza görecekleri yer.
cennet: Dünyada iyilik yapanların, günahsızların, öldükten sonra sonsuz bir mutluluğa kavuşacakları yer.
cüz: Kur’an’ın bölünmüş olduğu otuz parçadan her biri, Kur’an’ın yirmi sayfası.
çorak: Toprak damlara çekilen, su geçirmeyen killi toprak. Verimli olmayan toprak.

D

darb-ı mesel: Atasözü.
dedikodu: Başkalarını çekiştirmek ve kınamak üzere yapılan konuşma, kıylükâl.
deyim: Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, ilgi çekici bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbeği, tabir.
dil bilimi: Yeryüzündeki dilleri ses, biçim, anlam ve söz dizimi bakımından genel ya da karşılaştırmalı olarak inceleyen bilim.
din: Allah’ın insanları dünya ve ahirette rahat, huzur ve saadete (mutluluğa) kavuşturmak için peygamberleri vasıtasıyla bildirdiği yol, emirler ve yasaklar.
dua: Yakarış. Allah’a yalvarma, yakarış için söylenen dinî metin.

E

ebedî: Sonsuz, ölümsüz.
ebru: Kâğıt süslemeciliğinde kitre, kola vb. yapıştırıcılarla yoğunlaştırılmış su üzerine, neft yağı ile sulandırılmış yağlı boya damlatılarak yapılan ve kâğıda geçirilen süs.
edebî: Edebiyatla ilgili, edebiyata ilişkin, yazınsal, edebe dâir.
ehl-i kitap: İslam literatüründe Yahudi ve Hristiyanlar.
ekol: Bir bilim ve sanat kolunda ayrı nitelik ve özellikleri bulunan yöntem veya akım, okul.
erdem: Ahlakın övdüğü iyi olma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliklerin genel adı, fazilet.
esbab-ı nüzul: Kur’an-ı Kerim ayetlerinin inme nedenleri.
Esma-i Hüsna: Allah’ın en güzel, en şerefli isimleri.
estetik: Sanatsal yaratının genel yasalarıyla sanatta ve hayatta güzelliğin kuramsal bilimi, güzel duyu, bedii. Güzelliği ve güzelliğin insan belleğindeki ve duygularındaki etkilerini konu olarak ele alan felsefe kolu.
evkaf: Vakıflar. Vakıf mallarını yöneten kuruluş. ezelî: Başlangıcı olmayan, öncesiz.

F

farz: Müslümanlıkta, özür olmadıkça yapılması zorunlu, yapılmaması günah sayılan ibadet.
fıkıh: İslam hukukunda din ve dünya işleri ile ilgili ana kaynaklardan yararlanarak konulmuş olan kuralların bütünü.
fıkhî: Fıkıhla ilgili.
fıtrat: Yaradılış, hilkat. İnsanın yaratılıştan sahip olduğu fiziki özellikler.
fıtri: Doğuştan.
filoloji: Dili ve yazılı belgeleri dil ve tarih açısından inceleme. Dil yoluyla bir toplumun kültürünü inceleyen bilim, lisaniyat.

G

galaksi: Gök ada. Milyarlarca yıldızdan, yıldız kümelerinden, bulutsu ve gaz bulutlarından oluşmuş, Samanyolu gibi bağımsız uzay adası.
gazi: Müslümanlıkta düşmanla savaşan veya savaş yapmış kimse.
gelenek: Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları nedeniyle saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, anane.
gıybet: Çekiştirme, yerme, kötüleme.
göçebe: Değişik şartlara bağlı olarak belli bir yöre içinde çadır, hayvan ve öteki araçlarla yer değiştiren, yerleşik olmayan kimse veya topluluk; göçer, göçkün.
görenek: Bir şeyi eskiden beri görüldüğü gibi yapma alışkanlığı, âdet, alışkı.
günah: Dinî bakımdan suç sayılan iş veya davranış, vebal.

H

hadis: Hz. Muhammed’in söz ve davranışları. Bu söz ve  davranışları inceleyen bilim.
hafız: Kur’an’ı başından sonuna kadar ezberleyip okuyabilen kimse.
haham: Yahudi din adamı.
halife: 1. Birinin yerine geçen, vekil; vekili olduğu kişi adına görev yapan kimse. 2. Allah’ın emir ve yasaklarının muhatabı olan üstün varlık, insan.3. Hz. Peygamber’in vefatından sonra onun yerine devlet başkanlığına geçen yöneticilerin ortak adı.
haram: Din kurallarına aykırı olan, dinî bakımdan yasak olan, helal karşıtı. Yasak.
haşiye: Bir yazmada yazarın verdiği bilgiyi açıklamak ya da aynı konuda daha ayrıntılı bir bilgi vermek amacıyla başka bir yazarca oluşturulan yazma. Dipnot.
havari: Hz. İsa’nın öğüt ve inançlarını yayma işiyle görevlendirdiği on iki yardımcısından her biri.
havza: Bölge, mıntıka.
hayâ: Utanma duygusu, utanç, utanma, sıkılma.
helal: Dinin kurallarına aykırı olmayan, dinî bakımdan yasaklanmamış olan, haram karşıtı. Kurallara, geleneklere uygun.
hendese: Geometri.
hicret: İslam takviminde tarih başı sayılan Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göç etmesi.
hile: Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika.
hitabet: Etkili söz söyleme sanatı.
hurafe: Dine sonradan girmiş yanlış, batıl inanç.
huşu: Alçak gönüllülük. Allah’a boyun eğme, gönlü korku ve saygı ile dolu olma.
hutbe: Cuma ve bayram namazlarında minberde okunan dua ve verilen öğüt.
hüsnüzan: Bir konuda güzel düşünmek.

İ

ibadet: Allah’ın buyruklarını yerine getirme, Allah’a yönelen saygı davranışı.
İbranice: Bugün İsrail’de kullanılan Sami dili.
i’caz: Bir şeyin benzerini yapmada veya bir sözün benzerini söylemede herkesi susturma, cevap veremez duruma düşürme, çaresiz ve âciz bırakma.
îcaz: Az sözle çok şey anlatma sanatı.
içtihat: Görüş, özel görüş, anlayış, kavrayış.
iffet: Temizlik. namus.
iftira: Bir kimseye kasıtlı ve asılsız suç yükleme, kara çalma, bühtan.
ihanet: Gerektiğinde yardımda bulunmama, bir kimsenin güvenini yok etme. Evlilikte, sevgide aldatma, sadakatsizlik. Hıyanet, hainlik.
ihram: Hac veya umreye niyet eden kimsenin diğer zamanlarda yapılması helal olan bazı davranışları, bu ibadetlerin esaslarını veya bütün adabını tamamlayıncaya kadar kendisine haram kılması. Hac veya umre yapmak isteyenlerin Kabe’ye varmadan önce yasakların başladığı sı- nır yerleri olan (Mi’kat) bölgelerinden birinde niyet ederek giyindikleri dikişsiz, altlıüstlü iki parçadan oluşan giysi.
ihsan: İyilik etme, iyi davranma, bağışlama, bağışta bulunma.
ihtilaf: Ayrılık, anlaşmazlık, aykırılık, uyuşmazlık.
ikrar: Saklamayıp doğruca söyleme, açıkça söyleme. Benimseme, onama, kabul, tasdik.
iktisadî: Ekonomi ile ilgili.
ilham: Allah’ın ve peygamberlerin yüreğine doldurduğu ilahî âleme özgü duygu ve düşünceler.
inanç: Bir düşünceye gönülden bağlı bulunma. Allah’a, bir dine inanma, iman, itikat.
indeks: Bir belgenin ya da bir kitabın içindeki bilgilerin bulundukları yerlere yollama yapan ya da bunun için anahtar niteliği taşıyan göstergeler listesi. Dizin.
infak: Nafaka verip bir kimsenin geçimini sağlama.
inkâr: Yaptığını, söylediğini, tanık olduğunu saklama, gizleme, yadsıma.
inziva: Dış dünyayla bütün bağlarını keserek Allah’la birleşebilmek için insanın kendi içine kapanması. Toplum hayatından kaçıp tek başına yaşama.
irşat: Doğru yolu gösterme, uyarma.
israf: Gereksiz yere para, zaman, emek vb.harcama, savurganlık, tutumsuzluk. Eşyayı çarçur etme.
İsrailiyat: Kitab-ı Mukaddes kaynaklı kıssalar, yorumlar.
itikat: İnanma, inan, inanç.
izzet: Büyüklük, yücelik, ululuk.

K

Kâbe: Mekke’de bulunan, Müslümanlarca ziyaret ve tavaf edilen kutsal yer.
kadı: Mahkemelerin başkanı, hakim, yargıç.
kâinat: Evren.
kavim: Aralarında töre, dil ve kültür ortaklığı bulunan, boy ve soy bakımından da birbirine bağlı insan topluluğu, budun.
kefaret: Bir günahı Tanrı’ya bağışlatmak umuduyla verilen sadaka veya tutulan oruç.
kelam: Söz. Söyleyiş biçimi, söyleme. Tanrı’nın varlığını ve İslam dininin doğruluğunu konu edinen bilim.
kevnî: İnsan veya kainatın yaratılışıyla ilgili olan.
kıraat: Okuma. Kur’an’ı belli kural ve işaretlere göre okuma.
kıskançlık: Bir kimse bir üstünlük gösterdiğinde veya sevilen birisinin, başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında takınılan olumsuz tutum.
kıssa: Ders alınması gereken kısa hikâye.
kıyamet: Dünyanın sonu ve bütün ölülerin dirilerek mahşerde toplanacağı zaman, kıyamet günü, mahşer günü.
kibir: Kendini beğenme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme, benlik.
kinaye: Üstü kapalı, sitemli, dokunaklı söz.
kitabet: Yazmanlık, kâtiplik. Kompozisyon, tahrir.
Kitab-ı Mukaddes: Kitâb-ı mukaddes, Hıristiyanların mukaddes bilip inandıkları Ahd-i Atîk ve Ahd-i Cedîd kısımlarından meydana gelen kitap. Ahd-i Atîk, Tevrat’ın tahrif edilmiş şeklidir, Ahd-i Cedîd ise İncil’in tahrif edilmiş şeklidir.
kozmoloji: Evren bilimi.
kozmik: Evrenle ve onun genel düzeniyle ilgili.
kronoloji: Zaman bilimi. Zaman dizini.
kul hakkı: İnsanların birbirlerine geçen emekleri, hakları.
kutsal: Güçlü bir dinî saygı uyandıran veya uyandırması gereken, kutsi, mukaddes. Tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen. Allah ve peygamberin önem verdiği, dinî değeri olan şey.
külfet: Zahmet, sıkıntı, zorluk, zorlu iş.
külliye: Bir caminin çevresinde cami ile birlikte kurulmuş medrese, imaret, sebil, kitaplık, hastane vb. yapıların bütünü.
kültür: Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin.

L

lafız: Söz, kelime.
lehçe: Bir dilin tarihsel, bölgesel, siyasal sebeplerden dolayı ses, yapı ve söz dizimi özellikleriyle ayrılan kolu, diyalekt.
lütuf: Önem verilen, sayılan birinden gelen iyilik, yardım, ihsan, inayet, atıfet.
lügat: Sözlük.

M

mahrem: Yakın akrabadan olduğu için nikâh düşmeyen kimse. Başkalarına söylenmeyen, gizli.
mahşer: Kıyamet günü dirilenlerin toplanacakları yer. Büyük kalabalık.
mahya: Ramazan gecelerinde, camilerde iki minare arasına gerilen ipler üzerine kandil veya elektrik ampulleriyle yazılan yazı veya yapılan resim.
materyal: Gereç. Yazılı, sözlü, görüntülü, kaydedilmiş her türlü belge.
meal: 1. Anlam, kavram, mefhum. 2. Kur’an ayetlerinin tam karşılıkları başka dillere aktarılamadığından, ayette anlatılmak istenileni kelimesi kelimesine değil de biraz eksiği ile başka bir dile çevirme, yakın anlamlar verme. “Meal” kelimesi Kur’an-ı Kerim’in aynen tercümesine imkân olmadığı için kullanılmaktadır
mecaz: Bir ilgi veya benzetme sonucu gerçek anlamından başka anlamda kullanılan söz. Bir kelimeyi veya kavramı kabul edilenin dışında başka anlamlara gelecek biçimde kullanma, metafor.
medeniyet: Uygarlık.
medrese: İslam ülkelerinde, genellikle İslam dini kurallarına uygun bilimlerin okutulduğu yer. Fakülte.
melek: Allah ile insan arasında aracılık yapan manevi varlık. Erkeklik ve dişilikleri olamayan, doğmayan ve doğurmayan, Allah’ın izniyle çeşitli şekillere girebilen, gözle görülmeyen, Allah’a tam itaat eden varlık, elçi.
merhamet: Bir kimsenin, veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan duyulan üzüntü, acıma.
mescit: Genellikle minaresiz, küçük cami.
mesel: Belirli bir kaynaktan çıkmış olmakla birlikte zamanla yaygınlaşarak halka mal olan anonim özdeyiş, atasözü.
metafizik: Fizik ötesi.
mevali: Emevi ve Abbasi dönemlerinde Arap olmayan Müslümanlara verilen ad.
mezhep: Bir dinin görüş, yorum ve anlayış ayrılıkları sebebiyle ortaya çıkan kollarından her biri.
mihrap: Cami, mescit vb. yerlerde Kâbe yönünü gösteren, duvarda bulunan ve imama ayrılmış olan oyuk veya girintili yer.
minber: Camilerde hutbe okunan merdivenli, yüksekçe yer.
miras: Birine, ölen bir yakınından kalan mal mülk, para veya servet. Bir neslin kendinden sonra gelen nesle bıraktığı şey.
mucize: Peygamberlerin kendilerine inanmayan insanlara peygamberliklerini ispat etmek amacıyla Allah’ın iznine bağlı olarak gösterdikleri olağanüstü olaylar, hâller. İnsanları hayran bırakan, tabiatüstü sayılan olay.
mufassal: Ayrıntılı.
muhatap: Kendisine söz söylenilen kimse, kendisiyle konuşulan kimse.
mukabele: Toplu yerlerde yüksek sesle hatim okunurken Kur’an okumasını bilenlerin gözleriyle Kur’an’ı takip etmesi, bilmeyenlerin dinlemesi.
mukaddime: Ön söz, başlangıç.
mushaf: Aslında türlü sayfalardan oluşan kitap anlamı taşıyan, sonradan Kur’an anlamına kullanılan bir terim.
musibet: Ansızın gelen felaket, sıkıntı veren şey.
mutasavvıf: Tasavvuf inançlarını benimseyerek kendini Allah’a adamış kimse, sofi.
mutmain: İnanmış, gönlü kanmış, emin olan.
müttaki: Allah korkusuyla günahlardan korunan, takva üzere yaşayan insan.
muttasıl: Bitişik, yan yana olan. Aralık vermeden, aralıksız, durmadan, biteviye.
mübelliğ: Tebliğ eden.
müfessir: Kur’an-ı Kerim’i insanların anlayabileceği şekilde Kur’an ilimlerinden yararlanarak yorumlayan din bilgini.
mülkiye mektebi: Siyasal Bilgiler Fakültesi.
münafık: Dinî kurallara inanmadığı hâlde inanmış gibi görünen.
münderecât: İçindekiler.
münezzeh: Temiz, arı.
müphem: Açık ve belirgin olmaksızın.
müslüman: 1. özel, isim, din. İslam dininden olan kimse, Muhammedî, Müslim, Müselman, mümin 2. özel İslam dininin kurallarını yerine getiren kimse 3. özel Doğru, haktan ayrılmaz kimse
müspet bilimler: Fizik, kimya, matematik gibi bilimler. Fen bilimleri.
müstesna: Bir bütünün veya kuralın dışında olan, kural dışı, şaz. Benzerlerinden üstün olan, benzerleri az bulunan.
müşrik: Allah’a ortak koşan kimse.
mütevazı: Alçak gönüllü. Gösterişsiz, iddiasız.

N

nahiv: Arapçada söz dizimi, sentaks.
nass: Kur’an-ı Kerim ve hadislerde bir konu hakkındaki açık hüküm ve bunu gösteren sözler.
nebi: 1. Elçi, peygamber, resul, yalavaç.2. Allah’ın kendisine vahyettiği şeyleri öğrenip olduğu gibi insanlara aktaran, onları vahye inanmaya ve itaat etmeye çağıran peygamber.
nesil: Aynı çağda yaşayan ve hemen hemen aynı yaşta bulunan kimselerin tümü, kuşak.
nüsha: Bir yapıtın, bir yazının basılmış ya da yazılmışlarından her biri.

Ö

örf: Yasalarla belirlenmemiş olan, halkın kendiliğinden uyduğu gelenek, âdet.
özdeyiş: Bir düşünceyi, bir duyguyu, bir ilkeyi kısa ve kesin bir biçimde anlatan, genellikle kim tarafından söylendiği bilinen özlü söz, vecize, kelamıkibar.

P

panayır: Belli zamanlarda ve genellikle küçük yerleşim birimlerinde kurulan, sergi niteliğini de taşıyan büyük pazar.
peyderpey: Azar azar, bölüm bölüm, yavaş yavaş.
peygamber: İnsanlara Allah’ın buyruklarını bildiren, onları dine çağıran kimse, elçi, resul.
put: 1. Bazı ilkel toplumlarda doğaüstü güç ve etkisi olduğuna inanılan canlı veya cansız nesne, tapıncak, sanem, fetiş. 2. Kendisine tapılmak, ibadet edilmek üzere taş, ağaç, maden, toprak vb. şeylerden yapılmış olan heykel, resim ve oymalar.

R

Rahîm: Koruyan, acıyan, merhamet eden Allah.
Rahman: Herkese, her canlıya merhamet eden Allah.
rahmet: Birinin suçunu bağışlama, merhamet etme. Halk ağzında yağmur.
ramazan: Oruç tutulan ay. Ay takviminin dokuzuncu ayı, üç ayların sonuncusu.
resul: İnsanlara Allah’ın buyruklarını bildiren, onları dine çağıran kimse, elçi, peygamber.
re’y: Düşünce, görüş, fikir.
riayet: Uyma, boyun eğme.
rivayet: Bir olay, bir haber veya sözü nakletme.
riya: İkiyüzlülük, gösteriş.

S

sabiîlik: Güneşi tanrının sembolü ve kendisi olarak düşünen bir inanış biçimi.
sahâbî: 1. Arkadaş, dost, veli. 2. Hz. Peygamber zamanında yaşamış, Müslüman olarak Peygamberi çok kısa bir süre olsa da görmüş, onun sohbetinde bulunmuş ve yine Müslüman olarak ölmüş kimse. Çoğulu ashâb, sahabe.
salavat: Hz. Muhammed’e saygı bildirmek için okunan dua.
sarf: Dil bilgisi, yapı bilgisi.
sarih: Açık, net.
sebil: Kutsal günlerde karşılık beklemeden hayır için dağıtılan içme suyu. Genellikle camilere bitişik özel bir biçimde yapılmış, karşılık beklemeden hayır için içme suyu dağıtılan taş yapı, sebilhane. Halk ağzında meyan kökü şerbetini bir hayır için dağıtma.
sentez: Yalından karmaşık olana, külliden cüziye, zorunludan olasıya, ilkeden onun uygulanmasına, genel yasadan bireysel duruma, nedenden etkiye, öncülden varılan sonuca giden düşünme biçimi, bireşim.
sevap: Hayırlı bir davranış karşısında Allah tarafından verileceğine inanılan ödül.
sistematik: Belli bir sistem üzerine kurulu, yönteme dayalı.
sosyoloji: Toplum bilimi.
suizan: Kötü san, kuşku, ön yargı. Bir kişi hakkında bilmeden, onu tanımadan, sormadan peşin yargı sahibi olmak.
suhuf: Dört büyük kitap dışında bazı peygamberlere gönderilen ilahi bildirim.
sûr: İsrafil’in kıyamet kopmadan önce ve yeniden dirilişi bildirmek üzere üflediği niteliğini bilmediğimiz alet.
sure: Kur’an’ın yüz on dört bölümünden her biri.
sünnet: Hz. Muhammed’in Müslümanlarca uyulması gerekli sayılan davranışları ve herhangi bir konuda söylemiş olduğu söz.

Ş

şadırvan: Genellikle cami avlularında bulunan, çevresindeki musluklardan ve ortasındaki fıskiyeden su akan, üzeri kubbeli veya açık havuz.
şahit: Tanık.
şehit: Allah yolunda veya Allah’ın kutsal kabul ettiği din, vatan, namus, mal ve can güvenliği için cihat ederken öldürülen mümin.
şerh: Açma, ayırma. Bir anlatım veya kitabı açıklama, yorumlama. Bir şeyi açıklamak amacıyla yazılmış kitap. Açık ve ayrıntılı anlatma.
şirk: 1. Denklik, ortaklık, ortak olma, eş koşma. 2. Allah’a inanmakla birlikte başka varlıkları da tanrı kabul etme. 3. Zatında, sıfatlarında, fiillerinde, yaratma ve emretme konularında Allah’a başka bir varlığı denk görme.

T

taassup: Bağnazlık.
tabiin: Sahabeleri görmüş olan Müslümanlara verilen isim.
tahrif: Bir şeyin aslını bozma, kalem oynatma, değiştirme.
takva: Allah’tan korkma. Dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp buyurduklarını yerine getirme, züht.
tan yeri: Güneşin doğmak üzere olduğu sırada, ufukta hafifçe aydınlanan yer.
tarikat: Aynı dinin içinde birtakım yorum ve uygulama farklılıklarına dayanan, bazı ilkelerde birbirinden ayrılan, Allah’a ulaşma ve onu tanıma yollarından her biri.
tasavvuf: İslam dininde varlık birliğini, kamu tanrıcılığı temel düşünce olarak alan, felsefeye bağlı, gizemci bir özel inanış ve anlayış.
tashih: Düzeltme, düzeltim, düzelti.
tasnif: Bölümleme, sınıflama.
tavaf: İslam dininde hac sırasında Kâbe’nin çevresini yedi kez dönme.
tebeu’t tabiin: İslam dininde tabiini görmüş Müslümanlar.
tebliğ: İnsanları dine davet etme. Bildirme, haber verme.
tecvit: Kur’an’ın doğru okunmasını sağlayan bilim. Kelimelerin söylenişinde, seslerin çıkışlarına, uzunluk ve kısalıklarına göre okunması.
tefekkür: Düşünme, düşünüş.
tedvin: Derleme, toplama.
tefecilik: Hizmet ve emek karşılığı olmaksızın paranın kullanılmasına karşılık olarak elde edilen ve dinen helal olmayan kazanç.
telkin: Bir duyguyu, bir düşünceyi aşılama.
teori: Bir olay, bir yapı ya da düzenin nedenlerini açıklamak isteyen genel düşünce, görüş; kuram.
tenkit: Eleştiri.
terkip: Birleşim, birleştirme, bir araya getirme.
tertip: Uygun bir sıraya, düzene koyma, sıralama.
tesadüf: Yalnız ihtimallere bağlı olduğu düşünülen olayların kesin olmayan, değişebilen sebebi. Rastlantı, rast geliş.
teşbih: Benzetme.
tevazu: Alçak gönüllülük.
tevekkül: Herhangi bir işte elinden geleni yapıp daha sonrasını Allah’a bırakma.
tevhit: Allah’ın birliğine inanma, bir sayma, bir olarak bakma.
tevil: Yorum, açıklama.
tezhip: Yazma kitaplarda, sayfaların yaldız ve boya ile bezenmesi, yaldızlama. Süsleme, bezeme.
tilavet: Kur’an’ı güzel ve yüksek sesle, usulünce okuma.
tövbe: İşlediği bir günah veya suçtan pişman olarak bir daha yapmamaya karar verme.

 

U-Ü

Urvetü’l-Vüskâ: Sağlam ip, kulp.
usul: Bir amaca erişmek için izlenen düzenli yol, tutulan yol, yöntem, tarz.
ümmet: Din ve inanç birliği temelinde bir araya gelen ve aynı peygambere bağlanan insanlar topluluğu, bir din üzerinde birleşen millet.
üslup: Anlatma, oluş, deyiş veya yapış biçimi, tarz.

V

vaaz: Cami, mescit vb. yerlerde vaizlerin yaptığı, genellikle öğüt niteliği taşıyan dinî konuşma. Bir kimseye kalbini yumuşatacak, kendisini doğruluğa, iyiliğe götürecek biçimde söz söyleme.
vacip: İslam dinine göre yapılması gerekli olan.
vaftiz: Hristiyanlıkta yeni doğan çocuğa ilk günahı silmek ve onu Hristiyanlaştırmak amacıyla yapılan kutsal işlem.
vahiy: Allah tarafından Hz. Muhammed’e bildirilen ve Kur’an-ı Kerim’de bir araya getirilen ilahi bilgiler, ayetler.
vahiy kâtibi: Allah tarafından gönderilen buyrukları yazan kimse. Peygamber Efendimize gelen vahiyleri, onun emri ile yazan sahabelere verilen isim.
vasiyet: Bir kimsenin ölümünden sonra yapılmasını istediği şey.

Y

yörünge: Bir gök cisminin hareketi süresince izlediği yol. Hareketli bir noktanın izlediği veya çizdiği yol, mahrek.

Z

zahit: Şeytanın hile ve tuzaklarına, aşırı istek ve tutkulara karşı durabilen, dünya nimetlerine gereğinden fazla bağlanmayıp kendini Allah’a vermeye gayret eden; bu sayede ahlaken ve ruhen gelişen kimse.
zahir: Açık, belli.
zekât: 1. Temizlenme, temizleme, arınma. 2. Çoğalma, bereketlenme, gelişme, büyüme. 3. Dinen zengin olan Müslümanların dinî bir görev olarak her yıl mallarının ve paralarının yüzde iki buçuğunu ibadet niyetiyle, fakirler başta olmak üzere Kur’an-ı Kerim’in – belirlemiş olduğu yerlere vermeleri.
zikir: Anma, söyleme, sözünü etme. Bir tarikata bağlı olanların Allah’ın adını art arda söylemesi.
zirâ: Eskiden kullanılan ve günümüzde altmış dört cm’ye denk gelen bir çeşit uzunluk ölçüsü birimi.
zooloji: Hayvan bilimi.
zulüm: Güçlü bir insanın yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasını uğrattığı kötü durum, kaygı, acımasızlık, haksızlık, cefa.
züht: Allah’ı anmaktan alıkoyacak şeylerden yüz çevirme, dünyaya ve dünyalıklara bağlanmama.

italianafarmacia24.it

DHBT Sınavı
22.09.2024
0
Gün
0
Saat
0
Dakika
0
Saniye