Mülkiyet hakkı, günlük hayatta pek duymadığımız “aynî hak” teriminin bir türüdür. Hukuki konularda aynî hak terimi daha çok kullanılır. Yine akit de “hukuki işlem” kavramının bir türü olarak “borç ilişkisi” doğuran sebeplerden biridir.
Pozitif Hukukun Eşya Hukukuyla İlgili Kavramları: Haklar, konularına yani korudukları menfaatin maddi ya da manevi olmasına göre (para ile ölçülebilen bir değerinin olup olmamasına göre) malvarlığı ve şahıs varlığı hakları olarak ikiye ayrılır.
Malvarlığı (mamelek) hakları para ile ölçülebilen (malî) bir değeri olan haklara denir. Şahıs Varlığı hakları ise, değeri para ile ölçülemeyen, şahsın manevi/tinsel menfaatlerine ilişkin olan haklardır. Eşya ve borçlar hukuku malvarlığı haklarıyla ilgilenir. Malvarlığı hakları da iki gruba ayrılır. Bunlardan ilki aynî haklar diğeri ise alacak hakkıdır.
Aynî haklar bir kimseye bir mal (eşya) üzerinde doğrudan doğruya hakimiyet sağlayan ve herkese karşı ileri sürülebilen haklardır. Alacak hakkı ise bir kimseye (alacaklıya) bir başkasından (borçludan) bir şeyi isteme yetkisi sağlayan haklara denir.
Aynî hak iki gruba ayrılır: Mutlak aynî hak ve sınırlı aynî hak.
İslam Hukukunda Aynî Haklar (Milk) ve Mülkiyet Hakkı: İslam hukukunda, mülkiyet hakkının da dahil olduğu, eşya üzerinde en güçlü ve doğrudan kurulan yetkileri “milk” terimi ifade eder. Milk terimi, gerek mahiyet gerekse kapsam açısından günümüz hukukundaki aynî hak terimini karşılar.
Milk teriminin en yaygın tanımlardan biri şudur: Bir eşya üzerinde hak sahibine ait, diğer tüm şahısların hakimiyet ve müdahale alanından çıkarılmış bir inhisar ve önceliktir. Bu tanımda milkin iki unsuruna dikkat çekilir: Birincisi, belirli bir eşya
üzerinde hak sahibinin inhisarında olan ve ona doğrudan tasarruf kudreti veren bir bağ olmasıdır. Bu niteliği, kimsenin bu hakları ihlale yetkisinin olmadığını de ifade eder. İkincisi ise, ihlal eden herkese karşı bu hakkın ileri sürülebilmesidir.
Milk, yukarıda aynî haklarda gördüğümüz gibi iki ana kısma ayrılır:
Hanefîlere göre rehin hakkı bu tür bir aynî haktır.
Mülkiyet, sahibine eşya üzerinde en geniş ve tam yetkiler veren aynî haktır.
Mülkiyet Hakkının Konusu: Hanefî doktrininde mal, daha ziyade örfi ve tabii bir kavramdır. Mecelle malı: “Tab-’ı insani mail olup da vakt-i hacet için iddihar olunabilen şeydir” diye tanımlar. Bu tarif şöyle açılabilir: “Mal, insanın tabiatı icabı meylettiği ve ihtiyaç vakti için saklanabilen şeydir”. Hanefîlerde bir nesnenin mal niteliği taşıması için iki temel özelliğe sahip olması gerektiği söyleyebiliriz:
1. İnsanların bir ihtiyacını gidererek fayda temin etmesi (örf unsuru).
2. Müstakil bir varlığı olması (fiziki unsur). Hanefîlerde mal terimi ara bir kavram olup gerçek anlamda mallar mütekavvim mal terimiyle ifade edilir.
Hanefîlerin eşya ile ilgili terimleri üç aşamalıdır.
Birinci aşama mal olmayan şeylerdir. Kan, leş, tek bir pirinç tanesi gibi
İkinci aşama mal olup, mütekavvim olmayan nesneler, başka bir deyişle mütekavvim olmayan mallardır. Bunlar sadece üç tanedir: Hamr (şarap), domuz ve şer’î yollarla kesilmeden (boğularak vb.) ölen hayvanlar. Bu üç nesne de ehl-i kitap açısından
teknik anlamda maldır.
Üçüncü aşama mütekavvim mallar olup, bu üç şeyin dışında olup, iktisadi değeri olan ve Müslümanlara mubah kılınmış nesnelerdir.
Bir nesnenin mütekavvim mal olup olmasının en temel üç sonucu vardır:
1. Aynî haklara konu olabilme,
2. Hukuki işlemlere konu olabilme,
3. Hukuki koruma altında olma. Yani bu malları tahrip edenin tazmin yükümlülüğü olmasıdır.
Malın Değişik Tür ve Tasnifleri: Bu ayırımların en önemlisi temelde ayn- menfaat ve ayn-deyn kavram ikilileridir.
1. Ayn-menfaat ve ayn-deyn ayırımı: Bir eşyanın satımı, ayn üzerinde gerçekleşen bir işlem iken; mesela kira akdi eşyanın menfaati üzerinde gerçekleşen bir işlem olarak tasarlanmıştır. Bir eşyanın somut varlığı ve zatı, ayn olarak nitelenirken, dış dünyada somut bir fert olarak belirlenmeyip cins olarak belirlenmiş borçlara deyn denmiştir.
2. Mislî Mal-Kıyemî Mal Ayırımı: Miktarları tartı, hacim ölçüsü, uzunluk ölçüsü, ya da adet hesabıyla belirlenen mallar kural olarak misli maldır. Kıyemî mallar ise tam olarak aynı değer ve şartlarda aynı cinsini bulmanın kolayı olmadığı mallardır. Büyükbaş bir hayvan, arazi, ikinci el bir araba böyledir.
3. Menkul – Gayrımenkul (Akar) Ayırımı: Özüne zarar vermeksizin bir yerden başka bir yere taşınabilen eşyalar menkul, taşınamayanlar ise gayrımenkuldür.
4. Sahipsiz mallar, özel mallar ve kamu malları. Malın sahibinin mal ile ilişkisi bakımından mallar, üç gruba ayrılabilir.
A. Sahipsiz (mübah) mallar:
B. Özel mallar:
C. Kamu malları:
1. Tek şahıs mülkiyeti ve hisseli mülkiyet: Mülkiyet hak sahibinin sayısı bakımından tek şahıs mülkiyeti (müstakil/ferdi mülkiyet) ve hisseli (birlikte) mülkiyet şeklinde ikiye ayrılır. Müstakil mülkiyet, belirli ve bütün halinde bir eşya üzerinde tek bir şahsa ait olan mülkiyettir. Birlikte mülkiyet ise bir eşyanın, bütününden ayrılıp müstakil hale getirilmemiş bir hissesine malik olmaktır. Mesela bir tarlaya üçte bir, üçte iki gibi oranlarla
malik olan kişilerin mülkiyeti böyledir. Hisseli mülkiyetin ortadan kaldırılarak müstakil mülkiyet tesis edilmesine izale-i şuyû (hisseli mülkiyetin izalesi) denir. Paydaşlar hisseli mülkiyeti sonlandırmadan hisseli malı kendi aralarında nasıl kullanacaklarını sözleşme ile düzenleyebilirler. Bu sözleşmeye mühayee denilir. Mesela ortaklardan birinin maldan senenin bir yarısında, diğerinin de ikinci yarısında istifade etmesi üzere anlaşmaları gibi
2. Ferdi (özel) mülkiyet – kolektif mülkiyet: Özel mülkiyette hak sahibi tek bir kişi ya da sayıları belirli birkaç ortaktır. Kolektif mülkiyet kavramı ise tüm toplumun eşit seviyede hak ya da özgürlük sahibi olduğu malları ifade eder. Su, ateş, ot (ve tuz) gibi nesneleri kapsayan bu mallar üzerinde kimsenin özel mülkiyet hakkı olmayıp bunlar üzerindeki yetki ibaha ortaklığı (şirket-i ibaha: eş-şeriketü’l- amme) konusudur. İbaha ortaklığı terimi, bu mallardan istifade etme noktasında tüm toplumun ortak olduğu ve bu ortaklığın mülkiyet niteliğinde bulunmayıp bir özgürlük ve serbesti mahiyetinde olduğunu ifade eder.
Mülkiyetin Kazanılması: Yaygın bir tasnife göre mülkiyet doğuran sebepler üçe ayrılır:
1. Aslen kazanma bir eşya üzerinde ilk olarak mülkiyetin kurulmasını sağlayan yolları içine alıp en tipik türü istilâ denilen sahipsiz (mubah) malın ele geçirilmesidir.
2. Mülkiyetin naklen kazanılması ise temel olarak satım akdi, hibe vb. hukuki işlemler yoluyla mevcut mülkiyetin bir başkasına nakledilmesidir. İslam hukukçularının çoğunluğu zaman aşımını mülkiyetin kazanılmasının bir sebebi olarak görmezken Mâlikîler bunun belirli şartlar atında mülkiyet doğurduğu görüşündedir. Lukatayı (kaybolmuş nesneyi) bulup almak da yine genelin kanaatine göre mülkiyet doğuran bir sebeptir.
3. Halefiyet (yerini alma) ise başlıca bir şahsın miras ve vasiyet yoluyla diğer bir şahsa halef olması, yani onun yerine geçmesidir. İslam hukukunda mirasın vârislerin mülkiyetine intikali, mûrisin ya da vârislerin (verese) rızasına bağlı olmaksızın gerçekleşmektedir.
Mülkiyet Hakkının Muhtevası, Korunması ve Sınırları: Mecelle ‘mülkiyetin hükmü’ ve muhtevasını şöyle ifade eder: “Herkes mülkünde keyfe mâ yeşâ (istediği şekilde) tasarruf eder. Fakat başkasının hakkı taalluk ederse, maliki mülkünde istiklal üzere tasarruftan men eder.”
Mülkiyet hakkının sınırlamaları (takyitleri) değişik açılardan sınıflandırılabilir. Burada üç tür sınırlandırmadan bahsedilebilir:
1. Asli sınırlamalar: Aslî sınırlamalar her halükarda mülkiyete bağlı olan ve ondan ayrılmayan sınırlamalardır. İslam hukuku ilk olarak faiz, ihtikâr, rüşvet ve kumar gibi işlemlerle haram nesnelerin alınıp satılmasını yasaklayarak mülkiyet sebeplerine yönelik sınırlamalar getirmiştir.
2. İradi sınırlamalar: İradi takyitler malikin kendi iradesiyle yaptığı hukuki işlemler yoluyla mülkiyet hakkına getirdiği sınırlamalardır. Malını rehin veren malik, bu mal üzerindeki mülkiyet hakkını kendi iradesiyle sınırladığı gibi, malikler mülkiyet haklarını bir bedel karşılığında ya da karşılıksız olarak sınırlayabilirler.
3. İstisnâî sınırlamalar: Bununla kastedilen özellikle devletin istimlak, mali ceza verme, istisnaî vergiler koyma gibi temelde kamu menfaatine yönelik kısıtlamalarıdır. Bu tür kısıtlamalar teorik temelini “Zarar-ı âmmı def için zarar-ı hâs ihtiyar olunur”
(md. 26) prensibinde bulur. Bunlar devamlı ve sabit kısıtlamalar olmayıp bir ihtiyaca binaen ortaya çıktığından dolayı istisnaî olarak nitelenir.
İrtifak haklarının temel türleri şunlardır:
Akit (sözleşme), borçlar hukukunun ve hatta tüm hukukun en teknik ve esaslı konusudur.
Borç İlişkisi Kavramı: Borç ilişkisinden bahsetmek için üç unsurun bulunması gerekir:
1. Alacaklı: Edimde bulunulmasını isteme yetkisine sahip taraf. Hak sahibi.
2. Borçlu: Edimde bulunmakla mükellef olan taraf.
3. Edim (eda): Alacaklının borçludan yerine getirmesini istemeye yetkili olduğu davranış.
Borç ilişkisinde yerine getirilmesi gereken edim üç türlü olabilir.
1) Verme: Satış sözleşmesinde satılan şeyi alıcıya teslim etme gibi.
2) Yapma: Kira akdinde işçinin kararlaştırılan hizmeti görmesi gibi.
3) Yapmama: Rekabet yasağı anlaşmasında borçlu tarafın rekabette bulunmaktan kaçınması gibi.
Borç ilişkisinde alacaklının elde ettiği hakka, alacak hakkı denir. Talep hakkı, borçlunun edimini yerine getirmesini bilfiil isteme hakkıdır. Talep hakkını yargı organları vasıtasıyla kullanması ise dava hakkıdır.
Borcun Kaynaklarına Genel Bakış: Temel olarak üç borç sebebinden bahsedilebilir: Bunlar:
Haksız Fiiller: Hukuka aykırı olarak bir kimsenin şahsına veya mal varlığına zarar veren fiildir.
Sebepsiz Zenginleşme (Haksız İktisap): Bir kimsenin mal varlığının, haklı bir sebep bulunmaksızın; diğer bir kimsenin zararına olarak çoğalması veya azalmaması demektir.
Temelde iki gruba ayrılır:
A. Tek taraflı hukukî işlemler, B. Çift taraflı hukuki işlemler: Akitler.
Akit Kavramı ve Akdin Kuruluşu: Borç doğuran en önemli ve en yaygın hukuki işlem akittir. İslam hukuku kitaplarında özellikle mâlî muâmelât alanındaki bölüm (kitâb) başlıklarının pek çoğu akitlerden oluşur (Kitabu’l-buyû, Kitabu’l-vekâle gibi).
Mecelle akdi şöyle tanımlar: “Akid, tarafların bir hususu iltizam ve taahhüt etmeleridir ki; icab ve kabulün irtibatından ibarettir”. Mecelle akdin kurulmasını (in’ikâd) da şöyle tanımlar: “İnikad; icab ve kabulün, müteallakında eseri zahir olacak vechile yekdiğere ber vechi meşru taallukudur”. Yani icab ve kabulün sonuç doğurabilecek biçimde birbirine bağlanmasıdır.
1. Taraflar: Prensip olarak bir akdin oluşması için iki şahsın (gerçek ya da tüzel şahıs) bulunması gerekir. Şahıslar bir akde asil sıfatıyla olduğu kadar, başka bir tarafın temsilcisi olarak da taraf olabilirler.
2. İrade beyanı: Tarafların akit yapma yönündeki iradelerinin dışarıya yansımasıdır. Akdin özü “karşılıklı rıza”dır. Hukuk karşılıklı rızayı son derece önemser.
3. Konu (mahal: ma’kud aleyh): Akdin konusu, akdin üzerinde sonuç doğurduğu şeydir. Her akdin sonuç doğurduğu bir konusu bulunmalıdır.
A. Akdin taraflarıyla ilgili şartlar:
İrade Beyanı: Hanefîlere göre, akdi meydana getiren iki irade açıklamasının ilkine icab; ikincisine kabul; icab yapana da mûcib denir.
İslam hukukçularının göre mûcib, kabul meydana gelmeden önce icabından vazgeçebilir. Bu vazgeçme (rücu’) imkânına rücû muhayyerliği (icaptan dönme serbestisi) denir. Mâlikîler tek taraflı olarak yapılan vaatleri ilke olarak bağlayıcı gördükleri gibi, karşı taraf kabulden vazgeçtiğini belirtmedikçe veya akit meclisinin bozulması yönünde tavır göstermedikçe mucibi icabıyla bağlı kabul ederler.
İcap ve kabulün birbiriyle irtibatı ve akdin oluşması için şu detay şartlar gerekir:
A. Kabul, icap sakıt olmadan yapılmış olmalıdır. İcap şu hallerde sâkıt olur:
B. Kabul icaptan sonra rızanın ortadan kalktığına hükmettirecek ölçüde fasıla vermeksizin yapılmış olmalıdır. İn’ikadı engelleyen bu fasıla Hanefîlerde meclis bütünlüğü bozan fasıladır.
C. Kabul; icabın kendisine yönelttiği kişi tarafından yapılmalıdır. Bir kişiye yönelik olarak yapılan icaba başka birinin kabul
beyanında bulunmasıyla akit gerçekleşmez.
Akit Meclisi ve Meclis Muhayyerliği. Hanefî ve Mâlikî mezhebi meclis muhayyerliğini kabul etmezler. Onlara göre akit kurulduktan sonra, sırf akit görüşmelerinin yapıldığı ortam (meclis) devam ediyor diye taraflar tek taraflı akdi bozamaz. Şâfiî ve Hanbelî doktrinleri ise, akdin yapıldığı meclis, yani akit görüşmesi oturumu devam ettiği ve taraflar fiziksel olarak o oturumu terk etmediği sürece akdi yapan tarafların tek taraflı olarak akdi bozabileceğini kabul eder.
Sözlü ifade: En yaygın ve doğal irade beyanı sözlü ifade ile olur.
İşaret: Sözlü ifadenin dışında taraflar bazı işaretlerle anlaşarak da akit kurabilirler.
Teâtî: Fiilî mübadele. Çoğunluğa göre sözlü irade beyanı olmaksızın bir şeyi alıp verme gibi, fiili mübadele ile de akit meydana gelir. Çünkü teâtî örfen tarafların rızasına delalet eder. İmam Şafiî’nin meşhur olan görüşüne göre teâtî ile akit meydana gelmez.
Akitlerin Hukuki Sonuçları: Her akit türünün standart sonuçları vardır. İslam hukukçuları akdin hukuki sonuçlarını iki ana kısma ayırır. Bunların ilki akdin hükmü diğeri ise akdin hukuku yani haklarıdır.
a. Temlik akitleri: Satım ve kira gibi mal ve menfaatin el değiştirmesini, bir aynî hakkın karşı tarafa devredilmesi sonucunu doğuran akitler. Bu akitler kendi içinde üç gruba ayrılır.
b. Teminat akitleri: Bir borcu teminat altına almaya yarayan akitlerdir. Rehin akdi aynî teminat akdi, kefalet ise şahsi teminat akdi olarak temel teminat akitlerini oluşturur.
c. Koruma (hıfz) amaçlı akitler: Bir malın koruma altına alınmasına yönelik olan akitler. Vedia gibi.
d. Temsil akdi: Vekalette olduğu gibi bir hukuki tasarrufta ya da mahkemede bir kimseyi temsil etme amacıyla yapılan akitlerdir.
e. Ortaklık akdi: Ortaklık amacıyla yapılan akitlerdir. Mudârebe, muzâraa akdi gibi.
Bunlar, hibe, ariyet, vedia, karz ve rehin akitleridir
iki gruba ayrılır.
Nafiz ve mevkuf olarak ikiye ayrılır.
Nafiz akit, kurulduğu andan itibaren sonuç doğuran, akittir.
Mevkuf akit ise, başkasının hakkı ile ilgili olduğu için, işlerlik kazanması için tarafların irade beyanları dışında, hakkı olan bu kişinin iradesine de ihtiyaç duyulan akittir.
Bağlayıcılık, bir akdin tek taraflı irade ile ortadan kaldırılamamasıdır.
Akdin Ortadan Kalkması: Borç, tarafların borç konusu olan edimi yerine getirmesi yani ifa etmesi ile sona erer. Fesih taraflardan birinin irade beyanıyla akdi ortadan kaldırmasıdır. İnfisah ise, akdin işlerliğinin imkansız hale gelmesi sebebiyle kendiliğinden ortadan kalkması demektir. Batıl akit zaten kurulmamış olduğu için onun sonlandırılması söz konusu değildir. Fasit bir akit ise sahih hale getirilmezse her iki tarafça veya mahkemece re’sen feshedilebilir.