a) Ahlâki Özgürlük
Ahlak düşüncesinin en temel problemidir. Çünkü insanın kullukla sorumlu olması için isteme (irade) ve seçme (ihtiyar) özelliklerine sahip olması gerekir.
Kader ve dolayısıyla insanın özgürlüğü meselesi daha İslâm’ın ilk zamanlarında Müslümanların dikkatını çekmişti. Çünkü İslâm dini, bir yandan bütün varlıkların var olmasını, bütün olayların vukuunu, dolayısıyla insanların her türlü fiillerini, bu arada, “iradi” denilen davranışlarını Allahın ilim, irade ve kudretine bağlıyor ve bunları yaratanın Allah olduğunu; diğer yandan insanlara dini, hukuki ve ahlakı görev yükleyerek bunlardan sorumlu olduklarını bildiriyordu. Asr-ı saadette bu konuda tartışmalar olmamıştır. Ancak daha sonraları bu konuda tartışmalar başlamış ve zamanla Cebriyye, Mu’tezile ve Ehl-i Sünnet (Eş’ariyye ve Mâtürîdiyye) diye anılan başlıca üç görüş ve mezhebin doğmasına yol açtı.
Cebriyye, insanın, Allahın kudret ve iradesi karşısında tam bir cebir altında bulunduğunu ve asla özgür olmadığını savunurken Mu’tezile kulların, kendi fiillerinin meydana getiricisi, yapıcısı ve yaratıcısı olduklarını, çünkü insanın irade sahibi hür bir varlık olduğunu ileri sürüyordu.
b) Ahlakın Kaynağı
Din dışı ahlak teorilerinde ahlakın yahut ahlaki ödevlerin kaynağının akıl, vicdan veya toplum olduğu yönünde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. İslam dini ise insanı en yüce varlık olarak kabul ederken onun bir de beşeri yönü olduğunu ve yanılabileceğini de kabul eder.
Kur’an ve Sünnete göre hakkında nas bulunan konularda yükümlülüğün ve dolayısıyla ahlakın kaynağı dindir. İslam’da ahlakın asıl kaynağı Kur’an ve onun ışığında oluşan sünnettir.
c) Ahlakın Gayesi
Din dışı ahlâk görüşleri ahlâk için genellikle dünyevî gayelerden söz etmişler ve bedensel haz, ruhsal haz, kişisel veya toplumsal yarar yahut mutluluk gibi farklı gayeler göstermişler; ünlü Alman filozofu Kant ise bütün bu görüşleri reddederek, ahlâkın kendi dışında, diğer bir deyişle iyi veya ödevden başka bir amacının olamayacağını savunmuştur.
Kur’an ve Sünnet’te ise güzel ahlâkı (ahlâk-ı hamide) oluşturan erdemlerin bu dünyada fert ve toplum hayatına kazandırdığı maddî ve manevî faydalar, kötü ahlâkı (ahlâk-ı zemîme) oluşturan erdemsizliklerin doğurduğu zararlar üzerinde durulmuştur.