İslam Hukukunun Mahiyeti ve Temel Özellikleri

admin
Aralık 26, 2019

Toplumsal düzen: İnsanların birbirleriyle ilişki kurmalarını sağlayan yapıya denir.
Toplumsal düzen: kuralları: toplumsal yaşamı düzenleyen bu kurallara denilmektedir.
Toplumsal düzen kuralları: çeşitli ölçütler dikkate alınarak din, ahlâk, hukuk, örf-âdet ve görgü kuralları biçiminde beş kısma tasnif edilerek incelenmektedir.
Hukuk: belli bir ülkede kişilerin birbirleriyle, toplumla ve devletle ilişkilerini düzenleyen, devlet gücüne dayalı, maddi zorlamaya kadar varan yaptırım araçları ile desteklenen kurallar bütünü biçimine denir.

FIKIH KAVRAMI

Fıkıh Kelimesinin Etimolojik ve Semantik Analizi
Fıkıh, esas itibariyle anlamakla ilgili bir kelimedir. Aynı zamanda fıkıh, bir şeyi bilmek anlamına gelmektedir. Esasen fıkıh kelimesi fıtnat (zeka) kelimesiyle açıklanmaktadır ki, bu, onun yalnızca derin ve ince kavrayışa değil, aynı zamanda bir kimsenin kavrayış yeteneğindeki üstünlüğe dair bir vurgu da içerdiğini göstermektedir. İslâm’ın belli nitelikteki kurallarını belirtmek amacıyla fıkıh kelimesinin seçilmesi, onun etimolojik anlamıyla doğrudan ilgilidir. Fıkıh, “bilinenden (ilm-i şâhid) bilinmeyene (ilm-i gâib) ulaşmak” biçiminde tanımlanmakta ve bunun, zihinsel bir çaba olarak, salt bilme (ilm) eyleminden daha özel olduğu ifade edilmektedir semantik ilgi, derin kavrayış sahibi kimse anlamına gelen fakîh kelimesinin, zaman içinde helâl ve haramı birbirinden ayırt edebilme yeteneğine sahip (âlim) kimse için kullanılmaya başlanmasında da mevcuttur.

Fıkıh Kavramının Tarihsel Gelişimi

Âyette kelimeye dinde derin kavrayış sahibi olma (dinde tefakkuh) anlamı yüklenmiştir. Fıkıh kelimesi, ister aklî bir faaliyete, isterse nakle dayalı olsun, her tür dinî bilgiyi içerecek genişlikte bir anlama sahiptir.
Hicrî I. yüzyılın sonlarına doğru hadis tedvin sürecinin başlaması, fıkıh ve ilim kelimelerinin anlamları üzerinde bir değişim meydana getirmiştir.
Kişinin haklarını ve sorumluluklarını bilmesi” (ma‘rifetu’n-nefs mâ lehâ ve mâ aleyhâ) biçimindeki fıkıh tanımı, itikad alanı da dâhil, dinî bilginin her türünü içine alacak genişliktedir. Ebû Hanîfe’nin itikadî konuları ele aldığı eserinin el-Fıkhu’l-Ekber adıyla anılması, fıkhın kavramlaşma sürecine ilişkin diğer bir aşamayı temsil etmektedir. Ebû Hanîfe’nin el-Fıkhu’l-Ebsât başlıklı bir diğer eserinde “Dinde fıkıh, ahkâmda fıkıhtan daha
üstündür”. Dinde fıkıh tabiriyle itikadî meselelerde; ahkâmda fıkıh tabiriyle ise amelî meselelerde bir kimsenin derin kavrayış ve bilgi sahibi olması kastedilmektedir.
Nitekim tasavvuf teorisinin önde gelen kurucularından Hasen el-Basrî’nin “Gerçek fakîh, dünyayı hakir görüp ahirete yönelen, dini konusunda idrâk ve firâset sahibi, Rabbine kullukta devamlı, müttakî, Müslümanların namuslarına göz dikmeyen ve mallarına el uzatmayan (afîf), toplumu iyiliğe yönlendiren kimsedir” biçimindeki sözünden fıkhı, ahlâkî bir olgunluk ya da dinin ahlâkî kavranışı olarak tanımladığı anlaşılmaktadır. El-Pezdevî fıkhı tanımlarken, bilimsel faaliyet neticesinde ulaşılan hükümlerle amel etmeyi ayrı bir unsur olarak belirtmektedir

Fıkhın Terim Anlamı

Hükümler, elde ediliş kaynağına göre kendi içinde aklî, hissî ve şer’î hükümler biçiminde üç kısma ayrılmaktadır.
1- Aklî; başka bir kaynağa gerek olmaksızın yalnızca akıl yoluyla elde edilebilen, ‘iki birden büyüktür’ gibi hükümler
2- Hissî; duyu organları vasıtasıyla ulaşılan, ‘ateş yakıcıdır’ gibi hükümler
3- Şer’î hükümler; dini kaynaklarından çeşitli yöntemlere başvurularak elde edilen “namaz farzdır” gibi hükümlerdir.

Şer’î hükümler de düzenledikleri konular bakımından kendi içinde üç kısma ayrılmaktadır.
1-İtikâdiyyât, dinin inanç yönüne ilişkin meseleler demektir.
2-Vicdâniyyât, insanın zühd, rıza, sabır, huşu gibi içsel (bâtınî) tutumları anlamına gelmektedir.
3-Ameliyyât ise, kişilerin dışsal (zâhirî) davranışları ile etkileri hemen ardından dışa yansıyan içsel davranışlarını ifade etmektedir. Kast, hata, rıza gibi içsel davranışlar dış organlar vasıtasıyla eyleme dönüştüklerinde, amel kavramı kapsamında değerlendirilir.

Tafsîlî (cüz’î )delil: her bir davranışla ilgili hükmün dayandığı özel delil anlamındadır. Bir hükme delil olan tek bir âyet ya dahadis, tafsîli delil niteliğindedir. Mesela “namazı kılın” âyeti, namaz kılmanın farz olduğunu gösteren tafsîlî bir delildir.

İcmâlî (küllî) delil: belli bir davranışın hükmüne dair özel delil değil, bir bütün olarak fıkhın kaynakları ya da hükümlerin kendileri yoluyla elde edildiği yöntem kuralları kastedilir. Kitâb, Sünnet, icmâ ya da kıyastan her biri, bir icmâlî delildir.

Fıkıh ve Şeriat İlişkisi

Şeriat: uzayıp gitme, açık ve görünür olma anlamlarına gelen şer’ kökünden türemiş bir isimdir. Şeriat, kelime olarak, insanların ya da hayvanların su içmek için gittikleri yol anlamındadır. Kur’ân-ı Kerîm’de ise, insan yaşamını yönlendirmeyi amaçlayan din esaslı hükümler bütünü anlamında kullanılmaktadır. Şeriat, bir terim olarak, klasik kaynaklarda kapsam bakımından biri geniş diğeri de dar olmak üzere iki farklı anlamda kullanılmaktadır.

  1. Geniş anlamda şeriat tabiriyle, ‘ilahî irade tarafından öngörülen dinî hükümler bütünü’ kastedilmektedir.
  2. Dar anlamda kullanıldığında ise, yalnızca değişime açık hükümler bütünü anlamında kullanılmaktadır. Ebû Hanîfe peygamberlerin getirdikleri dinin tek, şeriatların ise çok ve çeşitli olduğunu söylemektedir.

 

Şeriat kavramı şer’-i münezzel ve şer’-i müevvel kısımlarına ayrılmıştır.
Şer’-i münezzel, bir hükümler bütünü olarak şeriatın nass yoluyla bildirilen kısmını,
Şer’-i müevvel ise, ictihadla elde edilen kısmını teşkil etmektedir.

Fıkhın Temel İslam Bilimleri Arasındaki Yeri

Temel İslam bilimleri tabiriyle, klasik İslam düşüncesinde şer’î (dinî) ilimler olarak tasnif edilen kelâm, tefsir, hadis, fıkıh usûlü ve fıkıh alanlarını kastediyoruz. Temel İslam bilimleri bir bütünün parçaları niteliğinde olup, aralarında vazgeçilemez irtibatlar
mevcuttur.
Kelâm, klasik dönemde, diğer temel İslam bilimlerine nisbetle, küllî ilim olarak nitelendirilmiştir.
Kelâm ve fıkıh, diğer temel İslam bilimlerinden farklı olarak hüküm koyucu (normatif) karaktere sahip iki bilimdir. Kelâm itikadî hükümleri, fıkıh ise amelî hükümleri belirlemektedir.
Fıkhın kelâmla temel ilişkisi, fıkıh usûlü üzerindendir. Bir fakîh, bir mesele ile ilgili hükme, ancak fıkıh usûlünde belirlenmiş olan delil ve yöntem kurallarına uyarak ulaşabilir.
Kur’ân-ı Kerîm (Kitâb), şer’î amelî hükümlerin elde edilmesinde başvurulması gereken ilk kaynaktır. Bu durum, fıkhın tefsirle ilişkisini açıklamaktadır.
Tefsirin temel işlevi, Kur’ân ifadelerinin gerçek anlamlarını, herhangi bir yargıda bulunmaksızın tespite çalışmaktır. Sünnet, fıkhın bir diğer temel kaynağıdır. Sünnet’i temsil eden söz, fiil ve takrirlerin (hadisler) Hz. Peygamber’e ait olup olmadığını
araştırmak, hadis biliminin aslî işlevidir.

İSLAM HUKUKU KAVRAMI

Amel: başka canlıların davranışları ile eşyanın hareketini içine almamakta, yalnızca beşerî davranış anlamına gelmektedir.
Sübjektif ahlâk kuralları: kişilerin sırf kendilerini ilgilendiren ve ödev niteliği taşıyan davranışlarını düzenler. Mesela bir kimsenin, başkalarının hakkını ihlâl etmemek koşuluyla, kendisini yaralaması ya da intihar etmesi, fıkhî bakımdan haram sayılmakta, sübjektif ahlâk kurallarınca da kınanmaktadır.
Objektif ahlâk kuralları: sırf vecibe yükleyen ve hak talebine imkân vermeyen beşerî ilişkileri düzenleyen kurallar olarak anılmaktadır. Mesela bir kimsenin diğer insanlara yalan söylemesi gibi. Hukuka gelince, o tümüyle toplumsal bir yapıdır. Sadece insanlar arasında ilişki kuran davranışları düzenler.
Emredici kurallar: bir davranışın yapılmasını ya da yapılmamasını kesin olarak talep eden (vâcib veya haram kılan) kurallar.
Tavsiye edici kurallar: yapılmasını ya da yapılmamasını kesin olmayan biçimde talep eden (mendûb veya mekrûh kılan) kurallar
Tecvîz edici kurallar: bir davranış konusunda kişilere yetki ve izin veren (mübah kılan) kurallar.

Hukuk kuralları ise, emredici ve tecvîz edici biçimde iki kategori teşkil etmektedir. Tavsiye edici kuralların, hukuk kuralları kapsamında yer alması düşünülemez.

İslam Hukukunun Kaynağı Meselesi ve Diğer Hukuk Düzenleri ile İlişkisi

Bir kısım araştırmacılara göre fıkhın tamamı değil, fakat İslam hukuku olarak nitelenen kısmı Roma hukukuna dayanmaktadır. Bazı araştırmacılar ise, İslam hukukunun hiçbir hukuk düzeninden etkilenmesinin söz konusu olmadığını, aksine, İslam hukukunun, sonraki dönemlerde, özellikle Endülüs yoluyla, önce Roma hukukunu ve Batı uluslararası hukukunu ardından da İngiliz ve Fransız, hatta İsrail hukuklarını etkilediğini ileri sürmüşlerdir. Üçüncü bir grup araştırmacı ise, İslam hukukunun kaynağı itibariyle vahye dayalı ve özgün olduğu, hiçbir hukuk düzeninden etkilenerek açığa çıkmadığı; ilke, kavram ve kurumlarının başka bir hukuk düzeninden alınmadığı fikrini savunmuştur.

İslam Hukukunun İlahî Hukuk Düzenleri ile İlişkisi

İslam hukuku da vahiy kaynaklı olması nedeniyle ilahî bir hukuk düzenidir.
İslam hukukunun diğer ilahî hukuk düzenleri ile kaynak birliği bulunmaktadır. Kaynak da, tarih boyunca peygamberler aracılığıyla gönderilen vahiydir.

İslam Hukukunun Roma Hukuku İle İlişkisi

İslam hukuku ile Roma hukuku arasındaki ilişki hususunda birbirine karşıt iki görüş açığa çıkmıştır. Onlardan ilki, Roma hukukunun İslam hukukunu etkilediğini, hatta İslam hukukunun varlığını Roma hukukuna borçlu olduğunu iddia etmektedir.
Bu görüşün dayandığı gerekçeleri ve onlara verilen bilimsel cevapları beş madde halinde özetlememiz mümkündür:
1. Hz. Peygamber yaptığı seyahatlerde Suriye’de uygulanan Doğu Roma (Bizans) hukukunu öğrenmiş ve Roma hukuku da bu yolla İslam hukukunu etkilemiştir.
2. Beyrut ve İskenderiye’de Roma hukuku eğitimi veren okullar ve bu hukuku uygulayan mahkemeler mevcuttu. İleri sürülen iddiaların hiçbiri tarihsel bakımdan doğru ve geçerli değildir.
3. İslam hukukçuları fetihlerle birlikte Roma hukukunun uygulandığı bölgelere dağıldılar ve oralarda yerleştiler. Roma hukuku fethedilen bölgelerin örf-âdeti yoluyla İslam hukukunu etkilemiştir. Kaynaklarda İslam hukukçularından herhangi birinin
Roma hukuku kuralları hakkında bir şey bildiğine dair hiçbir kayıt bulunmamaktadır.
4. Câhiliye hukukunun Roma hukukundan etkilendiğine dair hiçbir bilimsel kanıt bulunmamaktadır.
5. Roma ve İslam hukuklarındaki bir kısım ilke ve kurumların benzerliği, bir hukuk iktibasının olduğunu göstermektedir. Roma hukukundaki bir kısım ilke ve kurumların benzerlerine İslam hukukunda rastlanması, İslam hukukunun oradan alındığı
ya da etkilendiği iddiasını kanıtlamaz. İslam hukukunun Roma hukuku ile ilişkisinde savunulan ikinci görüşe gelince, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, o, ilk görüşün
tam tersi olup, İslam hukukunun Roma hukukunu etkilediğini ileri sürmektedir.

İslam Hukukunun Câhiliye Hukuku ile İlişkisi

İslam, Câhiliye hukukuna yönelik üç temel tutum benimsemiştir.
1- câhiliye örf-âdet hukuku içinde İslam’ın ilkeleri ile tamamen uyumlu olan kural ve kurumları aynen benimseyip devam ettirmesi biçimindedir. Buna ibkâ, yani kural ve kurumların olduğu gibi bırakılması denilmektedir.
2- İslam’ın Câhiliye hukukuna ilişkin ikinci bir tutumu, bazı kural ve kurumların düzeltilerek kabul edilmesi biçimindedir. Buna da ıslâh denilmektedir.
3- İslam’ın temel ilkeleri ile uyumlu olmayan Câhiliye hukukuna ait kimi kural ve kurumların tümüyle yürürlükten kaldırılması biçimindedir. Kural ve kurumların geçersiz sayılıp, tümüyle yürürlükten kaldırılması işlemine ilgâ denilmektedir.

İSLAM HUKUKUNUN TEMEL ÖZELLİKLERİ

1. İlahî iradeye dayalı olması: İslam hukukunun kaynağı ilahî iradeyi temsil eden Kitâb ve Sünnet’tir.
2. Yaptırımın ikili karakterde olması: Âhirette, dünyadaki davranışların mükâfât ya da azap olarak karşılığının görüleceğine inanmak, bir din olarak İslam’ın temel iman esasları arasında bulunmaktadır.
3. Bilimsel doktrin niteliğinde teşekkül etmesi: İslam hukuk kuralları devletsel yetkiye dayalı bir yasama faaliyeti yoluyla konulmadığı gibi, örf-âdet hukuku biçiminde de açığa çıkmamıştır.
4. Meseleci (kazuistik) yöntemle oluşturulması: İslam hukuku başlangıçta İslam hukukçularının önlerine gelen meselelerden her birini ayrı ayrı incelemek suretiyle geliştirdikleri hukukî çözümlerin bir araya toplanmasıyla oluşmuştur.

DHBT Sınavı
22.09.2024
0
Gün
0
Saat
0
Dakika
0
Saniye