Hz. Ömer’in, aralarından birini, üç gün içinde halife seçmek üzere görevlendirdiği altı kişilik şûra heyeti, ilk toplantısını onun ölümünden önce (Talha b. Ubeydullah Medine dışında olduğu için) beş kişi olarak yaptı.
Abdurrahman b. Avf, Hz. Osman’ı halife seçtiğini açıklayıp ona biat etti. Onun ardından Hz. Ali ve mescidde bulunanlar sırayla Hz. Osman’a biat ettiler.
Kaynaklarda, Abdurrahman b. Avf’ın yaptığı görüşmeler esnasında, çoğunluğun Hz. Osman’ı istediğini gördüğünü bildiren rivayetler aktarılmıştır. Bu rivayetlerin yanı sıra, onun kararını açıklama anı öncesine kadar Hz. Ali’yi tercih etmek niyetinde olduğu; ancak Hz. Ali’nin şartlı cevabı karşısında tercihini değiştirdiği de söylenmiştir.
Hicrî 23 yılının sonlarında (m. 644) halife seçilen Hz. Osman’ın halifeliği on iki yıl sürdü. Fetihler onun döneminin ilk yıllarında aynı hızla devam etti.
Hz. Osman zamanında İslâm orduları İran içlerine doğru ilerlemeye devam etti. İsfahan, Hemedan ve Kirman alınarak İran’ın fethi büyük ölçüde tamamlandı. Horasan’a etkili ve sürekli akınlar Hz. Osman zamanında başladı. İslam orduları 31 (651) yılının ikinci yarısında Horasan’a girdi ve Tohâristan’a kadar uzanan toprakları fethetti. Daha sonra bugünkü Afganistan sınırları içinde kalan Belh, Herat, Bûşenc ve Tûs gibi önemli şehirler alındı. Diğer tarafta Ermenistan, Gürcistan, Dağıstan, Azerbaycan, Arrân bölgesi ve Tiflis fethedildi.
Hz. Osman döneminde Kuzey Afrika fetihlerine devam edildi. Bu arada Bizanslılar, 24 (645) yılında Vali Amr b. Âs’ın Medine’de bulunduğu bir sırada çıkarma yaparak İskenderiye’yi işgal etmişlerdi. Amr, emrindeki birliklerle İskenderiye’yi kuşatıp Bizans kuvvetlerini oradan çıkardı (25/646). Amr’ın azledilmesinin ardından onun yerine Mısır valiliğine tayin edilen Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh, Hz. Osman’dan izin alıp, gönderilen takviye kuvvetlerle birlikte 27 (647) yılında İfrîkıye bölgesinin fethine çıktı. Trablusgarp’tan İfrîkıye’ye (Tunus ve civarı) kadar ilerledi ve bölgenin önemli merkezlerinden Sübeytıla civarında yapılan savaşta 20.000 kişilik ordusuyla, Bizans’tan bağımsızlığını ilân eden Gregorios’un 120.000 kişilik ordusuna karşı büyük bir zafer kazandı. Bu savaşın ardından İfrîkıye’nin ileri gelenleri Abdullah b. Sa’d’a gelerek, topraklarını kendilerine bırakması şartıyla cizye ödemeyi teklif ettiler. Abdullah bu teklifi kabul etmiş, bölge İslâm hâkimiyetini tanımıştı. Ancak İfrîkıyeliler’in anlaşmayı bozmaları üzerine 33 (653) veya 34’te (654-55) ikinci defa bölgenin fethine çıkan Abdullah b. Sa’d, onları tekrar itaat altına aldı.
Abdullah b. Sa’d, İfrîkıyye’de kazandığı Sübeytıla zaferinden sonra fetihlerini Nil vadisi doğrultusunda güneye kaydırıp Nûbe üzerine yürüdü.
Bugün Sûdan topraklarında bulunan Dongola’ya kadar ilerledi. Orada hüküm süren hıristiyan Makarra Krallığı ile bir antlaşma imzalayıp bu devleti, İslâm devletinin egemenliği altına aldı (Ramazan 31/Nisan-Mayıs 652).
Hz. Osman zamanında Suriye genel valiliğine atanan Muâviye, Mısır Valisi Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh’i de sefere çağırdı. Müslüman filosu 28 (649) yılı ilkbaharında 1700 gemiyle Akkâ’dan denize açıldı, kuşatma sonunda 7200 altın vergi ödenmesi ve müslümanlara saldırılmaması şartıyla anlaşma sağlandı. Böylece Kıbrıs barış yoluyla ele geçirilip vergiye bağlandı. Kıbrıs idarecilerinin vergiyi ödememeleri üzerine, 33 (654) yılında 500 gemilik donanmayla İkinci Kıbrıs seferi gerçekleştirildi ve savaş yoluyla fethedilen adaya 12. 000 asker yerleştirildi.
29 (650) yılında Suriye sahillerine yakın Arvad (Cyzikus) adası alındı. 31 (652) senesinde Sicilya ve Rodos üzerine seferler düzenlendi. Aynı yıl içinde İskenderiye’ye çıkartma yapmak isteyen Bizans donanması geri püskürtüldü. Yine bu yıllarda 200 gemilik İslâm donanması, İskenderiye (bazı rivayetlere göre Finike) açıklarında, II. Konstans kumandasındaki 500 parçalık Bizans donanmasına karşı büyük bir zafer kazandı. Yelken direklerinin çokluğu sebebiyle “Zâtü’s-savârî” adı verilen bu zaferle Bizans’ın Doğu Akdeniz’deki hâkimiyeti sona erdirildi.
Kur’an-ı Kerîm Hz. Ebû Bekir zamanında mushaf haline getirilmiş ve bu Mushaf tedbir olarak muhafaza altına alınmıştı. Hz. Ömer ve Hz. Osman devrinde artan fetihlerle İslâm coğrafyası genişledi. Araplar’ın dışındaki müslümanların sayısı giderek arttı. Fethedilen bölgelerdeki müslümanlar, Kur’an’ı kendi bölgelerinde meşhur olan sahâbînin mushaf ve kırâatiyle öğrenip okuyorlardı. Bilhassa çeşitli vilayetlerden olan askerlerin bir araya geldiği cephelerde, askerler arasında kırâat farklılıkları sebebiyle ciddi tartışmalar başladı. Azerbaycan ve Ermenistan fethine katılan ordunun kumandanı Huzeyfe b. Yemân, Suriyeli ve Iraklı askerler arasındaki kıraat ihtilâfını ve karşılıklı ağır ithamları görünce endişeye kapıldı. Derhal Hz. Osman’ın yanına Medine’ye gelerek konuya acilen bir çözüm bulmasını teklif etti. Hz. Osman, Hz. Ömer’in ölümünden sonra kızı ve mü’minlerin annesi Hz. Hafsa’ya teslim edilmiş olan Ebû Bekir mushafını çoğaltarak belli başlı merkezlere göndermeye karar verdi. 25-30 (646-651) yıllan arasında gerçekleştirilen çalışma sonunda çoğaltılan yedi (veya dört, beş, sekiz) Kur’an nüshasından biri Medine’de bırakıldı. Diğer nüshalar, aynı zamanda bu nüshaları okutmakla görevlendirilen birer kâri ile birlikte Mekke, Kûfe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn’e gönderildi. Kur’an nüshaları vilayetlerde büyük kabul gördü. Bundan itibaren Kur’an öğretimi bu nüshalara göre yapıldı.
İlk altı yılda, yukarıda belirtildiği gibi, fetihler önceki hızıyla devam etti ve gelirlerin artması neticesinde maddî refah seviyesi daha da yükseldi. Müslümanların gündeminin birinci maddesini, fetih konusu teşkil etti. Halk arasında ciddi bir huzursuzluk yaşanmadı.
Ancak 30 (650) yılında başlayan Karışıklık Dönemi’nde müslümanlar arasında ihtilaflar ortaya çıktı. Hz. Osman ve bilhassa valilerinin bir takım icraatları şikâyet konusu yapıldı ve eleştirildi. Yönetimden şikâyetler giderek arttı ve sonunda İslâm âlimlerinin müslümanların içine düştüğü ilk büyük fitne olarak kabul ettiği, etkilerini günümüze kadar sürdüren kanlı fitne hareketi yaşandı. Müslümanların gruplara bölünmesinin de temelini teşkil eden bu isyan hareketi, İslâm tarihinin en ihtilaflı meselesi olma özelliğini devam ettirmektedir. Çünkü Hz. Osman’ı hedef alan ve iç savaşlar dönemini başlatan bu karışıklıklar, İslam tarihi kaynaklarında çok teferruatlı ve bir o kadar da çelişkili bir şekilde anlatılmaktadır. Bu konuda aktarılan ilk rivayetler arasında, birbiriyle te’lifi mümkün olmayan önemli çelişkiler bulunmaktadır. Bu konudaki rivayetlerin üç ana kaynağından biri olan Ebû Mihnef’in aşırı bir Şîî olduğu bilinmektedir. Onun haberlerinde, Hz. Osman açıkça suçlanmış, Hz. Talhâ isyancılar arasında gösterilmiştir. Hz. Ali ise, bazı icraatları dolayısıyla Hz. Osman’ı eleştirmekle birlikte, ona yardımcı olmaya çalışmıştır. İkinci ana kaynak olan Vâkidî’nin rivayetlerinde ise Hz. Osman’a karşı aşırı bir husumet görülmektedir. Bu iki rivayet zincirine karşılık üçüncü ana kaynak Seyf b. Ömer’e dayanan rivayetlerin ortak özelliği ise, fitne olayında Hz. Osman’ı ve diğer sahâbileri suçsuz kabul etmesidir. Günümüz tarihçilerinden Yusuf el-Uş, bu üç ana kaynakta aktarılan rivayetlerle, olayları bizzat yaşayan üç şahsa ulaşan ve güvenilir raviler yoluyla aktarılan en eski üç rivayet arasında bir karşılaşma yapmış ve önemli bir sonuca ulaşmıştır. Onun tesbitine göre, olayları bizzat yaşayanlara ulaşan en eski üç rivayet, Seyf b. Ömer’in anlattıklarıyla, büyük ölçüde uyum arzetmektedir. Seyf b. Ömer’in rivayetlerinin özeti ise, fitneyi körükleyen gizli bir el vardır. Bu el, müslümanları bölmeye çalışan Abdullah b. Sebe’dir. Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve Hz. Aişe gibi ileri gelen sahâbiler, bir takım icraatları dolayısıyla Hz. Osman’ı eleştirseler de, isyancılara karşı halifenin yanında yer almışlar ve halifeye bağlılıklarını sonuna kadar devam ettirmişlerdir.
Halifeliğinin ilk yıllarından itibaren, Hz. Osman veya valilerinin bazı uygulamaları, şikâyetlere sebep oldu. Bu şikâyetler halifeliğinin ikinci yarısında daha da arttı ve bilhassa Hz. Ömer zamanında kurulan ve Hz. Osman’ın halifeliğinin son yıllarında, ani zenginleşmenin ardından yaşanan iktisâdî krizden en fazla etkilenen garnizon şehirleri Kûfe, Basra ve Fustat’ta (Mısır) uygun bir ortam buldu. Son üç yılda birlikte hareket etmeye başlayan muhalifler, Hz. Osman ve valilerinin bazı icraatlarını propaganda için kullandılar.
Hz. Osman’ın iç karışıklıklara zemin hazırlayan ve bu isyanın sebepleri olarak gösterilen uygulamaları, şöyle sıralanabilir: Hz. Osman’ın valiliklere ve diğer önemli devlet görevlerine sadece akrabalarını tayin etmesi; onlara veya diğer akrabalarına devlet hazinesinden büyük miktarlarda bağışlarda bulunması; buna karşılık kendisini eleştiren Ebû Zer el-Gifârî, Abdullah b. Mes‘ûd ve Ammâr b. Yâsir gibi ileri gelen sahâbîleri çeşitli şekillerde cezalandırması, bazı sahâbilere fethedilen şehirlerde ikta araziler vermesi; Hz. Peygamber tarafından Tâif’e sürgüne gönderilen amcası Hakem b. Ebü’l-Âs’ın Medine’ye dönmesine izin verip onun oğlu Mervan’ı devlet kâtibi olarak görevlendirmesi; Kureyş adına kabilecilik yapan bazı valilere ses çıkarmaması; valilerin yanlış icraatlarına göz yumması ve onlara gereken cezayı vermekten kaçınması; Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer hac esnasında namazları seferi olarak kıldırdıkları halde, halifeliğinin altıncı yılından itibaren Mekke’de namazları mukim olarak kıldırması gibi bazı fıkhî uygulamaları; Hz. Ebû Bekir zamanında Mushaf haline getirilen Kur’an-ı Kerîm nüshasını istinsah ettirdikten sonra, önceki nüsha ve bazı sahâbilerin ellerinde bulunan şahsî nüshaların tamamını imha ettirmesi; Mescid-i Nebevî’yi genişletirken önceden kullanılmayan bazı yapı malzemeleri kullandırması;
Hz. Osman ve valilerine karşı ilk ciddi muhalefet, daha ziyade kabilecilik temelinde olmak üzere Kûfe’de ortaya çıktı. Vali Velid b. Ukbe, 30 (650-651) yılında bir cinayetin faillerine kısas uygulamıştı. Bu yüzden kısas cezasına fethedilen şehirlerde ikta araziler vermesi; Hz. Peygamber tarafından Tâif’e sürgüne gönderilen amcası Hakem b. Ebü’l-Âs’ın Medine’ye dönmesine izin verip onun oğlu Mervan’ı devlet kâtibi olarak görevlendirmesi; Kureyş adına kabilecilik yapan bazı valilere ses çıkarmaması; valilerin yanlış icraatlarına göz yumması ve onlara gereken cezayı vermekten kaçınması; Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer hac esnasında namazları seferi olarak kıldırdıkları halde, halifeliğinin altıncı yılından itibaren Mekke’de namazları mukim olarak kıldırması gibi bazı fıkhî uygulamaları; Hz. Ebû Bekir zamanında Mushaf haline getirilen Kur’an-ı Kerîm nüshasını istinsah ettirdikten sonra, önceki nüsha ve bazı sahâbilerin ellerinde bulunan şahsî nüshaların tamamını imha ettirmesi; Mescid-i Nebevî’yi genişletirken önceden kullanılmayan bazı yapı malzemeleri kullandırması;
Hz. Osman ve valilerine karşı ilk ciddi muhalefet, daha ziyade kabilecilik temelinde olmak üzere Kûfe’de ortaya çıktı. Vali Velid b. Ukbe, 30 (650-651) yılında bir cinayetin faillerine kısas uygulamıştı. Bu yüzden kısas cezasına
çarptırılan katillerin yakınlarının düşmanlığına hedef oldu ve bu kişiler onun görevden alınıp cezalandırılmasını sağladılar. Onun yerine tayin edilen Saîd b. Âs, bir sohbet meclisinde, “Sevâd-ı Irak Kureyş’in bahçesidir” diyerek, kabile liderlerini kızdırdı. Orada bulunan ve muhalefetin en güçlü isimlerinden olan Eşter en-Nehaî, “Allah’ın bize kılıçlarımızla ihsan etmiş olduğu bu araziler, nasıl Kureyş’in çiftliği oluyormuş!” diyerek itiraz etti. Valiyi destekleyen bir genç dövülürken, iki taraf arasında şiddetli bir tartışma yaşandı. Valinin meclisinde çıkan bu tartışma muhalif kabile liderlerini harekete geçirdi. Bulundukları toplantılarda, valiyi eleştirmeye ve halkı yönetime karşı isyana teşvik etmeye başladılar. İhtilaf büyüyünce, vali Hz. Osman’dan muhaliflerin elebaşılarının cezalandırılmasını istedi. Hz. Osman’ın emriyle Eşter en-Nehaî ve diğer on iki şahıs, halkı isyana teşvik yüzünden sürgün cezasına çarptırılıp, ıslah için Suriye valisi Muâviye b. Ebû Süfyan’ın yanına Dımaşk’a gönderildiler (33/653-654). Muâviye de onları iddialarından vazgeçiremedi. Kabilecilik fitnesini devam ettirmeleri üzerine, bu şahıslar halifenin onayıyla Humus’a sürgün edildiler. Orada bulundukları sırada, şehirlerine dönmek için bir plan düşündüler. Hz. Osman’a yaptıklarından pişman olduklarını, artık iddialarından vazgeçtiklerini bildirdiler. Kûfe’ye dönmek için ondan izin istediler. Ancak Kûfe’ye döndüklerinde verdikleri sözü tutmadılar. Aksine halife ve yönetim aleyhindeki faaliyetlerini daha da hızlandırdılar. Hz. Osman’ın temsil ettiği Kureyş hâkimiyetini hedef alan kabilecilik hareketini körükleyen bu hareket, Irak’ın ikinci büyük merkezi Basra’da da yankı buldu. Hz. Osman’a karşı yürütülen muhalefet orada da giderek güçlendi. Kûfe ve Mısır’ın yanı sıra isyancıların üçüncü merkezi haline geldi.
Karışıklıkların diğer önemli merkezi Mısır’da, Hz. Osman ve Mısır valisi Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh ağır bir şekilde eleştiriliyordu. Bu hareketin liderliğini, Muhammed b. Ebû Bekir ile Muhammed b. Ebû Huzeyfe yapıyordu. Muhammed b. Ebû Bekir, babasının vefatından sonra annesi Hz. Ali’yle evlendiği için Hz. Ali’ye çok bağlıydı. Hz. Osman’ın himayesinde büyüyen Muhammed b. Ebû Huzeyfe ise kendisine valilik görevi vermeyen halifeye darılıp Mısır’a gitmişti. Abdullah b. Sebe’nin Mısır’a gelmesiyle, Hz. Osman’a karşı yürütülen muhalefetin ana merkezi Mısır oldu.
İsyancılar ilk ciddî eylemlerini, Kûfe’de gerçekleştirdiler. Hz. Ali, Hz. Zübeyr, Hz. Talha ve Hz. Âişe başta olmak üzere ileri gelen sahâbilerin ağzından mektuplar yazarak onları da bu işin içinde göstermeye çalıştılar. Hz. Osman’a yönelik kişisel kırgınlıklar, Medine’deki muhaliflerin sayısını artırmıştı.
Mısır’dan bir heyet, hicrî 35 yılının Recep ayında (OcakŞubat 656), valilerinden ve yönetimden şikâyet için Medine’ye geldi. Hz. Osman, Hz. Ali’nin de içinde bulunduğu kalabalık bir heyetle birlikte onların şikâyetlerini dinledi.
İsyancılar, farklı istikametlere gittikleri halde, Şevval ayının son günlerinde hep birlikte ansızın geri geldiler. Tekbir getirerek Medine’ye girip Hz. Osman’ın evini kuşattılar. Bu arada tarafsız kalan ve olaylara müdahele etmeyen Medinelilere dokunmayacaklarını açıkladılar. Hz. Osman, evini kuşatan asilerin bu tavrı karşısında, vilayetlere gizlice haber göndererek valilerinden yardım istedi.
Asiler yirmi gün ile iki ay arasında devam ettiği söylenen muhasaranın son on gününe kadar, Hz. Osman’ın Mescid-i Nebevî’ye çıkıp imamlık yapmasına izin verdiler.
İsyancılar muhasaranın son on gününde kuşatmayı şiddetlendirdiler. Hz. Osman , onların halifeliği bırakması için yaptıkları teklifi kabul etmedi.
Kuşatmanın son gününde, evin kapısında genç sahâbilerle isyancılar arasında çatışmalar yaşandı ve yaralananlar oldu. İsyancılar ayrıca evin kapısını da yaktılar. Akşam saatlerinde bundan istifadeyle birkaç Mısırlı bitişikteki evden Hz. Osman’ın evine girdi ve Kur’an okumakta olan Hz. Osman’ı öldürdü (18 Zilhicce 35/17 Haziran 656).
Hz. Osman’ın öldürülmesiyle birlikte, İslâm dünyası büyük bir sıkıntıya maruz kaldı. Birlik ve beraberlik kayboldu ve Hz. Ali zamanında Cemel ve Sıffîn gibi iki önemli iç savaş yaşandı.
Tarih kaynaklarında isyanın sebepleri olarak gösterilen ve burada özet olarak aktarılan şikâyet konularının, bir isyanı haklı gösterebilecek sebepler olmadığı açıktır.
Bazı tarihçiler, Hz. Osman’a karşı gerçekleştirilen ve Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliğe çok ağır bir darbe vuran bu isyanı, daha ziyade, o yıllarda yaşanan siyâsî, iktisâdî ve sosyal değişikliklere bağlamışlardır. Fetihler sayesinde kısa sürede sağlanan zenginleşmenin kaçınılmaz sonucu olan ekonomik kriz, yönetimi tasarrufa ve askeri maaşları indirmeye mecbur etti. Bu da gayri memnunların sayısını artırdı.
Hz. Osman, kaynaklarda orta boylu, güzel yüzlü, gür saçlı, uzun ve beyaz sakallı, esmer tenli olarak tasvir edilir. Halim-selim, nazik ve mahcup bir tabiata sahipti. Çok merhametli ve son derece cömert bir şahsiyetti. Onun en meşhur vasfı ise, engin bir hayâ duygusuna sahip olmasıydı. Cennetle müjdelenen on sahâbîden (aşere-i mübeşşere) biri olan Hz. Osman, Rûme kuyusunu kendi parasıyla satın alıp Müslümanlara hibe etmesi ve yine Tebük ordusunu donatmadaki birinciliği dolayısıyla da bilinmektedir.
Hz. Osman takvâ sahibi bir insandı, gecelerini ibadetle, gündüzlerini oruçlu olarak geçirirdi. Kur’an okumaktan usanmazdı. Hac zamanında Hacerülesved’in yanında bir rek’atta Kur’an’ı hatmettiği rivayet edilmiştir. Ashâbın zenginlerinden olan Hz. Osman, son derece cömertti, malını müslümanlar için cömertçe harcamayı ve yardım yapmayı çok severdi.
Hz. Osman, Hz. Peygamber’in vahiy kâtiplerindendi, onun sır katibi olduğu da söylenmiştir. Vahiy kâtipliği yanında mektup ve antlaşma gibi bazı resmî vesikaları da kaleme almıştır. Hz. Osman, ilmî bakımdan da yetişmişti, hatta hac menasiki konusunda en bilgili sahâbî olduğu söylenmiştir. Kur’an’ı ezberleyen ve Hz. Peygamber’in sağlığında fetvâ veren bir kaç sahâbî arasında sayılır.