Hadisler, Kur’an-ı Kerim’den sonra dinimizi öğreneceğimiz ikinci kaynaktır. Kur’an-ı Kerim ayetleri indirildiği ilk günden itibaren hafızlar tarafından ezberlenmiş ve yazıya geçirilmiştir.
Öte yandan Allah Teâla, Kur’an-ı Kerim’i muhafaza edeceğini bildirmiştir. Kur’an-ı Kerim Peygamber Efendimizden sonra hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze kadar ulaşmıştır.
Hadis-i şerifler de Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hayatta iken sahabe tarafından ezberlenmekteydi. Kısmen yazıya da geçirilmeye başlanmıştır. Ancak Kur’an-ı Kerim’de olduğu gibi tüm hadislerin herkes tarafından bilinip ezberlenmesi ve Peygamberimiz henüz hayatta iken tamamının yazıya geçirilmesi mümkün değildi. Hadisleri toplama, ezberleme ve yazma çalışmaları Peygamberimizin vefatından sonra da devam etti. Ancak hadislerin sayısı pek fazlaydı. Üstelik bu çalışmalar esnasında hadisleri ezberleyip aktaran kişilerin sayısı da çoktu. Bu kişiler arasında dürüst, hafızası güçlü, dikkatli ve titiz kişiler olduğu gibi dikkatsiz, hafızası zayıf, pek güven vermeyen kişiler de vardı. Bu durumda hadisin kimden öğrenileceğine dikkat etmek gerekecekti.
Öte yandan Peygamber Efendimizin vefatından sonra Müslümanlar arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları ve çatışmalar yüzünden birtakım uydurma hadisler de türemişti. Resul-i Ekrem’in sözü veya davranışı olmadığı halde bazı söz ve davranışlar, dürüst olmayan kişiler tarafından, Peygamber Efendimize aitmiş gibi gösteriliyordu. Bu durumda dinimizin ana kaynaklarından biri olan hadisleri korumak, gerçeği yalandan, bir diğer deyişle sahih olan hadisi mevzû olandan yani hadis diye uydurulan sözden ayırmak zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Daha açık bir söyleyişle Peygamber Efendimizin hadislerini korumak ümmetin görevi olmuştur.
Hadis ilmiyle ilgilenen ilim adamları; hadisleri bozulma ve değişmelerden korumak, hadis diye uydurulan sözleri ayıklamak amacıyla bir tenkit/ eleştiri sistemi geliştirmişlerdir. Bu tenkit sisteminde yapılan, asla Peygamber Efendimizi eleştirmek değildir. Resulullah’ın bir hadisi karşısında Müslümana düşen görev, o hadisi samimiyetle kabul etmek ve baş tacı etmektir. Ancak hadisleri aktaran râvilerin hafıza problemlerinden ya da dikkatsizliklerinden kaynaklanan birtakım problemler ortaya çıkmışsa, böylece hadislerde bozulma ya da değişimler meydana gelmişse, bu kusurları ortaya çıkarmak gerekmektedir. Hata ve kusurların ortaya çıkarılması, aslında Peygamber Efendimizin hadislerinin en doğru biçimde tespit edilmesi demektir. Bu nedenle tenkid çalışmaları, eksik ve hatalı nakledilen hadislere yönelik çalışmalardır.
Sened tenkidi daha ziyade, râviler ile ilgili değerlendirmelerden meydana gelir.
Bir hadisin sahih olup olmadığını anlamak için öncelikle râvilerine, yani o hadisi aktaran kişilerin özelliklerine bakılır. Bu kişiler hadis rivâyet etme konusunda yetkili (ehil) kabul edilirse rivâyetleri alınır. Hadis rivâyet etmeye ehil kabul edilmezlerse rivâyetleri terk edilir.
Bir râvinin aktardığı haberin kabul edilebilmesi için o râvinin bazı özelliklere sahip olması gerekir. Bu özellikler kişinin hem kimlik ve kişiliği ile ilgili hem de dikkat ve hafızası ile ilgili özelliklerdir. Bu özellikler iki ana başlık altında toplanmış, iki terim ile ifade edilmiştir: Adalet ve zabt.
Dürüst ve güvenilir olmayan birine gündelik hayatımızda inanmaz, söylediklerini pek dikkate almayız. Güvenmediğimiz birine kıymetli bir eşyamızı emanet etmeyiz. Yalan söyleme alışkanlığı olan birinin aktardığı bir haberi ciddiye almayız.
Peygamber Efendimizin hadisleri bütün Müslümanlar için en kıymetli hazine değerindedir. Bu nedenle hadisleri aktaran insanların, sözüne güvenilir kişiler olması zorunludur.
Peki, kimin sözüne güvenebiliriz? Hangi özelliklere sahip kişiler “güvenilir” kabul edilebilir?
Hadis alimleri bir râvinin güvenilir kabul edilebilmesi için kimlik ve kişilik bakımından beş özelliğe sahip olması gerektiğini belirtmişlerdir:
a. Müslüman olmak: Müslüman olmayan birinin Resul-i Ekrem Efendimiz ve dinimiz hakkında aktardığı bir bilgi geçerli kabul edilmez.
b. Akıllı olmak: Akıl sağlığı yerinde olmayan birinin nasıl şahitliği geçerli değilse, hadis rivâyeti de geçerli değildir. Bu nedenle hadis aktaran kişi mutlaka akıl sağlığı yerinde biri olmalıdır.
c. Bulûğa ermiş olmak: Küçük çocukların hadis rivâyeti geçersizdir. Hadis nakledebilmesi için râvinin bulûğ yaşına gelmiş olması gerekir.
d. Fâsık (günahkar) olmamak: Büyük günahlar işleyen, iyi tarafları ile değil daha ziyade kötülükleri ile tanınan kimseler güven vermezler. Bu kimselerin Peygamberimizin hadislerini aktarırken dürüst davranacakları kuşkuludur. Bu nedenle aktardıkları hadisler kabul edilmemiştir.
e. Mürüvvet sahibi (saygın) olmak: Yaşadıkları toplumun değer yargılarını bilen ve dikkate alan kişiler, etraflarında saygın bireyler olarak kabul edilirler. Hadis râvisi, içinde yaşadığı toplumda saygıdeğer biri olmalıdır. Meselâ sokaklarda serserilik yapan, ölçüsüz davranışları ile etrafına rahatsızlık veren kişiler hadis rivâyeti konusunda da yetkin/ehil kabul edilmezler. Bu beş şart Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i şerifler ışığında belirlenmiştir.
Bu şartların hepsi bir arada “adalet” terimi ile ifade edilir. Bu beş şarta sahip râvi adalet sahibi (adil) râvi kabul edilir, kimlik ve kişilik özellikleri bakımından hadis rivâyet etmesi uygundur. Bu şartlardan biri ya da bir kaçı eksik olursa o zaman râvi, “adalet” özelliğini kaybetmiş olur. Adalet özelliğine sahip olmayan râviden hadis alınmaz.
Bir ravide bazı kusurlar tespit edilirse bu kusurlar sebebiyle “adalet” vasfı zedelenmiş olur. Adalet vasfı zedelenen raviden de hadis alınmaz.
Adaleti etkileyen kusurlar şiddetliden hafife doğru şöyle sıralanabilir:
a) Yalancılık: Bir ravinin hadis rivayetinde yalancılığı, bir başka deyişle hadis uydurduğu tespit edilirse, bir daha o raviden hadis alınmaz. Yalancılık, en ağır tenkid sebebidir.
b) Yalancılıkla itham: Bir ravi günlük hayatında yalancılığı bilinen biriyse yine kusurlu kabul edilir. Gündelik hayatında yalan söyleyen birisinin Peygamberimizin hadisleri konusunda da gevşek ve ihmalkâr davranması mümkündür. Bu nedenle bu kişilerden de asla hadis alınmaz.
c) Fâsık olmak: Büyük günah işleyen, iyi taraflarından ziyade kötülükleri ile bilinen kişiler fasık kabul edilir. Fâsık olmak adalet vasfını zedeler.
d) Meçhul olmak: Hadis nakleden kişi tanınmayan birisi ise ya da güvenilir olup olmadığına dair bilgi mevcut değilse meçhul olarak tarif edilir. Meçhul olmak da adaleti zedeleyen bir kusurdur.
e) Bid’atçi olmak: Resulullah zamanında dinde olmayan bir uygulamayı dine sokan kişiler ehl-i bid’at kabul edilir. Bid’atçiler, uydurdukları ve propagandasını yaptıkları görüşleri yaymak için hadis uydurabilmişlerdir. Bu nedenle görüşünün propagandasını yapan bid’atçiler adalet vasfı bakımından kusurlu kabul edilir.
Bir râvinin rivâyetinin kabul edilebilmesi için sadece kimlik ve kişilik bakımından güvenilir olması yeterli değildir. Râvinin adalet sıfatına sahip olması, aranan şartların sadece bir kısmını oluşturur. Çünkü râvi, dürüst olmasına rağmen, hafızası zayıf olabilir ya da hadis rivâyeti konusunda dikkatli ve titiz davranmıyor olabilir. Böyle bir durumda adaletli de olsa o râviden hadis alınmaz.
Bir râvinin hadis rivâyetinin geçerli olabilmesi için hafızasının gücü, hadis rivâyetindeki dikkat ve titizliği ile ilgili de birtakım özelliklere sahip olması gerekir. Bu özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
a. Hafızası güçlü olmalıdır: Hadisleri iyi ezberlemesi, ezberlerini koruyabilmesi oldukça önemlidir. Çeşitli zamanlarda naklettiği hadisler arasında farklılıklar meydana gelmişse ya da rivâyet ettiği hadisler kendi akranlarının rivâyet ettikleri ile çelişiyorsa, bu durumda hafızasının zayıf olduğu anlaşılır. Çokça hata yapan, rivâyetlerinde çelişkilere düşen, güvenilir râvilerin rivâyetlerine aykırı hadisler nakleden râvi tenkid edilir ve rivâyetleri reddedilir.
b. Kitabını (defterini) korumalıdır: Râvi, öğrendiği hadisleri yazdığı defteri (ya da kitabı) iyi korumalıdır. Hadis yazdığı defteri kaybetmemeli, herkese emanet etmemelidir. Defteri yanmaktan, çalınmaktan korumaya çalışmalıdır. Herhangi birinin, defterine ilaveler yapmasına ya da defterden bir şeyler silmesine fırsat vermemelidir. Eğer dikkatsiz davranır ve bu nedenle hadis yazdığı defter zarar görürse, râvi eleştirilir, rivâyetleri sahih (güvenilir) olma özelliğini kaybeder.
c. Uyanık olmalıdır: Hadis nakleden râvi dalgın ve dikkatsiz olmamalıdır. Kendi rivâyet ettiği hadisi, başka râvilerin rivâyet ettiği hadislerden ayıramayan kişiler dikkatsizlikleri yüzünden eleştirilmiş, rivâyetleri sahih kabul edilmemiştir. Rivâyetinde tereddüt gösteren, kendi aktardığı haberden emin olamayan, başkaları tarafından kolayca aldatılan kişilerin rivâyetleri güvenilir olma özelliğine sahip değildir.
d. Hadisin anlamını korumalıdır: Râvi hatırlayamadığı bir sözcüğün yerine eş anlamlı olan bir başka kelime kullanabilir. Ancak rivâyet esnasında anlamı bozacak, daraltacak, değiştirecek başka kelimelere veya ifadelere yer verirse o zaman bu râvi tenkid edilir. Bu kişinin rivâyetlerine kuşku ile yaklaşılır Bu dört özellik ile ilgili “zabt” terimi kullanılır. Bu özelliklere sahip olan hadis râvisi zabt sahibi (zâbıt) kabul edilir. Ancak bu özelliklerden herhangi biri ile ilgili eksikleri varsa o takdirde zabt bakımından kusurlu olur. Zabtı eksik olan râvinin rivâyeti de güvenilir kabul edilmez.
Bir ravi zabt niteliğine zarar verecek bazı kusurlara sahip olursa o ravinin zabt vasfı zedelenmiş olur ve hadisi ya reddedilir ya da zayıf kabul edilir.
Zabt vasfını zedeleyen ya da bozan vasıfları şöyle sıralayabiliriz:
a) Çokça yanılmak: İnsan yaratılışı gereği hata yapabilir, unutabilir. Ancak bir ravinin hataları doğrularından fazla ise bu durumda ravi şiddetle tenkid edilir. Zabtı olmadığı için rivayeti de terk edilir.
b) Dikkatsizlik: Bir ravinin dikkatsiz, gafil, kapılgan olmasıdır. Mesela kendi defterindeki rivayetleri bir kenara bırakıp kendisine telkin edilenleri aktarması bir gaflet/dikkatsizliktir. Bu da zabtı zedeleyen ağır bir kusurdur.
c) Vehim: Ravinin hadis rivayet kurallarını bilmeden hatalar yapmasıdır. Mesela peygamberimizin sözünü sahabe sözü gibi nakleder ya da tam tersini yapabilir, sahabeye ait bir sözü peygamberimizin bir hadisiymiş gibi aktarabilir. Vehim de zabt vasfını olumsuz etkiler
d) Güvenilir ravilere muhalefet: Bir ravinin aktardığı haber güvenilir ravilerin aktardığı habere aykırı ise bu durum da o ravinin tenkid edilme sebebidir. Güvenilir ravilere muhalefet eden kişiler zabt bakımından kusurlu sayılır.
e) Hafıza zayıflığı: Ravinin hafızası zayıf biri olması da zabt bakımından kusurlu sayılmasına sebep olur.
Bir hadisin senedinde kaç râvi varsa bu râvilerin her biri hem adalet hem de zabt bakımından kusursuz olmalıdır. Aksi takdirde o sened problemli (zayıf) bir sened olur.
Bir râvinin güvenilir olabilmesi için hem adalet hem de zabt ile ilgili özelliklere sahip olması gerekir.
Hadisin râvileri bu özellikler bakımından değerlendirildiğinde sened tenkidi önemli ölçüde tamamlanmış olur.
Metin hadisin asıl kısmıdır. Hadis tenkidi önce sened tenkidi ile başlar, ancak sened tenkidini metin tenkidi izler. Çünkü güvenilir bir râvinin de yanılması pekala mümkündür. O takdirde sened tenkidi tek başına yeterli olmayacaktır. Bu nedenle sened tenkidinden sonra hadisin metni de mutlaka değerlendirilmelidir.
Sened ve metin tenkidi bir arada uygulandığı zaman hadis rivâyeti sırasında unutma, yanılma gibi sebeplerden doğan hatalar gün yüzüne çıkarılır. Ayrıca, hadis adı altında ortaya atılan yalan ve iftiralar da tespit edilmiş olur. Peygamber Efendimizin söylemediği yalan ve yanlış rivâyetler ayıklandığı zaman biz hem Peygamberimizin sünnetini hem de dinimizi korumuş oluruz.
Peygamber Efendimizin başlıca bilgi kaynağı vahiydir. Bir başka deyişle, onun söyledikleri aslında Allah’ın kendisine öğrettikleridir. Bu nedenle onun hadisleri anlamlı ve hikmetli sözlerdir. Kendi içinde tutarlıdır. Bir peygamberin akıl dışı, tutarsız, anlamsız sözler söylemesi mümkün değildir.
Resul-i Ekrem Efendimizin her sözü hem anlam bakımından kıymetlidir hem de dil ve üslup bakımından dikkat çekici bir güzelliktedir. İşte bu özellikleri sebebiyle Peygamberimizin hadislerini, uydurma rivâyetlerden ayırmak mümkündür.
Peygamber Efendimizin hadislerinin başlıca özellikleri sahabe döneminden itibaren bilinmekteydi. Bu özellikler her zaman dikkate alınmış, hadis metinleri bu özellikleri taşıyıp taşımaması bakımından ölçülü bir tenkid süzgecinden geçirilmiştir.
Bir hadis metninde olması gereken özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kur’an-ı Kerim’i insanlığa hem tebliğ etmiş (ulaştırmış) hem de Kur’an-ı Kerim’de yer alan esaslar doğrultusunda yaşamıştır. Onun sünneti, Kur’an-ı Kerim ayetlerinin hayata yansımış halidir. Bu nedenle Peygamberimizin herhangi bir hadisinin Kur’an-ı Kerim’e aykırı olması mümkün değildir. Bilakis hadisler, Kur’an’ı destekler, açıklar ve yorumlar.
Kur’an-ı Kerim ayetlerinden biri ile çelişen bir rivâyet hadis olamaz. Allah Teâla Peygamber Efendimizin, etrafındaki insanlara şöyle seslenmesini emretmiştir:
اِنْ أَتَّبِعُ اِلَّ مَا يُوحٰٖى اِلَىَّ
“Ben sadece bana vahyedilene uyarım.”
Peygamber Efendimizin hayatına yön veren başlıca kaynak Kur’an-ı Kerim’dir. Bu nedenle de hadis-i şerifler Kur’an-ı Kerim ile uyum içinde olmalıdır. Kur’an-ı Kerim ile çelişen bir rivâyet, hadis adı altında aktarılmış olsa bile, İslam alimleri bu rivâyetlerin uydurma olduğunu söylemişlerdir.
Meselâ “İçki içen lânete uğramıştır. Komşusu da lânetlidir. Onun yanında oturan da lânetlidir” sözünü değerlendirelim:
İçki içmenin haram olduğu Kur’an-ı Kerim ile belirtilmiştir. Bu nedenle yukarıdaki sözün ilk cümlesinde Kur’an-ı Kerim’e aykırı bir ifade bulunmamaktadır. Ancak içki içenin komşusu veya yanında oturan da Allah’ın rahmetinden mahrum olacak düzeyde günahkar mı olacaktır? İşte bu ifadeler Kur’an-ı Kerim’in şu ayetine açıkça aykırıdır:
وَلَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرٰى
“Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez.”
Kur’an-ı Kerim, hiç kimsenin bir başkasının günahından sorumlu tutulmayacağını açıkça ifade ederken, Allah’ın Resulü’nün, içki içen birinin komşusunu günahkar olarak nitelemesi mümkün değildir. Bu nedenle bu rivâyet uydurma kabul edilmiştir.
Ancak bir hadisin Kur’an-ı Kerim’e aykırı olduğunu tespit etme konusunda çok dikkatli olmak, aceleci davranmamak gereklidir. Bazen ilk bakışta, Kur’an’a aykırı gibi görünen bazı rivâyetler, doğru değerlendirilirse aslında iki kaynak arasında hiçbir çelişkinin bulunmadığı anlaşılır.
Bir örnekle açıklayalım:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Kim kıyamet günü hesaba çekilirse azaba çekilmiştir.” buyurunca Hz. Aişe bir an durakladı. Aklına hemen şu ayetler geldi:
“Kimin amel defteri sağından verilirse, hesabı kolayca görülecektir.”
Hz. Aişe, bazı kimselerin ahiret hesabının kolay olacağını anlatan bu ayetlerle, Peygamber Efendimizin hesabı azaba benzeten hadisi arasındaki uygunluğu anlayamamıştı. Bu durumu sorunca Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Bu ayetlerde anlatılan, kişiye amellerinin gösterilmesidir. Ancak kim inceden inceye sorgulanırsa o azaba uğramış olur.”
Dikkat edilirse bu örnekte, ahirette hesaba çekilme konusuyla ilgili bir ayet ve bir hadis yer almaktadır. İlk bakışta ayet ile hadis arasındaki uygunluğu anlamak pek mümkün değildir. Ancak Peygamberimizin açıklaması ile ayet de hadis de doğru anlaşılmış, aralarındaki uyum ortaya çıkmış, söz konusu hadisin aslında, konu ile ilgili bir ayeti açıkladığı anlaşılmıştır.
Güvenilir hadis kaynaklarında sahih bir senedle aktarılan bir hadisin anlamı ve Kur’an-ı Kerim’e uygunluğu konusunda acele karar verilmemeli, konu enine boyuna dikkatle araştırılmalıdır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) vahyin aydınlığında yaşamış, hikmetli sözleri ve mükemmel davranışlarıyla bütün insanlara örnek olmuştur. O’nun sözleri ve davranışları birbiriyle uyumludur. Kendi içinde çelişen sözler söylemesi ya da söz ve davranışlarının birbirine uymaması düşünülemez.
Uydurma hadisleri tanıma yollarından biri de bu sözlerin, sahih hadislere ve Peygamber Efendimizin sünnetine aykırı olmasıdır.
Meselâ “Allah güzel yüzlü, siyah gözlü kimselere azap etmeyecektir.” rivâyeti uydurma bir haberdir. Allah’ın Elçisi’nin böyle bir söz söylemesi mümkün değildir. Tam aksine Resul-i Ekrem Efendimiz “Allah sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalplerinize ve amellerinize bakar.” buyurmuştur. Bir diğer deyişle ahirette nimetlerle ya da azapla karşılaşmak bizim fiziksel özelliklerimize değil, imanımıza ve güzel davranışlarımıza bağlıdır. Güzel yüzlü ve siyah gözlü olmak, hiç kimseyi ahiret azabından kurtaramaz. Bu rivâyetin Peygamber Efendimiz tarafından söylenmiş olması düşünülemez.
Bir hadisin diğer sahih hadislere uygunluğu konusu dikkat, titizlik ve çok yönlü araştırma gerektirir. Bu konuda karar verirken acele hareket edilmesi çoğu kez yanıltıcı sonuçlara götürür.
Bir örnekle anlamaya çalışalım:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan cennete giremez” buyurmuştur. Bir başka hadiste ise “Kim Allah’tan başka ilâh olmadığına gönülden inanırsa Allah ona cehennemi haram kılar” buyurmuştur. İlk bakışta bu iki rivâyet arasındaki uygunluğu görmek pek kolay değildir. Öyle ya, bir insan kelime-i tevhidi inanarak söylediği halde kibir gibi çirkin bir huyu varsa ne olacak? Bu iki hadis birbiri ile çelişiyor mu?
Aslında bu iki hadis birbiriyle çelişmemektedir. Sadece onları doğru yorumlamak gerekir. Doğru bir yorum ile bu rivâyetler arasındaki uygunluk ortaya çıkar.
Kalbinde kibir bulunan kimsenin cennete girememesi, hiçbir zaman giremeyeceği anlamında değildir. Tam tersine bu hadiste, o kişinin günahının cezasını çekmeden cennete giremeyeceği anlatılmaktadır. Ancak günahının cezasını çektikten sonra mü’min ise, eninde sonunda cennete girecektir. İnançlı kimseler günahlarından ötürü cehenneme girseler de cehennemde ebediyen kalmayacaklardır.
Görüldüğü üzere, hadisler arasındaki anlam birliği ve uyumu, çaba ve araştırma ile anlaşılabilir. Bu sebeple dikkatli ve titiz bir araştırmacı aceleci davranmamak gerektiğini bilir.
Dinimize göre başlıca bilgi kaynakları selim akıl, vahiy ve salim duyulardır. Bir bilginin doğru kabul edilebilmesi için bu üç kaynaktan birine dayalı olması gereklidir. Bu kaynaklardan herhangi birine dayanmayan bilgi asılsız bilgidir.
Öte yandan bu üç bilgi kaynağı (selim akıl, vahiy ve salim duyular) birbirini destekler ve birbirine ters düşmez. Bir başka deyişle Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerde yer alan bilgiler selim akıl ve salim duyularla çelişmez. Kur’an-ı Kerim’de ve sahih hadislerde selim akla aykırı ve mantık dışı hiçbir şey olamaz.
Peygamber Efendimizin başlıca bilgi kaynağı vahiydir. Ayrıca Allah’ın Elçisi, diğer peygamberler gibi fetânet (üstün zekâ) sahibidir. Bu nedenle hadis-i şeriflerde akıl ve mantık dışı bir ifadenin yer alması mümkün değildir. O halde bir rivâyet, akıl ve mantık dışı bir içeriğe sahipse o rivâyetin uydurma olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Örnek verecek olursak “Nuh’un gemisi Kâbe’yi yedi defa tavaf ederek Makam’ın arkasında namaz kıldı.” rivâyeti akıl ve mantıkla bağdaşmamaktadır. Bu sebeple de ilim adamları bu rivâyetin uydurma bir haber olduğunu söylemişlerdir.
Halk arasında yaygın bir inanış olan Safer ayının uğursuz olduğu, kaza bela getireceği yönündeki söylentiler de hiçbir sahih hadise dayanmamaktadır. Bunlar akıl ve mantık dışı uydurma haberler niteliğindedir.
Ancak herhangi bir hadisin selim akla uygun olup olmaması meselesinde özellikle dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) zaman zaman bize ahiret hayatı , cennet ve cehennem gibi konularda bilgiler vermiştir. Ahiret alemi, gayb alemidir. Yani bizim için bilinmezler ile doludur. Bu nedenle gaybî konularda bilgi veren bazı hadisleri salt akıl ile anlayabilmek her zaman mümkün olamaz. Gayb alanında pekala akıl üstü bilgilerle karşılaşabiliriz. Bu durumda, okuduğumuz hadisi, akla aykırı bulup çabucak reddetmek gibi bir hataya düşmemeliyiz.
Meselâ, “Cennette öyle bir ağaç vardır ki idmanlı bir ata binmiş olan kimse onun bir ucundan diğerine yüz senede varamaz.” hadisini düşünelim. Bu hadiste tasvir edilen ağacı akıl ile veya dünyada sahip olduğumuz bilgi ile anlamak pek mümkün değildir. Ancak bu hadiste anlatılan ağacın dünyada değil cennette var olacağını gözden uzak tutmamalıyız. Bu kadar büyük bir ağacın olmasını akla aykırı bulup hadisi reddetmek hatalı ve aceleci bir yaklaşım olacaktır.
İşte bu nedenle hadis metinleri, akla uygunluk bakımından tenkide tabi tutulduğunda, ölçü alınması gereken akıl, sağlıklı işleyen, selim bir akıl olmalıdır. Dar ve sığ ölçülerle düşünen bir akıl değil.
Sahih bir hadisin metni, doğruluğu bilinen tarihî bilgilerle uyumludur. Çünkü Peygamber Efendimizin sözlerinde gerçeklerle bağdaşmayan bir ifadenin yer alması mümkün değildir. Bu nedenle bir rivâyet eğer tarihî bilgilere uygun değilse ya rivâyet uydurmadır ya da râvilerinden biri onu aktarırken hata etmiştir.
Örneğin “Soğuktan sakının. Kardeşiniz Ebü’d-Derdâ’yı soğuk öldürdü.” rivâyeti, tarihî bilgilerle çeliştiği için reddedilmiştir. Çünkü Ebü’d-Derdâ isimli sahabi, Allah’ın Elçisi hayatta iken vefat etmemiş, Hz. Osman’ın halifelik yıllarına kadar yaşamıştır. Bu nedenle Peygamberimizin, Ebü’d-Derdâ’nın soğuktan öldüğünü söylemesi mümkün değildir.
Bir başka örnek verecek olursak “Dünyanın ömrü yedi bin senedir. Biz yedinci binin içinde bulunmaktayız.” rivâyeti de tarihî bilgilerle çeliştiği için uydurma kabul edilir. Resul-i Ekrem’in vefatından bu yana bin dört yüz küsur sene geçmiş olmasına rağmen dünyanın hâlâ ayakta durması bu sözün hadis olmadığını ortaya çıkarır.
Hadislerin tarihî verilere uygunluğu konusunda, kesinlikle bilinmesi gereken oldukça önemli bir konuya da değinmemiz gerekir:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), şayet Allah tarafından kendisine bilgi verildiyse, yakın ve uzak geleceğe dair bazı haberler verebilir. Bu haberler ümmete verilen birtakım müjdeler olabileceği gibi bazı uyarıları da içerebilir.
Meselâ Resulullah, süt halası Ümmü Harâm’ın (r.a.) evinde uyuduğu bir gün gülümseyerek uyanmış ve “Ümmetimden ilk deniz seferi yapacak ordu cenneti kazanmıştır.” buyurmuştu. Ümmü Harâm bu güzel müjdeyi işitince:
-“Ya Resulallah, ben de onların içinde olacak mıyım?” diye sormuştu. Peygamberimiz de (s.a.v.) ona:
-Evet, sen de onların içinde olacaksın, diye cevap vermişti.
Gerçekten de Peygamberimizin vefatından sonra, Hz. Osman’ın halifelik yıllarında Müslümanlar deniz yoluyla Kıbrıs Seferine çıkmış ve Kıbrıs’ı fethetmişlerdir. Ümmü Harâm da bu sefere katılmış, Kıbrıs’a ayak bastıkları esnada şehit olmuştur.
Bu Hadis-i şerifte, Resul-i Ekrem Efendimize Allah tarafından, rüya yolu ile ileride gerçekleşecek bir fetih müjdesinin verildiği anlatılmaktadır. Nitekim bu müjdeyi tarihî olaylar da doğrulamaktadır.
Peygamber Efendimiz Allah’ın elçisi olduğu için, verdiği bilgiler vahiy kontrolündedir. Bu nedenle gelecek hakkında verilen haberler, müjde ve uyarılar içeren rivâyetler, şayet sahih senedlerle aktarılmış ve güvenilir kaynaklarda yer almışsa bu hadisleri kabul ederiz.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) vahiyle bilgilendirilmekte, hikmetli ve özlü sözlerle konuşmaktaydı. Üstelik Arap dilini çok iyi bilirdi. Onun sözleri, üstün anlatım özelliklerine sahip edebî sözlerdi. Her yönden tutarlı ve anlaşılır konuşurdu. Sadeliği sever, aşırılıklardan ve abartılardan uzak dururdu. Bu nedenle hadis-i şerifler tutarlı, anlamlı, edebî değer taşıyan, sade, anlaşılır ve abartıdan uzak sözlerdir.
Hadis diye aktarılan herhangi bir söz, tutarsız, saçma, abartılı ifadelerden oluşuyorsa, o takdirde o sözün hadis olmadığını anlayabiliriz.
Mesela “Kim ( ه) harfini tek gözlü yapmadan besmele yazarsa, Allah ona bir milyon iyilik yazar ve derecesini bir milyon defa yükseltir” sözü, uydurma bir rivâyettir. Çünkü harflerin belirli bir tarzda yazılmasının dinî bakımdan hiçbir değeri yoktur. Besmeleyi belirli bir tarzda yazdığı için bir kişiye bu kadar büyük bir karşılık verilmesi yersiz, anlamsız, abartılı ve tutarsızdır. Böyle bir söz, Peygamberimizin üslûbuna uygun değildir. Bu nedenle uydurma olduğu açıktır. Sahabe döneminden başlamak üzere ilim adamları, hadis metinlerini ele aldığımız bu başlıklar yönünden inceleyip değerlendirmişlerdir. Gerçekten Peygamber Efendimize ait olan sözlerle sonradan uydurulan sözleri birbirinden ayıran titiz çalışmalar yapmışlardır. Bir ilim adamı bir hadis hakkında “sahih” hükmü vermişse, o hadisin hem sened hem de metin tenkidinden geçtiğini ileri sürmüş demektir. Bu nedenle, güvenilir ve meşhur hadis kaynaklarında okuduğumuz rivâyetler, buraya kadar saydığımız bütün değerlendirmelerden geçmiş haberlerdir.