Sünnet (السنة) kelimesi Arapça s-n-n kökünden gelir. Üzerinde devamlı olarak yürünen yol, hayat tarzı, gelenek, âdet, çığır, hal, tavır, karakter, uygulama, kanun, kural anlamlarına gelir. Â**det niteliğinde, devamlı ve sürekli, aynı zamanda bilinçli** davranışları ifade ettiğinden, ara sıra yapılan ve bilinçsiz davranışlar sünnetin dışında kalır.
Sünnet’in, Hadis İlmi’ndeki anlamı ise, Hz. Peygamberin sözleri ve davranışları; yani onun yolu ve hayat tarzıdır. Sünnet üçe ayrılır:
Sünnet kavramı Kur’an ile sıkı sıkıya bağlantılı bir kavramdır. Çünkü Hz. Peygamber kendi hayatında Kur’an’ın bütün emirlerini ve hükümlerini yerine getirmekle ve uygulamakla yükümlüdür. Peygamberimiz için yapılan “Yaşayan Kur’an ve Yürüyen Kur’an” gibi nitelemeler bu anlama gelmektedir. Kur’an’da bildirdiğine göre Hz. Peygamber’in temel görevleri şunlardır:
Birbirinin devamı ve tamamlayıcısı olan bu üç görev çerçevesinde sünnetin amacı, manevi yönden arınmış bireylerden meydana gelen bir toplum oluşturmaktır.
Hz. Peygamber, insan olmakla birlikte bizden farklı olarak Allah’tan vahiy yoluyla buyruklar almaktadır.
Dolayısıyla onun bütün söz ve davranışları, Allah’ın denetimi altındadır. Tüm peygamberler ma’sûm’dur (المعصوم), görevleri ile ilgili hata yapmaktan, Allah tarafından korunmuşlardır. Peygamberlerde bulunması gereken beş temel özellikten (sıfat) biri olan ismet ( عصمة ) özelliğiyle peygamberlerin hiçbir hatası devam etmemiş, hatalarıyla ümmetlerine örnek olmamışlardır.
Allah manevî yönden arınmaları için Müslümanları Hz. Peygamber’i örnek almak, ona itaat etmek, onun kararlarına kalplerinde en ufak bir tereddüt duymadan teslim olmakla sorumlu tutmuştur. Bu konuda seçim serbestlikleri olmadığını, Müslümanların Hz. Peygamber’e karşı sorumluluklarını ifade eden âyetlerde (Nisâ, 4/80.: Âl-i Imrân, 3/31, Nisâ, 4/13, 69, Nur, 24/52, 63, Ahzab, 33/71) belirtmiştir:
Hz. Peygamber’in bütün eylemlerinin sünnet olup olmadığı, her eylemine uymamız gerekip gerekmediği çok önemli bir konudur. Bazı âlimler, Hz.Peygamber’in sadece dînî konulardaki söz ve davranışlarını sünnet saymaktadır. Bu görüş değişik açılardan sorunludur.
Hayatı din içi ve din dışı diye kesin sınırlarla net olarak ayırmak mümkün olmadığı gibi, din dünya ayırımında sınırların nereden çizileceği meselesi de bir başka problemdir. Din alanına girsin girmesin Hz. Peygamber’in bütün davranışları, vahiy sayesinde Allah tarafından eğitilmiş mükemmel bir insanın, en yüce değerler doğrultusunda pratiğe aktarılmış örnek davranışlarıdır. Hz. Peygamber’in davranışlarının arkasındaki anlam dünyası, hayat anlayışı, kulluk bilinci, herkesi kuşatan evrensel değerler ve yüce niyetleri anlaşılabilirse, bütün eylem ve davranışlarının insanlık için en güzel örnekler olduğu görülür. Bununla birlikte sünnetlerin yaptırım gücü ve bağlayıcılığı kişilere ve ortama göre değişebilir. Sünnetin bağlayıcılığı fıkıh ilminin alanına girer.
Sünnet terimi, “Hz. Peygamberin sünneti” anlamı yanında, “İlk Müslüman nesillerin âlimlerinin sözleri, davranışları ve hayat tarzları” anlamında da kullanılmıştır. Bu farkı ortaya koymak için hadis âlimleri Hz Peygamber’in sünnetini kayda geçirirken, mevkuf hadis denilen sahâbenin söz ve uygulamaları ile maktû‘ hadis denilen tâbiûn âlimlerinin söz ve uygulamalarını da hadis kitaplarına almışlardır. Bunun yanında Hz. Peygamber’in sünnetine ters düşen uygulamalara bid’at denilmiş, onun oluşturduğu geleneğin bozulması önlenmeye çalışılmıştır.
Hadis (الحديث), Arapça tahdîs (التحديث) mastarının ismi olup; “haber verme”, “anlatılan husus”, “haber” ve “söz” anlamındadır. Hadis ilminde, Hz. Peygamber’in sünnetini haber veren, söz ile ifade edilmiş haline hadis denir.
Sünnet kavramı, Hz.Peygamber’in davranışlarını; hadis ise, onun davranışlarının, sözlerinin ve onaylarının, tanıkları tarafından haber verilmesini ifade eder. Bazı hadis âlimleri, sünneti Peygamber’in fiilleri, hadisi de sözleri anlamında kullanmışlardır. Hadisi sünnetle eş anlamlı olarak kullananlar da vardır ve bu yaygın bir kullanımdır.
Haber (الخبر) sözlük anlamı, bir olay veya nesneyi gören, tanık olan birinin; görmeyenlere, tanık olmayanlara söylemesi, iletmesi, duyurması, bildirmesiyle elde edilen dolaylı bilgidir. Haber, bazı âlimlerce hadis terimiyle eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Bazı âlimler ise hadisi Peygamber’den nakledilenler, haberi ise Peygamber dışındaki sahâbe ve tâbiûndan nakledilenler anlamına kullanmışlardır. Haberi, hadisi de içine alacak şekilde Hz. Peygamber, sahâbe ve tâbiûndan nakledilenler anlamına kullananlar da vardır.
Eser (لاثر): iz, kalıntı anlamına gelir. Bazı âlimler hadis terimiyle eş anlamlı olarak, bazılarınca da haber kavramıyla eş anlamlı olarak kullanmışlardır. Peygamberden gelenlere haber, sahâbeden gelenlere eser diyenler de olmuştur.
Bu üç önemli ve temel terimin kullanımında belli bir uzlaşı olmadığından bu terimlerin geçtiği metinlerde anlamı sözün gelişinden ve metindeki karinelerden çıkarmak gerekmektedir. Günümüzde ise Hz. Peygamber’in davranışları için sünnet,
Peygamber’den nakledilenler için hadis teriminin kullanımı önemli ölçüde yaygınlık kazanmış görünmektedir.
Sünnet teriminin Fıkıh İlmindeki kullanımı çok farklıdır. Fıkıhta sünnet terimi, yapmakta zorunlu olmadığımız ama teşvik edilen, güzel görülen, yaptığımızda sevap kazanacağımız, gönüllü güzel davranışlar anlamında kullanılır. Peygamberimizin sünnetlerini uygulamamızın hükmünün sünnet yani müstehab olduğu, onlara uymamızın zorunlu olmadığı gibi bir anlayış doğru değildir. Peygamberimizin sünnetlerinde zorunlu olarak uymamız gerekenler yani farz olanlar olduğu gibi, zorunlu olmayıp gönüllü olarak uyduğumuzda sevap kazanacaklarımız da vardır.
Hadisin İki Temel Ögesi: İsnâd ve Metin Herhangi bir hadis, , isnad ve metin denilen iki kısımdan meydana gelir:
İsnâd (الاسناد) veya sened: İsnâd kelimesi Arapça (s-n-d) kökünden türemiş mastardır. Bir şeyi bir yere dayamak demektir. Hadis ilminde, hadislerin başındaki râvî silsilesini gösteren isimlerden oluşan râvîler zinciri anlaşılır. Buna sened de denir. Arapça’da sened, dağın eteği, dayanak, delil, belge anlamlarına gelir.
Herhangi bir hadisin ilk kaynağından hadis kitabı yazarına gelinceye kadar kimler tarafından nakledildiğini gösteren bu zincirler, hadisin dayanakları, doğruluğunun belgeleri niteliğindedir. Hadis ilminde, başında senedi zikredilmeyen hadislere Muallâk Hadis denir.Hadislerin başındaki senedler hadisin geçirdiği tarihsel süreci de yansıtırlar. İsnâd sistemi, hadis nakleden, öğreten, hadis kitabı yazan kişilerin, bu hadisi kimden aldığını belirtmesi zorunluluğu üzerine kurulmuştur.
Hadislerin ilk râvîleri olan sahabîlerden itibaren herkes hadisi bir sonrakine aktarırken kendinden önceki râvileri sıralar. Hadisin aktarım sürecinde her kademedeki kişi aktarım zincirine yeni bir halka olarak eklenir. Böylece isnad zinciri kendiliğinden ve doğal olarak teşekkül eder.
Sahabîler her hadisi bizzat ya Hz. Peygamber’den doğrudan duyuyorlar ya da başka bir sahâbîden öğreniyorlardı. Bu nedenle hadis nakleden sahâbîlere bunu kimden duydun sorusu sorulmuyordu. Fakat Hz. Osman’ın şehit edilmesi, Hz. Ali ile Muâviye arasındaki mücadelelerle başlayıp, yabancı kültürlerle etkileşim sonucu gittikçe artan siyâsî, fikrî, ilmî görüş ayrılıkları ve gruplaşmalar hadis uydurma gibi bir olgunun ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu sebeplerden, herkese naklettiği hadisi kimden aldığı sorulmaya ve ehil olmayanlardan hadis alınmamaya başlandı. Naklettiği hadisi râvîlerinin isimlerini vermek suretiyle Hz. Peygamber’e dayandıramayanların rivayetleri kabul edilmez oldu.
Metin ( المتن ); hadiste nakledilen içerik anlamına gelir. Hz. Peygamber’in sözleri ve davranışlarını ifade eden kısma denir. Senet ve metni, daha iyi kavrayabilmek için, Buhârî’nin el-Câmiu’s-sahih isimli eserinin Kitâbü’l-îman başlıklı ikinci ana bölümünün yedinci bâbındaki şu hadisi inceleyelim:
حدثتا مسدد قال حدثنا يحيي عن شعبة عن قتادة عنأنس رضي الله عنه عن النبي صلي الله عليه و سلم قال
لا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّي يُحِبَّ لأَخِيهِ ما يُحِبُّ لِنَفْسِهِ.
Buharî diyor ki: Bize Müsedded söyledi. Müsedded de bize Yahyâ söyledi dedi. Yahyâ Şu‘be’den, Şu‘be Katâde’den, Katâde Enes’ten (Allah ondan razı olsun) naklettiler. Enes, Hz. Peygamber’in (Allah’ın salât ve selamı üzerine olsun) şöyle buyurduğunu nakletti: “Sizden birisi kendisi için sevdiği şeyi kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olmaz”.
Arapça ve Türkçesindeki altı çizili kısımlara hadisin senedi veya isnâdı denir. İtalik yazıyla yazılan kısımlar ise hadisin metnidir.
Hadis’in Arapçasındaki isnadın sıralanışı Buhari ß Müsedded ß Yahyâ ß Şu’be ß Katâde ß Enes ß Hz.Peygamber. Arapça isnadlarda, hadis kitabı sahibi başta, Hz. Peygamber sondadır. Sened zaman sırasına göre sıralanırsa sıralamanın tersine çevrilmesi gerekir.
Buhârî aynı yerde hadisin ikinci bir isnâdını daha vermektedir. O da şu şekildedir: Hz. Peygamber à Enes à KAtâde à Hüseyin el-Muallim à Yahya à Müsedded à Buhâri. İki isnadın da metni aynıdır.
Hadis İlminde bir hadisin farklı isnad zincirleriyle gelen her bir kanalına tarîk (طريق) veya vech (الوجه) denir. Tarîk Arapçada yol demektir. Vech ise, yüz, yön, taraf gibi anlamlara gelir. Son zamanlarda tarîk anlamına, batı dillerinden Türkçe’ye geçen varyant (İng. variant) da kullanılmaktadır.
Hadis İlminde metinleri aynı olsa bile, bir hadisin her bir isnadı ayrı birer hadis sayılır. Hadis kaynaklarında büyük muhaddislerin yüz binlerce hadis yazdığına, ezberlediğine dair bilgiler vardır. Bu kitaplardaki hadislerin sayısı ise buna göre çok azdır. Şu halde “Hz.Peygamberden gelen hadislerin çoğu elendi ve kayıp mı oldu?” sorusu ve benzer bütün soruların cevabı hadisçiler tarafından bir hadisin ayrı ayrı bütün rivayet kanallarının müstakil birer hadis sayıldığı gerçeği bilindiğinde verilebilir.
Hadis İlmi, klasik kaynaklarda İlmü’l-hadîs, Ulûmu’l-hadîs, İlmü’r-rivâye, Usûlü’r-rivâye, İlmu’l-eser gibi Arapça (علم ) kelimesinin tekil ve çoğuluyla yapılmış isim tamlamalarıyla ifade edilir. İbn Cemâa, hadis ilmini “Hadislerin senet ve metinlerinin halleri ile ilgili kurallar ilmidir” diye; İbn Hacer ise “Râvî (rivayet eden) ve mervî’nin (rivayet edilen metinlerin) hallerini bildiren kaideler bilgisidir” şeklinde tanımlar.
Yukarıda verilen tanımlardan hareketle, hadis ilminin konusu hadisleri nakleden râvîler ve bu râvîler tarafından nakledilen Peygamberimize dair rivayetlerdir. Hadis ilmi bu râvîlerle, onların güvenilir olup olmadıkları, rivayetlerle de makbul olup olmadıkları açısından ilgilenir. Şu halde hadis ilminin amacı hadislerin makbul olanlarını makbul olmayanlardan ayırmaktır. Hadis İlmi İslam âlimlerinin yaptığı ilimler tasnifinde, şer’î ilimler dedikleri ilim grubuna girmektedir. Bu gün bu kavram Türkiye’de İslâmî ilimler şeklinde ifade edilmektedir.
İslam’ın ilk dönemlerde İlim denince Hadis (İlmi) anlaşılırdı. Çünkü Tefsir, Fıkıh, Tasavvuf gibi Şer’î/İslâmî İlimler ayrı ve müstakil bilim dalları haline gelmeden önce hadis içindeydi. İslâmî İlimlerin müstakilleşmesi ve Hadis İlmi’nden ayrılması, rivayet yanında aklın da devreye girmesi sonucu olmuştur. Diğer İslamî İlimler de hadisleri konu edinmektedirler. Fakat onlar hadislerle kendi konuları açısından ilgilenirlerken, hadis ilmi, hadislerle hadis olup olmadıkları açısından ilgilenmektedir.
Hadis İlmi ve hadisle ilgili faaliyetler rivâyet ve dirâyet olmak üzere ikiye ayrılır. Rivayet hadis öğrenme, nakletme, derleme, hadisleri içeren kitaplar telif etme gibi faaliyetleri, dirâyet ise, hadislerin senet ve metinleri ile ilgili her türlü birikimi, yeteneği ve faaliyeti kapsar. Hâdis âlimleri hadis öğrenen, rivayet eden ve öğretenlerin sadece rivayetle yetinmeyip, Hadis İlminin incelikleri, ilgilendikleri hadislerin anlam ve yorumları konusunda derin bilgi sahibi olmalarını önemsemişlerdir. Hadis ilmi ile ilgilenen öğrencilere, Tâlib denir. hadis âlimleri için de çoğunlukla Muhaddis veya Hâfız tabiri kullanılır.
Meğazi ( المغازي ), Arapça savaş anlamına gelen (ğ-z-v) kökünden türeyen bu ilim dalı, Peygamberimizin savaşlarını konu edinir.
Siyer ( السير ), meğazi ilminin kapsamının artmasıyla ortaya çıkan ilim dalıdır. Peygamberimizin sadece savaşlarını değil, hayatının bütün yönleriyle ilgilenir.
Şemâil ( الشمائل ), peygamberimizin fiziksel özellikleri ve ahlâkî vasıflarıyla ilgilenir.
Delâil ( الدلائل ), peygamberimizin mucizelerini konu edinir.
Bu dört alanda, başta İslam tarihinin erken dönemleri olmak üzere geçmişte müstakil ilim dalı sayanlar olmuştur. Ama günümüzde artık meğâzî ve siyer İslam tarihinin, şemâil ve delâil ise hadis ilminin içinde bir çalışma alanı ve konusu olarak değerlendirilmektedir.
Hadis ilmi tekil isimlendirmesinde hadis ilmi bütün alt konularını içine alan şemsiye bir kavram olarak kullanılırken, hadis ilimleri çoğul isimlendirme durumundaysa önemli alt konular bir ilim dalı gibi sunulmaktadır. Değişik kitaplarda, elli ile yüz arasında sayılarla ifade edilen hadis ilimleri arasından alt bilim dalı olarak sıralayabileceklerimiz şunlardır:
Hadis Tarihi; hadisin Peygamberimiz döneminden günümüze kadar, hadisle ilgili yapılan her türlü çalışmayı zaman ve mekân düzleminde, sebep sonuç ilişkileri içinde ele alır. Hadis tarihi son dönemlerde ortaya çıkmış çağdaş bir bilim dalıdır. Türkçe yazılan ilk Hadis Tarihi kitabı, İstanbul’da 1924’te İzmirli İsmail Hakkı tarafından yazılan.” Hadis Tarihi”dir. Kitapta Hadis tarihi dışında hadisle ilgili pek çok konuda yer almaktadır. Tamamen hadis tarihine özgü olarak yazılmış ilk Türkçe eser 1977’de basılan Prof. Dr. Talat Koçyiğit’in Hadis Tarihi isimli kitabıdır.
Usûl kelimesi Arapça el-Asl ( الاصل ) kelimesinin çoğuludur. Temel, esas, soy, kök, ana gövde, dayanak, kaide, kural anlamları vardır. Hadis Usûlü diye
Türkçe’ye çevrilmiş olan Arapça (اصول الحديث) hadisin asılları, dayanakları, kökleri, kaynakları, kuralları anlamına gelir. Hadis Usûlü; hadisleri nakledenlerin güvenilir, naklettikleri hadislerin de sahih olup olmadıklarını tespit amacıyla geliştirilmiş kurallardan bahseden ilimdir.
Hadis usûlü tanımı bu şekilde yapılınca, Hadis İlmi ile Hadis Usûlü aynı mıdır sorusu gündeme gelmektedir. Hadis İlmi hadisle ilgili bütün problemleri ele alırken, Hadis Usûlü sadece hadis tenkidinin temel kurallarını özetler ve temel kavramlarını tanımlar. Bu nedenle Hadis Usûlü, Hadis İlmini kısaca tanıtmayı, özetlemeyi, kavramlarını tanımlamayı amaçlayan Hadis İlimleri’ne giriş niteliğinde bir bilim dalıdır.
Hadis Usûlüne, Hadis Terimleri İlmi anlamına gelen (İlmu) Mustalahu’l-hadîs ( مصطلح الحديث ) de denir.
Klasik tabiriyle Ulûmü’l-hadîs, günümüzdeki tabiriyle Hadis Usûlü (Hadis Usûlü), alanında günümüze ulaşmış en eski eser İmam Şafiî‘nin(ö.204/819) er-Risâle’dir. Bu eser ilk Fıkıh Usulü kitapları arasında da zikredilir.
Hadis usûlü kitapları Mütekaddimûn ve Müteahhirûn dönemleri denilen iki dönemde ele alınırlar. Hadis tarihinde klasik kitapların yazıldığı Mütekaddimûn dönemi, hicrî dördüncü asrın başına, bazılarına göre sonlarına kadar devam eder. Bundan sonraki döneme Müteahhirûn dönemi denir.
Hadis Usûlü söz konusu olunca Mütekaddimûn hicrî beşinci asrın ortalarına kadar devam eder. Mütekaddimûn dönemi eserlerinde verilen her bir bilgi o bilgiyi ilk kaynağından müellife ulaştıran râvîlerin isimlerini kapsayan isnâd zincirleriyle verilir. Müteahhirûn dönemi eserlerinde ise râvî zincirleri kaldırılmıştır.
Mütekaddimûn Dönemi Hadis Usûlü Kitapları:
Müteahhirûn Dönemi Hadis Usûlü Kitapları:
Rical İlmi; ricâl, Arapça’da adam, kişi anlamına gelen racül ( رجل ) kelimesinin çoğuludur. Hadis râvîleri hakkında, hadis rivayetine ehil olup olmadıklarını belirlemeye yönelik gerekli her türlü bilgiyi derlemek, korumak ve değerlendirmek amacıyla ortaya çıkmıştır. Ricâl İlmi’nin bir diğer adı da Cerh ve Ta‘dîl İlmi’dir.
Ricâl ilmi, hadis âlimlerinin, insânî hatalara ve hadis uydurmacılığına karşı bir tedbir olarak geliştirdikleri ve başka medeniyetlerde görülmeyen İsnâd Sistemi’nin uzantısıdır. Hadislerin gerçekten Hz Peygamber’e ait olup olmadıklarını belirlemek için geliştirilmiş olan hadis tenkitçiliğinin en önemli dallarındandır.
Üçüncü yüzyılda ricâl ilmi zirveye ulaşmıştır. Günümüze ulaşan en eski ricâl kitapları bu yüzyıla aittir. Bunlar
İbn Sa‘d (ö.230/844) ve Halîfe b. Hayyât’ın (ö.240/854) Tabakât isimli kitapları ile Yahyâ b. Maîn’in (ö.233-848) Târih’idir.
İlelü’l-Hadis İlmi; ilel (علل) Arapça sebep, hastalık ve kusur anlamlarına gelen illet (علة) kelimesinin çoğuludur. Hadis ilminde illet, sahih görünse de derin bilgi ve tecrübe sahibi hadis uzmanlarının görebileceği gizli kusur anlamına gelir. Bu tür gizli kusur taşıyan hadislere Muallel veya Ma‘lûl Hadis denir.
İllet, ağırlıklı olarak hadisin senedinde olmakla birlikte metninde de bulunabilir. Günümüze ulaşan ilel kitapları en eskisinden itibaren sırasıyla şunlardır;
Ğarîbü’l-Hadîs İlmi; Ğarîb kelimesi Arapça’da, yalnız, kendi türü içinde benzeri olmayan, gurbette olan anlamlarına gelir. Hadis İlminde Ğarîbü’l-Hadîs’te yaygın olmadığı ya da manâsı kapalı olduğu için anlaşılması zor olan kelimeler ve bunları konu edinen ilim dalı anlaşılır. Hadisteki ğarîb kelimelere dair yazılan ve günümüze ulaşan ilk kitap Ebû Ubeyd Kâsım b. Sellâm’ın (ö.224/838) Ğarîbü’l-hadîs, bu alanda yazılan en mükemmel kitap Mecdüddîn İbnü’l-Esîr’in (ö.606/1209-10) en-Nihâye fî ğarîbi’l-hadîs’idir.
İhtilâfü’l-Hadîs İlmi; sağlam bir hadisin yine sağlam bir hadise zıt düştüğü veya öyle göründüğü hadisleri konu edinip bunları değerlendiren ve zıtlığı çözmeye çalışan ilim dalıdır. Âlimler, hadisler arasında gerçekte zıtlık olup olmayacağı konusunda üç gruba ayrılmışlardır; çelişkiyi kabul etmeyenler, çelişkiyi kabul edenler ve çelişkiyi kısmen kabul edenler.
Hadisler arasındaki ihtilaflar; Hz. Peygamberin bazen genel, bazen de özel hüküm vermesi ile râvîlerden kaynaklanmaktadır. Hadisler arasındaki ihtilafın giderilmesinde dört yöntem vardır:
İhtilâfü’l-hadîs konusunda yazılan ve günümüze ulaşan önemli kitaplar; Şâfiî (ö.204/819), İhtilâfü’l-hadîs, İbn Kuteybe (ö.276/889), Te’vîlü muhtelifi’l-hadîs, Ebû Ca’fer et-Tahâvî (ö.321-933) Müşkilü’l-âsâ’dır..
Esbabü Vürûdi’l-Hadîs İlmi; hadislerin söyleniş sebepleri, hangi ortamlarda, ne amaçla söylendiklerini araştırır. Bu konuda yazılıp günümüze ulaşan iki önemli eser; Süyûtî’nin, el-Lüma’ fî esbâbi vürûdi’l-hadis ve İbn Hamza el-Hüseynî’nin (ö.1120/1708) el-Beyân ve’t-ta’rîf fî esbâbi vürûdi’l-hadîs’tir.
Hadislerin gerçekten Hz. Peygamber’e ait olup olmadığını belirlemek için şu üç evrensel yöntem kullanılır: