Fıkıh Usulü – Kavram, Kaynak ve Metot

admin
Mart 24, 2016

Kavram

Fıkıh kelimesi sözlükte “bir şeyi bilmek, iyi ve tam anlamak, iç yüzünü ve inceliklerini kavramak” anlamına gelir. Istılahta ise, hicrî ilk asırlarda zihnî çaba ile elde edilen dinî bilgi­lerin tamamını ifade etmişken, iman ve itikad konularının ayrı bir ilim dalı olarak teşekkül etmesine paralel olarak, ileri dönemlerde İslâm’ın fert ve toplum hayatının değişik yönleriyle ilgili şer’î-amelî hükümlerini bilmenin ve bu konuyu inceleyen ilim dalının özel adı olmuştur. 

Fıkhın, şer’î delillerden elde edilen fıkhı hükümleri sistematik tarzda ele alan dalına fürû-i fıkıh, delillerden hüküm elde etme metodunu inceleyen dalına da usûl-i fıkıh denir. Fıkıh ilminde uzman olan kimselere de fakih (çoğulu fukahâ) denildi­ğini biliyoruz.

Kaynak ve Metot

A) GENEL OLARAK

Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in sünneti, İslâm’ın dünya ve âhireti, fert ve toplum hayatını, inanç, ibadet, ahlâk ve hukuk konularını genel bir yaklaşımla veya özel bir ayrıntıyla kuşatan hükümlerinin kaynağını teşkil eder.

Hz. Peygam­ber dünya hayatına veda etmeden önce müminlere şu uyarıda bulunmuştu. “Size iki emanet bırakıyorum ki onlara stkt sarıldığınız sürece doğru yoldan sapmazsınız : Allah’ın kitabı ve resulünün sünneti.”

Hz. Peygamber’in vefatından sonra Kur’an ve Sünnet’in nasıl anlaşılacağı, bu iki kaynaktan nasıl istifade edileceği ve hangi ölçü ve usullere bağlı kalınarak hüküm çıkarılacağı hususu daima önemini koru­muştur.

Amelî hayata ilişkin dinî hükümlerin aslî kaynağı (delil) Kur’an ve Sünnet olmakla birlikte, bu iki kaynaktaki lafızların anlaşılmasına yönelik aklî muhakeme ve yorum me­totları da benzeri bir işlev yüklenmektedir.

B) DELİLLER

Fıkıh ve usûl-i fıkıh bilginleri hususta şer’î-amelî nitelikteki hükme ulaştıran vasıtaya delil derler. Delil, içerdiği bilginin kaynağı açısından aklî-naklî, ulaştırdığı sonuç hakkında karşı ihtimali ortadan kaldırıp kaldırmaması açısından kat’i-zannî ayrımına tâbi tutulabilir.

Şer’î deliller, üzerinde ittifak e dilen-ihtilâf edilen deliller şeklinde bir ayı­rıma da tâbi tutulabilir. Naklî deliller sahibine aidiyeti (sübût) ve bir anlamı ifade ermesi (delâlet) yönüyle kat’î veya zannî olabilmektedir.

Fıkıh literatüründe yaygın genel kabule göre şer’î delillerden Kitap, Sün­net, icmâ ve kıyas aslî deliller; istihsan, istislah (mesâlih-i mürsele), istishâb, sedd-i zerâyi’ gibi deliller de fer’î veya tâli deliller grubunda yer alır. Bu aslî delillerin bir diğer adı da “dört delil”dir (edille-i erbaa). Bu tür adlandırma bir bakıma, üzerinde ittifak edilen-ihtilâf edilen deliller ayırımı olarak da algıla­nabilir. Hatta Kur’an ve Sünnet’i delil, diğerlerini de bu iki delilden hüküm çıkarma metotları olarak değerlendirmek daha doğrudur.

a) Kitap

Kitap, yani Kur’an Hz. Peygamberin sünnetiyle birlikte İslâm dininin ve onun dinî-hukukî (şer’î) hükümlerinin aslî kaynağını teşkil eder. Fıkıh usu­lünde de İslâm hukukunun aslî ve tâli kaynaklan incelenirken aslî deliller­den ilk sırada kitap yer alır.

b) Sünnet

Sünnet fıkıh usulünde, Hz. Peygamberin söz, fiil ve onaylarını (takrir) demek olup İslâm dininin Kur’ân-ı Kerîm’den sonraki ikinci ana kaynağını teşkil eder. Fıkıh dilinde, özellikle de ilmihal literatüründe sünnet ise, Hz. Peygamberin yolunu izleyerek yapılan fakat farz ve vacip kapsamında olmayan fiiller anlamındadır.

Hz. Muhammed’in peygamber sıfatıyla söylediği sözler ve yaptığı işler ile devlet başkanı, ordu kumandanı, üst yargı mercii veya toplumun bir ferdi olarak söyledikleri ve yaptıkları arasında da belirli bir ayırımın yapılması gerektiği açıktır.

İslâm âlimleri arasında Hz. Peygamber’in sünnetine uyma, onu delil ve örnek alma konusunda bir görüş ayrılığı mevcut değildir. Görüş ayrılığı sünnetin nasıl anlaşılması ve yorumlanması gerektiği konusundadır.

c) İcma

Fıkıh usulü terimi olarak icmâ’ “Muhammed (s.a.) ümmetinden olan müctehidlerin Hz. Peygamber’in vefatından sonraki herhangi bir devirde şer’î bir meselenin hükmü üzerinde fikir birliği etmeleridir” şeklinde tanımlanır. Tanım, icmâın oluşmuş sayılabilmesi için hangi şartların arandığı konusunda da fikir vermektedir. Bu anlamıyla icmâ, fıkhın kaynakları arasında üçüncü sırayı tutar.

İcmâ müctehidlerin, şer’î bir meselenin hükmüne dair görüşlerini aynı yönde olmak üzere tek tek açıklamaları yoluyla meydana gelebileceği gibi (sarih icmâ), şer’î bir mesele hakkında bir veya birkaç müctehid görüş belirt­tikten sonra, bu görüşten haberdar olan o devirdeki diğer müctehidlerin açıkça aynı yönde kanaat belirtmemekle birlikte itiraz beyanında da bulunmayıp sükût etmeleri suretiyle de (sükûtî icmâ) oluşabilir. İslâm bilginlerinin büyük çoğunluğuna göre, sarih icmâ, kesin ve bağlayıcı bir kaynaktır. Sükûtî icmâın bağlayıcı delil olup olmayacağı ise fakihler arasında tartışmalıdır.

İcmâ teorisinin İslâm muhitinde hicri II. asrın sonlarından itibaren oluşma­ya başlamıştır.

İmam Şafiî de teorik olarak icmâ kavramını her devir için geçerli saymakla birlikte pratikte kesin icmâ iddiasının ancak naslarda açıkça düzenlenmiş ve İslâm dinin temel hükümle­rinden olan (öğle namazının dört rek’at oluşu, şarabın haram oluşu gibi) husus­larla sınırlı olduğunu belirtmektedir.

d) Kıyas

 

DHBT Sınavı
22.09.2024
0
Gün
0
Saat
0
Dakika
0
Saniye