FIKIH MEZHEPLERİ

admin
Kasım 2, 2019

a) Kavram ve Tarihçe

Fıkıh kelimesi sözlükte “bir şeyi bilmek, iyi ve tam anlamak, içyüzünü ve inceliklerini kavramak” anlamına gelir.

Terim olarak fıkıh hicrî ilk asırlarda zihnî çaba ile elde edilen dinî bilgilerin tamamını ifade etmişken, iman ve itikad konularının ayrı bir ilim dalı olarak teşekkül etmesine paralel olarak, ileri dönemlerde İslâm’ın fert ve toplum hayatının değişik yönleriyle ilgili şer‘î-amelî hükümlerini bilmenin ve bu konuyu inceleyen ilim dalının özel adı olmuştur.

Fıkıh ilminde uzman olan kimselere fakih (çoğulu fukahâ) denir.

Öte yandan fıkıh, ilk dönem literatüründe, şer‘î delillerden hüküm elde etme faaliyeti olan ictihad anlamında kullanılmış, fakih ve müctehid eş anlamlı kabul edilmiştir.

b) Fıkıh Mezhepleri

İtikadî fırkalar gibi fıkıh mezheplerinin de büyük kısmı kurucusu sayılan müctehidlerin isimlerine nisbetle anılırlar. Burada “dört mezhep” adıyla şöhret bulmuş Sünnî fıkıh ekolleri olan Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhepleri.

Hanefî mezhebi:Sünnî fıkıh ekollerinin kronolojik sıra itibariyle ilki olup, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’ye nisbet edildiği için bu isimle anılmıştır. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin asıl adı Nu‘mân b. Sâbit’tir. Aslen Türk veya Fârisî olduğu yönünde görüşler vardır. Nu‘mân b. Sâbit, Hanefî mezhebi muhitinde “İmâm-ı Âzam” (büyük imam) lakabı ile anılır. Irak’ın en ünlü fakihi ve Irak fıkhının üstadı Hammâd b. Ebû Süleyman’ın ilim halkasına katıldı ve uzun zaman bu ders halkasına devam etti. Bu arada Ca‘fer es-Sâdık, Muhammed el- Bâkır da dahil olmak üzere pek çok âlimden istifade etti.

Naklin hükmü ile aklın yorumu, hadis ile re’y arasında mâkul bir denge kurmaya çalışmıştır. Bunun için de örf ve âdeti, Kur’an’ın genel ilkelerini, kamu yararını daima göz önünde bulundurmuş ve istihsan metodunu sıklıkla kullanmıştır.

İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin talebeleri onun tedrîsatını devam ettirdiler ve ondan öğrendikleri usule uyarak kaynaklardan hüküm istinbatını sürdürdüler. Talebelerinden bilhassa ictihad derecesine yükselenler, özellikle de Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed hocalarının görüş ve fetvalarını tasnif ve tedvîn işine giriştiler.

Hanefî mezhebi Irak’ta doğmuş ve Abbâsîler devrinde Ebû Yûsuf’un “kadılkudât” (baş kadı) olması ile devletin başlıca fıkıh mezhebi haline gelmiştir. Hanefî mezhebi bilhassa doğuya doğru yayılarak Horasan ve Mâverâünnehir’de büyük bir gelişme göstermiştir. Pek çok Hanefî fakihi de buralardan yetişmiştir.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe 40 yaşına geldiğinde fetva vermeye başladı.

Doğum Tarihi ve Yeri:
80 (699) yılında Kûfe’de dünyaya geldi.

Hocası:
Hammâd b. Ebû Süleyman

Meşhur Talebeleri:
1-Ebû Yusuf
2-İmam Muhammed b. Hasan es-Şeybânî

En büyük eseri:
el-Fıkhu’l Ekber

Metodu:
1-Kitap
2-Sünnet
3-İcma
4-Sahâbe kavli (sözleri)
5-Örf
6-Kıyas
7-İstihsan

Kadılkudât: Baş kadı

Mâlikî mezhebi:

Fıkıh ekollerinin kronolojik sıra itibariyle ikincisi olup, büyük hadis ve fıkıh bilgini Mâlik b. Enes’e nisbet edildiği için bu isimle anılmıştır.

İmam Mâlik’in fıkhının en belirgin özelliği, Medine halkının uygulamasına (ameli ehl-i Medîne) çok önem vermesidir. O haber-i vâhidi kabul için, bu haberin Medineliler’in ameline muhalif bulunmamasını şart koşmuştur. Ona göre, Medineliler’in ameli, mütevâtir sünnet mesabesindedir.

Mâlikî mezhebi, önce Hicaz bölgesinde yayılmış, sonra İmam Mâlik’in Esed b. Furât, Abdullah b. Vehb, Abdurrahman b. Kasım gibi talebeleri vasıtasıyla Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs’e yayılmıştır. Hatta, bu mezhep bir zamanlar İspanya’da Endülüs Emevî Devleti’nin resmî mezhebi olmuştur. Günümüzde Mısır’da, Kuzey Afrika’da (Tunus, Cezayir, Fas), Sudan’da Mâlikî mezhebi çok yaygındır. Hicaz bölgesinde ise, Mâlikîler’in sayısı oldukça azdır.

İmam Mâlik’in görüş ve fetvaları, Sahnûn’un öncülüğünde tedvîn edilen ve İmam Mâlik’in ve yakın öğrencilerinin görüşlerini toplayan el-Müdevvene isimli hacimli eser, Muvatta ile birlikte Mâliki mezhebinin temel iki kitabı sayılır.

 

Doğum Tarihi ve Yeri:
93 (712) yılında Medine’de dünyaya geldi.

Hocaları:
1-İbn Hürmüz
2-İbn Ömer’in âzatlısı Nâfi
3-İbn Şihâb ez-Zührî
4-Yahyâ b. Saîd

 

Meşhur talebeleri:
1-Esed b. Furât
2-Abdullah b. Vehb
3-Abdurrahman b. Kasım

Eserleri:
1-el-Müdevvene
2-Muvatta

 

Metodu:
1-Kitap
2-Sünnet
3-İcmâ
4-Sahâbe kavli (sözleri)
5-Örf ve âdet
6-Kıyas
7-İstihsan
8-Mesâlih-i mürsele
9-Sedd-i zerâi

Şâfiî mezhebi:

Kurucusu sayılan, Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî’ye nisbet edildiği için bu isimle anılmıştır.

İmam Mâlik’ten Medine fıkhını, İmam Muhammed’den Irak fıkhını öğrendi. Böylece Hicaz fıkhı ile Irak fıkhını birleştirdi. Ehl-i re’y fıkhı ile ehl-i hadîs fıkhını birleştirdi. Eski görüşleri ile yeni görüşlerinden oluşan “mezheb-i kadîm”i ve “mezheb-i cedîd”i teşekkül etmiş oldu.

Mekke, Bağdat ve Mısır’da yetiştirdiği seçkin talebeleri onun eserlerini okuttular, görüşlerini ve diğer fakihlerle olan ihtilâflarını naklettiler. İşte bu öğrencilerin gittikçe genişleyen ders halkaları neticesinde Şâfiî mezhebi ortaya çıkmış oldu.

Şâfiî mezhebi önce Mısır’da sonra Suriye, Irak, Horasan ve Mâverâünnehir’de yayıldı. Çoğu zaman fetvada ve öğretimde Hanefîler’le yan yana yer aldı. Bugün Şâfiî mezhebi ülkemizin güneydoğu ve doğu illeri ile yukarıda sayılan bölgelerde yaygın durumdadır.
İmam Şafiî, İstihsanı reddetmiş, rey ictihadını kıyastan ibaret kabul etmiş, kıyası da delâlet yoluyla ilahî beyan çeşitlerinden biri saymıştır

 

Doğum Tarihi ve Yeri:
150 (767) yılında Gazze şehrinde (Filistin) dünyaya geldi.

Hocaları:
1-İmam Mâlik
2-İmam Muhammed

Meşhur talebeleri:
1- Ebû Ya’kub Yûsuf b. Yahyâ el-Büveydî
2- Ebû İbrahim İsmail b. Yahyâ el-Müzenî
3- Ebû Muhammed er-Rabî’ b. Süleyman b. Abdilcebbâr el-Murâdî
4- Harmele b. Yahya b. Harmele
5- Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem

Eserleri:
1-er-Risâle
2-el-Ümm
3-el-Murâdî
4-Kitabü’ş-Şurût
5-Kitabü’s-Sünen
6-Kitabü’n-Nikâh
7-Kitâbü’l-İbil ve’l-Ganem ve Sıfatühâ ve Esnânühâ

Metodu:
1-Kitap
2-Sünnet
3-İcmâ
4-Sahâbe kavli (sözleri)
5-Kıyas

Hanbelî mezhebi:

Kurucusu sayılan, Ahmed b. Hanbel’e nisbet edildiği için bu isimle anılmıştır. Genç yaştan itibaren Bağdat’ta hadis toplamaya başladı. Hicrî 186 yılına kadar hadis âlimlerinden dinlediği bütün hadisleri kaleme aldı. Ahmed b. Hanbel hadis ilminde rivayete önem verdiği kadar, naslardan hüküm çıkarmaya da itina gösterdi. O İmam Şâfiî’nin fıkıhtaki bilgisine, hüküm çıkarma ve istinbat usul ve metoduna hayrandı. Ahmed b. Hanbel Mekke’de, Bağdat’ta İmam Şâfiî’den bu metotları öğrendi ve benimsedi. Böylece hadisleri sadece rivayetle yetinmeyip, onların fıkhî mâna ve maksatlarını da araştırdı.
Ahmed b. Hanbel ibadet ve muâmelât konularında iki ayrı usul benimsedi. İbadet konularında naslara ve Selef’in eserlerine sımsıkı sarıldı. Delilsiz hüküm vermekten sakındı. Muâmelâtta da yine Selef’in yolu olan, bir şeyin haram veya helâl olduğuna dair naslarda delil yoksa o mubahtır prensibine sarıldı.

“Eşyada aslolan mubahlıktır” prensibini Hanefî, Şâfiî ve Mâlikîler de benimserler, ancak Hanbelîler muâmelâtta daha belirgin biçimde serbestlik taraftarıdırlar.

Onlar mukavele serbestisini alabildiğine geniş tutmuşlardır. Dinin haram kıldığı şartlar müstesna, bu mezhep ticarette tarafların istedikleri şartları koşabileceğini hükme bağlar. Bu mezhepte nassa ve esere sıkı sıkıya bağlı olmanın neticesi bir yandan ictihadla hüküm elde etme güçleştirilirken, diğer yandan nassa dayanmadan bir şeye câiz değildir demeyi de zorlaştırmıştır.

Eşyada aslolan mubahlıktır kaidesi temel alındığı için mubah ufku genişlemiş ve bu bakış açısı büyük ölçüde akidlere de yansımıştır.

Mezhebin ayırıcı vasfı olarak re’y ve kıyastan çok âyet, hadis ve sahâbe kavli gibi naklî delillere dayanması dikkat çeker. Mezhepte bir bakıma hadise dayalı fıkıh anlayışı hâkimdir. Sadece fiilen karşılaşılan problemlere çözüm üretilmiştir. Teknik anlamda tam bir fıkıh mezhebi değil, bir nevi hadis ekolü olarak da görüldüğü için, Hanbelîliği fıkıh mezhepleri arasında saymayanlar da vardır.

Ahmed bin Hambel 40 yaşına geldiğinde fetva vermeye başladı.

 

Doğum Tarihi ve Yeri:
Hicrî 164 yılında Bağdat’ta dünyaya geldi.

Hocaları:
1-Ebû Yusuf
2-İmam Şâfiî
3-Abdurrazzâk ibnu Hemmam (meşhur muhaddis) hadisçi

Meşhur talebeleri:
1-Salih (Hambel’in oğlu)
2-Abdullah (Hambel’in oğlu)
3-Buhari
4-Müslim
5-Ebu Davut
6-Tirmizi
7-Nesai
8-Yahya ibnu Muin
9-Ali ibnu Medini
10-Ebu Zur’a er-Razi
11-Ebu Hatim er-Razi

Eserleri:
1-Kitabus’Sunne
2-Kitabuz’Zuhd
3-Kitabu’l-Vera
4-Kitabu’l-İlel
5-Kitabu Fedaili’s-Sahabe
6-er-Red ale’z-Zenadıka ve’l-Cehmiyye

Metodu:
1-İcmâ
2-Kıyas
3-Mesâlîh
4-İstihsan
5-Zerâyi
6-İstishâb

 

Bağımsız Yetişen Müctehidler

Sünnî fıkıh mezhebinin imamının ve öğrencilerinin yanı sıra birçok büyük ve bağımsız müctehidin yetiştiği ve bunların da görüşleri etrafında kısmî bir gruplaşmanın olduğu bilinmektedir.

Bunlardan Bazıları:
1-Mekke’de Süfyân b. Uyeyne
2-Kûfe’de Süfyân es-Sevrî
3-İbn Ebû Leylâ
4-İbn Şübrüme
5-Bağdat’ta Ebû
6-Sevr
7-Dâvûd ez-Zâhirî
8-İbn Cerîr et-Taberî
9-Mısır’da Leys b. Sa‘d
10-Basra’da Hasan-ı Basrî (ö.
11-Şam’da Evzâî
12-Nîşâbur’da İshak b. Râhûye

Zâhiriyye:
iki büyük imamı Dâvûd ez-Zâhirî ve İbn Hazm burada ayrıca anılmaya değer. Kıyasa ve re’y ictihadına şiddetle karşı çıkıp âyet ve hadislerin zâhirine tutunmanın tek yol olduğunu savunurlar.

Kısmen yakın bir anlayışa sahip olan Şâfiî mezhebi içinde erimiştir.

Sünnî mezheplerin dışında kalan fıkhî mezhep ve ekollerin, müntesipleri itibariyle en önemli kısmını Şîa grubunda yer alan fıkhî ekoller teşkil eder. Şîa’nın üç büyük fırkası aynı zamanda birer fıkıh mezhebi olarak da görülebilir.

İmâmiyye : Akaid ve fıkıhta Ca‘fer es-Sâdık’ın görüşlerini esas aldığından Ca‘feriyye olarak da anılır. Ca‘ferî fıkhında Sünnî kesimdeki ehl-i hadîs ehl-i re’y ayırımını kısmen andırır tarzda iki temel eğilim görülür ve bunların temsilcileri Ahbârîler ve Usûlîler diye anılırlar.

1-Ahbârîler : Hüküm çıkarmada hadisleri esas alır ve Kur’an’ın da ancak bu hadislerle anlaşılabileceğini söylerler.

2-Usûlîler : Kitap, sünnet, icmâ ve akıl şeklinde dört delilden söz ederler.

Ancak Şîa’nın sünnet ve icmâ anlayışı Sünnî mezheplerinkinden oldukça farklı olup Hz. Peygamber’in ve mâsum imamların (on iki imam) söz, fiil ve tasviplerini ölçü alır, sadece Ehl-i beyt’in rivayet ettiği hadisleri kabul ederler.

1-Müt‘a nikâhını câiz görürler
2-Abdestte çıplak ayakların üstüne meshi yeterli sayarlar
3-Boşamada iki şahit zorunluluğu vardır
4-Beş vakit namazı cem‘ yoluyla üç vakitte kılınabilir
5-Zekâtı (humus) din adamları eliyle toplanması

Gibi bazı farklı görüş ve uygulamaları vardır.

Zeydiyye: Şîa’nın diğer kolu olan Zeydiyye, fıkhî görüşleri itibariyle Hanefî mezhebine bir hayli yakındır.

1-Mest üzerine meshi caiz görmezler
2-Gayri müslimin kestiğini yemeyi caiz görmezler
3-Ehl-i kitap’tan bir kadınla evlenmeyi câiz görmezler.

Esasen birer siyasî-itikadî fırka hareketi olan Şîa’nın diğer kolları veya Hâricîlik fıkıh alanında bazı farklı görüşlere sahip ise de bu tür fıkhî farklılıklar diğer Sünnî fıkıh mezhepleri içinde de mevcut olduğundan fazla bir önem taşımazlar.

c) Mezhebe Bağlılık ve Telfik

V. (XI.) yüzyılın sonlarından itibaren bugünkü dört fıkıh mezhebinin takarrur ettiği görülür. O tarihlerden itibaren de mezhep, mezhebe bağlılık, ictihad, taklid ve telfik gibi meseleler gerek avamî gerekse entelektüel boyutta tartışılagelmiştir.

aa) Mezhebe Bağlanmanın Tarihî ve Fikrî Temelleri

İslâm hukuk tarihinde mezhepler konusunu iyi tahlil edebilmek için şu üç başlığı birbirinden ayırt etmek gerekir:
1. Mezheplerin ortaya çıkışı ve oluşması.
2. Mezheplerin istikrar kazanması (mezhep realitesinin toplumda yer etmesi).
3. Mezheplerin belirli bölgelerde yayılmış ve tutulmuş olması.

Bir mezhebe bağlılık, kişi için güvenli bir yol sayılabilir. Fakat bu, izlenmesi zorunlu ya da en iyi yol olduğu anlamına da gelmez.

Özel nitelikli güven yolu ise, bir meselede hangi ictihadın delillerinin daha kuvvetli ve içinde bulunulan zamanın şartlarına daha uygun olduğuna dair ehliyetli kişilerin veya kuruluşların yaptıkları tercihlerin esas alınmasıdır. Bu tür tercihler, çoğunlukla, metodik çelişki şüphelerinden uzak olup, daha çok, hadislerin sıhhat derecelerinin gözden geçirilmesine, farklı yorumlar yahut maslahatla ilgili farklı değerlendirmeler içinden mevcut şartlara en uygununun belirlenmesine yöneliktir.

Bu yolun, avam açısından, dinî yaşantıyı tutarsızlıklara düşmeden sürdürebilmek için izlenebilecek en emin yol olduğu söylenebilir. Bu yolda, tercih edilen görüşün dayanakları ve diğer görüşlerle karşılaştırmasının yapıldığı yayınları takip ederek yürünmesi halinde, bu yolun aynı zamanda kişinin fıkıh kültürünü geliştirmesine ve böylece topluma bu konuda bir seviye kazandırılmasına da yardımcı olacağı şüphesizdir.

Bu alanda müslümanları aydınlatma ve onların güvenerek uyabilecekleri tercihleri ortaya koyma hususunda ilgili kuruluşlara önemli görevler düştüğü açıktır.

Bu tahliller ışığında tek mezhebe bağlılık ve telfik ile ilgili görüşlere kısaca değinip, mezheplerin kolay hükümlerini izleme hakkında bir değerlendirme yapmak uygun olur.

bb) Tek Mezhebe Bağlılık
“Telfik” konusu ile “tek mezhebe bağlılık” meselesi arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır.

Bu mesele ele alınırken, müctehid olmayan bir mükellefin durumunun söz konusu olduğuna ve böyle bir kimsenin şer‘î-amelî konularda daima bir mezhebe göre davranması gerekip gerekmediği sorusuna cevap arandığına dikkat edilmelidir. Gerek devlet gerekse fert planında bir mezhebe bağlanma gereği duyulmuştur. İşte bu bağlanmanın “taassup” derecesine ulaşmasını takip eden dönemlerde, bir mezhebe bağlı davranmanın ve hatta hep o mezhep üzere kalmanın vâcip olduğu (dahası mezhebinden ayrılana ta‘zir cezası uygulanması gerekeceği)yönünde fikirler ileri sürülür olmuştur. Buna karşılık muhakkık âlimler,ictihad edemeyen bir mükellefin hep bir mezhebe bağlı kalmasını gerektirecek şer‘î bir delil bulunmadığını, böyle bir kimse için vâcip olanın, ehliyetine kani olduğu âlimlere sormak, öğrenmek ve buna göre davranmaktan ibaret bulunduğunu ispat etmeye çalışmışlardır.

cc)Telfik
Telfik, sözlükte, “kumaşın iki kenarını birleştirip dikmek” anlamına gelir.

Fıkıh ve usûl-i fıkıhta da bu anlamdan hareketle, farklı hükümlerin bir araya getirilmesini ifade etmek üzere kullanılmıştır. Ancak bu ortak noktanın ötesinde fıkıh ve usûl-i fıkıh eserlerinde telfik başlıca üç anlamda kullanılmıştır:

a) Fıkıh eserlerinde telfik kelimesi bazan, ictihadî ihtilâftan kaynaklanmayan iki farklı hükmü birleştirerek uygulamak anlamında kullanılmıştır. Meselâ, “yemin kefâretinde on fakirin bir kısmını yedirmek, diğerlerini giydirmek şeklinde telfik yapılması câiz değildir” denirken bu mâna kastedilmiştir.

b) Fıkıh usulü eserlerinde telfik bazan, bir meselede önceki müctehidlerin söylemediği ve onların görüşlerinin ortak noktasını ihlâl eden yeni bir görüş ortaya atmak anlamında kullanılmıştır. Daha çok icmâ bahsinde incelenen bu meselenin taklit değil ictihad ile ilgili olduğu açıktır. Buna “ictihadda telfik” denebilir.

c) Fıkıh ve fıkıh usulü eserlerinde, telfik denince daha çok şu anlam kastedilir: Belirli bir meselede birden fazla ictihadî görüşü bir arada (veya bir arada sayılabilecek şekilde, yani birincisinin tesiri kalkmadan diğeriyle) amel edip ortaya bu müctehidlerden hiçbirinin kabul etmeyeceği mürekkep bir durumun ortaya çıkması. Telfikin dar anlamı budur. Buna “taklitte telfik” denir.

Bu kayıtları şöylece özetlemek mümkündür:

a) Telfike ihtiyaç duyulması.
b) Daima kolay hükümleri alarak dinî hayatın keyfîliğe dönüştürülmemesi.
c) Bu yolun “kanuna karşı hile” amacına alet edilmemesi.
d) Helâl,haram meselelerinde ihtiyata riayet edilmesi.

En geniş anlamıyla ele alınırsa telfik değişik mezheplerin hükümlerinden yararlanmayı da (buna intikal de denilmektedir), dolayısıyla değişik mezheplerin kişiye kolay gelen hükümlerini seçmeyi de ifade eder. Dar anlamıyla telfik (yani bir meselede birden fazla ictihadı birleştirip bu ictihad sahiplerinin hiçbirinin benimsemeyeceği mürekkep bir durum meydana getirme) dahi –bazı kayıtlarla- tecviz edilince, bunun (mürekkep bir durum meydana getirmeden değişik mezheplerden yararlanmanın) tecvizi -belirtilen kayıtlara riayet şartıyla- evleviyet gereği olur.
Fakat bunda, “b” şıkkında belirtilen şarta riayet etmeme ihtimali çok kuvvetlidir. Çünkü değişik mezheplerin kolay hükümlerini alırken, kişiyi buna yönelten âmil “kolaycılık” düşüncesidir. İslâm dinindeki “kolaylaştırma” ilkesi, bu ilkenin amaçlarına uygun olarak kullanılırsa ilke hedefine ulaşmış
olur. Fakat bu ilke şahsî arzulara vasıta olarak kullanılırsa, ilke hedefinden sapmış ve dinî hayat keyfîliğe dönüştürülmüş olur.

DHBT Sınavı
22.09.2024
0
Gün
0
Saat
0
Dakika
0
Saniye