A) İnsanın Kendi Kişiliğine Karşı Görevleri
İslâm ahlâkı her bireyi “insan” olarak bir değer kabul eder. Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli vesilelerle insan “yeryüzünün halifesi” olarak takdim edilmiş, Hz. Peygamber de “Her doğan çocuk temiz yaratılış (fıtrat) üzere doğar” buyurarak, insanı yaratılıştan suçlu sayan telakkiyi temelden reddetmiş; bu noktadan hareketle İslâm düşünce geleneğinde insan “eşref-i mahlûkat” diye tanımlanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’in değişik yerlerinde Allah’ın buyruğu uyarınca Hz. Âdem karşısında meleklerin secdeye kapandığını bildiren âyetler de İslâm düşüncesinde oluşan bu yargının isabetli olduğunu kanıtlamaktadır. Bu sebeple, aslında insanlık için ahlâk düzenini kuran yüce Kudret, hayatın hangi alanına ilişkin olursa olsun, bütün erdemlerin, bir bakıma onlara sahip olan bireyi yüceltmeyi ve gerçek anlamda insan yapmayı amaçlamasını dilemiştir. Bu bakımdan Allah, kişinin yaptığı iyilikler veya kötülükleri -kime karşı yapılmış olursa olsun- öncelikle kişinin kendisine yapılmış saymaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Kim iyi bir iş yaparsa kendi tehine yapmış olur; kim de kötü bir iş yaparsa kendi aleyhine yapmış olur” buyurulmaktadır.
a) İnsanın bedensel varlığı ile ilgili görevleri
Ahlâk bir beden sağlığı ilmi değildir. Bununla birlikte İslâm ahlâkında, insanın dinî ve dünyevî görevlerini doğru ve yeterli olarak yerine getirebilmesi için kendi bedensel varlığını koruma ve geliştirme hususunda bazı görevleri bulunduğu kabul edilmiştir. Kuşkusuz bu görevlerin başında insanın kendi hayatını koruması gelir. İslâmiyet hiçbir insana kendi hayatına son verme hakkı tanımamış, bu sebeple intiharı da kesinlikle yasaklamıştır. Hz. Peygamberin bu husustaki hadisleri son derece ağır bir üslûp taşımaktadır. Yine onun insan sağlığına dair açıklama ve uygulamaları, hadis kitaplarında “Tıbb-ı nebevî” başlığıyla özel bölümler açılmasına veya aynı başlıkla müstakil kitaplar yazılmasına imkân hazırlamıştır. Ayrıca Hıristiyanlığın aksine İslâm dini içki, kumar, fuhuş gibi sağlığa zarar veren kötülükler karşısında kayıtsız kalmaz. Aksine Kur’ân-ı Kerîm, kapsamlı bir ifadeyle, “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” derken, Hz. Peygamber de sağlığını ihmal edecek derecede ibadet etmeyi bile onaylamamış ve bu şekilde kendisini ibadete veren bir sahâbîyi uyarırken, “Bedeninin de sende hakkı vardır”buyurmuştur.
Beden sağlığı bireysel görevler için olduğu kadar toplumsal görevler için de gereklidir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “Düşmanlarınıza karşı kuvvet hazırlayınız” buyurulurken, bu hususta en önemli unsur olan insan gücünün de kastedildiğinde kuşku yoktur. Unutulmamalıdır ki, hak daima kuvvetten üstün olmakla birlikte, hakkın korunabilmesinin kuvvete bağlı olduğu da tecrübı bir gerçektir. Bu sebeple Hz. Peygamber, “Güçlü mümin zayıf müminden hayırlıdır” buyurmuşlardır.
b) İnsanın Ruhsal ve Manevi Varlığı ile ilgili Görevleri
Ahlâk âlimleri genellikle insanın diğer varlıklar karşısındaki üstünlüğünün akıl, zekâ, kalp, vicdan, tefekkür, estetik duygu, inanma, iyilik sevgisi gibi ruhsal ve manevî meziyetlerinden Heri geldiğini kabul ederler. Bu meziyet veya yetenekler sebebiyledir ki yaratıcısı tarafından insana, “Kuşkusuz biz Âdem oğlunu şerefli kıldık” [693]buyurularak iltifatta bulunulmuştur. Şu halde insanın, ruhsal ve manevî meziyetlerini koruması, geliştirmesi, üstün yeteneklerini iyilik yollarında etkin ve verimli hale getirmesi, onun hem kendi varlığına karşı hem kendisini güzel yeteneklerle donatan Allah’a karşı bir borcudur.
Yukarıda da işaret edildiği üzere İslâm ahlâkı, her güzel haslet ve iyi davranışın öncelikle onu yapanı yücelteceğini kabul eder. Bu sebeple insan, elinden geldiği kadar iyi hasletler ve erdemler kazanmaya, güzel davranışlar gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Ahlâk kitaplarında bu erdemler arasında üzerinde önemle durulanların başlıcaları şunlardır:
B) Ailede Ahlâki Görevler
a) Ailenin Önemi
Diğer canlılardan farklı olarak insanlar tarih boyunca cinsel ihtiyaçlarını, bilinçli ve amaçlı olarak kurdukları aile düzeni ve disiplini içinde karşılayagelmişlerdir.
Aile kurumu kıskançlıkları, dolayısıyla çatışmaları önleyerek toplumsal düzenin sağlıklı işleyişine de katkıda bulunur. Aile kurumu ve onun çevresinde oluşturulmuş kurallar, kadın-erkek ilişkisine biyolojik tatminlerin ötesinde değer ve anlamlar katar. İslâmiyet’in bir yandan zinayı ağır yaptırımlarla yasaklarken bir yandan evlenmeyi teşvik etmesinin sebebi de budur.
Erdemli ve mükemmel bir toplum yapısı gerçekleştirmenin en önemli şartı olan hak ve sorumluluk bilinci, toplumun çekirdek birimi olan aile için de vazgeçilmez bir önem taşır. Nitekim Hz. Peygamber, aile bireylerinin haklarım ihmal etmek pahasına nafile namaz kılmaya, oruç tutmaya vb. ibadetler yapmaya bile izin vermemiştir.
İslâm ahlâkçıları, kural olarak diğer bütün insanların ve müslümanların birbirleriyle ilişkilerinde söz konusu olan hak ve yükümlülüklerden aile bireylerinin de birbirlerine karşı sorumlu olduklarını belirtmişler; ayrıca onların kendi aralarında aile kurumuna özgü hak ve sorumluluklarının da bulunduğunu ifade etmişlerdir.
b) Eşler Arasında Haklar ve Görevler
Toplum içinde olduğu gibi aile içinde de haklara riayet edilmesi ve sorumlulukların yerine getirilmesi için belli bir düzen ve disiplinin kurulmasına, rollerin belli olmasına ihtiyaç vardır. Nisa sûresinin 34. âyetine bakılırsa Kur’ân-ı Kerîm, aile reisliği yetki ve sorumluluğunu, koyduğu genel ahlâk ve adalet ilkeleri çerçevesinde erkeğe vermiştir. Hadislerde de erkeğin bu konumuna işaret eden ve kadının kocasına saygılı olmasını öğütleyen açıklamalar bulunmaktadır. Bununla birlikte, İslâmiyet’in tamamen aile düzeninin sağlıklı işleyişini temin maksadıyla erkeğe tanımış olduğu aile reisliği işlevi, ona asla kadın üzerinde bir baskı ve zorbalık imkânı vermez; ahlâk ilkeleriyle çelişen, bu nedenle de Kur’an’ın Peygamber’e bile tanımadığı bu imkânı sıradan insanlara tanıması mümkün değildir. Dolayısıyla kadının kocasına saygısı da cebrî değil, ahlâkî bir saygıdır. Kur’ân-ı Kerim, “Kadınlarla iyi geçininiz” buyurur. Hz. Peygamber de insanların en iyisinin eşlerine karşı iyi davrananlar olduğunu ifade eder.
Kınalızâde’nin İslâm ve Türk ahlâk kültürünün klasiklerinden olan Ah-lâk-ı Alaî adlı eserinde (II, 23) kocanın eşine karşı görevleri özetle şu şekilde sıralanır: “Erkek karısına karşı iyi davranmalı, haklarını gözetmeli; gücü ölçüsün de güzel ve değerli elbiseler giydirmeli; evin yönetimine onu da ortak etmeli, evin dahilî işlerini ve hizmetçilerin yönetimini ona bırakmak; kadının akrabasına saygı ve ikramda bulunmalıdır. Erkek, karısıyla yetinip üzerine evlenmemelidir; çünkü iki evlilik kıskançlık ve geçimsizlik doğurur”. Kınalızâde çok kadınla evliliğin insan tabiatına aykırılığını şu şekilde ifade eder; “Evde erkek, tende can gibidir; iki tene bir can olmadığı gibi iki kadına da bir erkek yakışmaz”.
Müslüman ahlâkçıların bu yöndeki önerileri İslâm toplumlarının geleneğinde hâkim olan çizgiye de uygundur. Nitekim İslâm medeniyeti tarihinin önde gelen uzmanlarından Alman araştırmacı Adam Metz’in el-Hadâratü’l-
İslâmiyye fı’l-karni’r-râbi’ el-hicrî başlıklı değerli çalışmasındaki bir tesbitine göre bütün tarihî bilgiler, İslâm toplumunda ana gövdeyi oluşturan orta tabakanın bir tek kadınla yetindiğini belgelemektedir. Esasen dönemin ileri gelenleri de, halkı, tek kadınla evliliğe teşvik ediyordu. Meselâ Fatımî Halifesi Muiz-Üdînillâh, önde gelen bir toplulukla sohbet ederken, “Kadınlarınıza ilgi gösterin; eşiniz olan bir tek kadınla iktifa edin; çok kadınla düşüp kalkmayın. Hayatınızın tadı kaçar, zarar görürsünüz… Bir erkeğe bir kadın yeter” demiştir. Ünlü şair Ebü’1-Alâ el-Maarrî de şiirlerinde tek kadınla evliliğin yararlarından söz eder.
İslâm hukukunda da çok evlilik dinin bir emri olarak değil, ihtiyaç halinde kullanılabilecek bir ruhsat olarak tanıtılmış, kural olarak tek evlilik tavsiye edilmiştir. Çok evlilik için çoğu diyanî nitelikte bir dizi şarttan söz edilmesi de bu gayeye mâruftur.
c) Ana Babanın Çocuklarına Karşı Görevleri
d) Çocukların Ana Babalarına Karşı Görevleri
e) Akrabalar Arasında Haklar ve Görevler
Genel olarak müslümanlar ve bilhassa komşular arasında söz konusu olan iyilik ve ikram, yardımlaşma, dayanışma, ziyaretleşme, hoşgörü, iyi ve kötü günleri paylaşma, davete icabet, hasta ziyareti, bayramlaşma, tebrikleşme, taziye gibi sosyal ve ahlâkî görevler akrabalar arasında da geçerli ve gereklidir. Ancak bütün bunlar öncelikle akraba ile ilişkileri sürdürmeyi gerektirdiği için gerek hadislerde gerekse ahlâk kitaplarında bu konuya “sıla-i rahim” başlığı altında özel bir önem verilmiştir. Bir kutsi hadiste Allah Teâlâ, kim akrabalık ilişkisini yaşatırsa kendisinin de o kuluna ilgisini sürdüreceğini, fakat akrabasını terkedenlerden de ilgisini keseceğini bildirmiştir. Hz. Peygamber de, konuyla ilgili pek çok hadisinden birinde, “Bütün faziletlerin en üstünü, senden ziyareti kesen akrabanı ziyaret ederek ilişkiyi yaşatmandır” buyurmuş; ziyaretleşmenin rızkı bollaştıracağını; akrabaya mal yardımında bulunmanın başkalarına yapılan yardımın iki katı sevap kazandıracağını bildirmiş; hatta bir hadiste akrabalık ilişkisini kesenler cennete giremeyecekler arasında gösterilmiştir.
a) Sevgi, Kardeşlik ve Dostluk
b) Toplumsal Barış ve Uzlaşma
c) İnsan Haklarına Saygı
a) Çalışma, Üretim ve Kazanmanın Önemi
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın geceyi istirahat, gündüzü de geçim temini için yarattığı, kural olarak insan için çalışıp çabalamaktan başka bir kazanç ve başarı yolu olmadığı belirtilmiştir. A’râf sûresinde dünya nimetleri için “Allah’ın ziyneti” ve “güzel rızıklar” denilmiş; Cum’a sûresinde de müslümanlara, yeryüzüne dağılarak bu güzel rızıklardan kazanıp yararlanmaları öğütlenmiştir.
“Hiçbir kimse elinin emeğiyle kazandığından daha hayırlı bir lokma yememiştir” buyuran İslâm Peygamber’i, dağdan odun toplama olsa bile, bir iş tutmanın başkalarına el avuç açmaktan daha iyi olduğunu söylemiştir. Bu kısa bilgilerden de anlaşılacağı üzere ister üretim, ister ticaret yoluyla olsun, İslâm’da ferdî kazanma teşebbüsleri meşrudur. Özel kabiliyetlerin toplumun gelişmesine ve refahına yararlı kılınması için gerekli ortam ve şartları hazırlamak yerine, bu kabiliyetlerin icat etme, üretme ve kâr etme eğilimlerinin köreltilmesi, sünnetullahın bir sonucu olan bireysel ve toplumsal fıtrat ve tabiata aykırı düşer. İslâm, kendi sistemi içinde ferdî kabiliyetleri toplumun refahına ve gelişmesine yararlı kılmak için gerekli önlemleri almıştır. Hukukî ve toplumsal yaptırımlarla birlikte İslâm’ın asıl tedbiri, erdemlerle donanmış insandır, Bu insanın ayırıcı özelliği ise Allah’a saygı ve insanlara sevgisidir. İslâm’ın asıl meselesinin, belli bir hukukî ve iktisadî sistem kurmadan önce, erdemli insan yetiştirmek olduğunun açık delili, Mekke’de inen âyetlerle Medine’de inen âyetlerin içeriğidir. Mekkî âyetler, büyük çapta iman ve ahlâka, yani manevî ve ruhsal gelişmeye ağırlık verirken, Medenî âyetlerde hukukî, iktisadî, siyasî vb. sosyal konular yoğundur.
b) Üretim ve Kazanma ile İlgili Görevler
1. Kazanma faaliyetleri sırasında hâlis bir niyet taşımak
2. Meslekî bilgi ve ehliyet.
3. Allah’ın haram kıldığı şeylerin üretim ve ticareti ile meşgul olmamak.
4. İşçinin haklarını gözetmek.
5. İş verenin haklarını gözetmek.
c) Harcama ve Tüketimle İlgili Görevler
1. Toplumun zararına tüketim ve harcamalarda bulunmamak.
2. Lüks ve ihtişam için harcama yapmamak.
3. İsraf etmemek.
4. İnfak ve cömertlik yapmak.
a) İslam Düşüncesinde Siyasetin Önemi
Bizzat Hz. Peygamber ve ashabının önde gelenleri olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin de birer siyasî lider oldukları göz önüne alındığında İslâm’da siyasetin ne kadar yüce bir meslek ve uğraşı olduğu açıkça ortaya çıkar. Bu durumu dikkate alan İslâm bilgin ve düşünürleri, genellikle siyasete hem toplumsal faaliyet hem de bir bilim dalı olarak büyük bir önem vermişler ve onu mesleklerin en şereflisi saymışlardır.
1. Önce siyaset doğal ve toplumsal zorunluluğun bir sonucudur.
2. Siyaset, dinî hayatın sağlıklı yürütülmesi için de gereklidir.
b) Yöneticilerin Bazı Nitelikleri ve Görevleri
Fârâbî, ideal bir devlet başkanında bulunması gereken başlıca nitelikleri şöyle sıralar: Beden sağlığı ve kusursuzluğu, anlama ve kavrama üstünlüğü, güçlü hafıza, güçlü zekâ, etkili hitabet, öğrenme sevgisi ve yeteneği, mideye düşkün olmama, doğruluk sevgisi, cömertlik ve ikram sevgisi, gönül zenginliği ve tok gözlülük, adalet sevgisi, azim ve kararlılık. Benzer şartlar Gazzâlî tarafından da sıralanmıştır. Ayrıca Gazzâlî’ye göre siyasette liyakat kaygısını en çok duyması gereken kişi, bu görevi üstlenecek olandır.
Siyaset mesleğinde adalet ve dürüstlük bütün faziletlerin başında gelir. Nitekim tarih boyunca ve bütün toplumlarda devletin işlevleri içinde en önemlilerinin adalet ve dürüstlük olduğu düşünülmüştür. İlgili İslâmî kaynaklarda da siyasette adalet ve dürüstlük konusu üzerinde önemle durulmuştur. İslâm dünyasının önde gelen siyaset düşünürlerinden Fârâbî’nin ifadesiyle, “Toplum sevgiyle kaynaşır, adaletle yaşar.” Toplumun bekasının teminatı olan adalet, öncelikle bir devlet işlevidir. Devlet, her vatandaşına hakkı olan geçim imkânlarını, şeref ve itibarını, sağlığını, eğitimini, huzur ve güvenliğini, makam ve mevkiini vermekle yükümlüdür. Devlet bunları verdiği ve bunları koruduğu takdirde adaleti gerçekleştirmiş olur.
c) Yönetilenlerin Görev ve Sorumlulukları