4. Ünite – Endülüs Emevi Devleti

sefadmin
Temmuz 1, 2018

1. ENDÜLÜS’ÜN FETHİ VE VALİLER DÖNEMİ

İberya Yarımadası’nın fethi, ilk İslam fetihlerinin son halkasını teşkil eder. Emeviler’in Kuzey Afrika Valisi, Musâ b. Nusayr’ın, Halife Velîd b. Abdülmelik’ten aldığı izinle Tarîf b. Mâlik komutasında 500 kişilik bir birliği 710 yılının ilkbaharında keşif amacıyla İspanya’nın güney kıyılarına yollamasıyla fetih hareketi başlamıştır.

Musâ b. Nusayr, Tarîf b. Mâlik’in bu küçük çıkarmadan olumlu sonuçlarla dönmesi üzerine fetih hazırlıklarına başladı. 711 yılının bahar ayında Berberî azatlısı Târık b. Ziyâd komutasında 7000 kişilik bir orduyu ve ardından da 5000 asker takviyesile İspanya’yı fethe yolladı.

Bu esnada İspanya’da hâkim olan Vizigot Krallığı taht kavgaları, toplumsal-dinî çatışmalar sebebiyle gücünü yitirmiş durumdaydı. Emevi ordusu kolaylıkla İspanya’ya geçti. Bunda, Vizigotlar ile arası bozuk olan Sebte (Ceuta) Valisi, Julianos’un yardımlarının da etkili olduğu bilinmektedir.

İspanya’nın güney ucundaki, Cebel’ü-Tarık veya Cebelü’l-Feth (Gilbraltar, Calpe) dağında karargâh kuran ordu, ilk hamlede el-Cezîretü’l-Hadrâ’yı (Algeciras) ele geçirdi. Kısa süre sonra, Kral Rodrigo komutasındaki Vizigot ordusunu yenilgiye uğrattı.

Kısa sürede Malaga, Elvira, Cordoba ve Vizigotların başşehri Toledo ele geçirildi. Artık İspanya fethinin önünde ciddi bir engel kalmamıştı.

Böylece Târık b. Ziyad, 711 yılının ilkbahar aylarında ordu komutanı olarak başlattığı bu fetih yürüyüşünü, yaz ayları biterken İspanya’nın yarısını alıp İslam’a açmış bir fatih olarak neticelendirdi. Musâ b. Nusayr da, 712 yılında çoğunluğu Araplardan müteşekkil 18.000 kişilik ordusuyla İspanya’ya geçti. İşbiliye (Sevilla), Karmûne (Carmona), Leble (Niebla) ve Mâride’yi (Merida) fethettikten sonra Tuleytula’da Târık ile buluştu. Ülkenin kuzey istikametine doğru yapılan harekât sonucu 713 yılında Liyûn (Leon), Cıllîkıye (Galicia) bölgesi, Lâride (Lerida), Berşelûne (Barcelona), Saragusta (Zaragoza, Saragossa) şehirleri fethedildi ve hatta Pireneler aşılarak Frank topraklarına girildi.

714 yılında Halife Velid b. Abdülmelik’in emriyle Musâ b. Nusayr, Endülüs’ün idaresini oğlu Abdülaziz’e bırakıp Târık b. Ziyad’la birlikte Dımeşk’e döndü. Böylece 3 yıl gibi kısa bir sürede İberya Yarımadası’nın fethi gerçekleşmiş ve Endülüs’te Valiler Dönemi (asru’l-vülât) başlamış oldu. 756 yılına kadar 21 valinin görev yaptığı bu dönemde fetih hareketleri Avrupa içlerine kadar götürüldü. Mürsiye (Murcia, Tüdmîr, Teodomiro), Arbûne (Narbona) bölgelerinden sonra Paris’e kadar yaklaşıldı. 732 yılında, Tours veya Poitiers (Balâtü’ş-şühedâ) savaşında Franklara yenilen Müslümanlar, bundan sonra daha çok iç savaş ve karışıklıklarla uğraştılar.

Valilikler Dönemi, 756 yılında I. Abdurrahman’ın Endülüs Emevi Devleti’ni ilanına kadar devam etti.

 

2. ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİ

Endülüs,Târık bin Ziyad’ın fethiyle beraber (711) yıkılışına kadar (750) Emevilerin, bu tarihten sonra ise 756’ya kadar da Abbasilerin yönetimi altında kalmıştır. Endülüs, 756 yılına kadar Emevi halifesi veya komutanlarca belirlenen valiler tarafından yönetildi. Bu nedenle bu sürece “Valiler Dönemi”(Asrü’l-Vülat) denilmiştir. I. Abdurrahman’ın 756 yılında Endülüs Emevi Devleti’ni kurmasına kadar burada yirmi bir vali görev yaptı.2 Bu dönemde Müslüman fatihler Endülüs’ü üs olarak kullanıp Avrupa’nın fethini gerçekleştirmek için büyük mücadele verdiler. Bunun sonucunda Müslümanlar Fransa’nın güneyine hâkim olarak Paris’e yaklaştılar. Fakat Müslümanlar arasında kendini gösteren kabile çatışmaları sebebiyle bu ilerleyiş 732’de sona erdi.

 

2. 1. Emirlik Dönemi

Abbasi Devleti kurulduğunda Emevi hanedanından olan kimseler takip edilerek katledildi. Bu katliamdan az sayıda kişi kurtulabildi. Bunlardan biri olan Abdurrahman bin Muaviye, 755’te Endülüs’e geçti. Onun Endülüs’e geçişi insanları sevindirdi. Önceden olduğu gibi Endülüs’te bulunan mevali, Emevilere olan bağlılığını devam ettiriyordu. Halk, Kayslıların yönetiminden rahatsız olduğu için Abdurrahman’a destek verdi. O, Yemenliler ve Berberîlerin de desteğini arkasına alarak son vali olan Kayslı Yusuf el-Fihri ile pek çok yerde savaştı. Onu yenerek Kurtuba’ya kadar çoğu yerin hâkimiyetini ele geçirdi. Emirlik ilanı için ortamı uygun bulan Abdurrahman, 756 yılında Kurtuba’da halkın onayını alarak emirliğini ilan etti. Endülüs’te 756’dan 1031 yılına kadar süren, yeni bir Emevi Hanedanlığı kurulmuş oldu.

I. Abdurrahman birtakım sorunlarla karşılaştı. Bunların başında iç karışıklıklar geliyordu. O, aldığı tedbirlerle iç karışıklığı önledi. Kabilecilik, ordu içinde büyük rahatsızlıklara sebep olduğu için kabilelerden asker almadı. Orduyu Kuzey Afrika’dan getirdiği paralı askerlerle savaş esirlerinden oluşturdu. Bir kısım muhalif insanı da çeşitli makamlara getirerek kendi yanına çekti. Böylece I. Abdurrahman iç kargaşayı büyük oranda önledi. O, 778 yılında İspanya’nın kuzeydoğusuna girerek Saragossa’ya yaklaşan Franklarla da savaştı. Franklar, ülkelerinde iç karışıklık çıktığı için çekilmek zorunda kaldılar.

I. Abdurrahman öldüğünde (788) oğlu I. Hişam’a, gücü Abbasiler ve Bizans tarafından da kabul edilen, Suriye -Emevi geleneklerinin hakim olduğu bir devlet bıraktı. Dindar kişiliğiyle Ömer bin Abdülaziz’i hatırlatan I. Hişam (788- 796) tahta geçtiğinde ciddi bir muhalefetle karşılaşmadı. O, âlimlere değer verdi ve Maliki mezhebini Endülüs’ün resmî mezhebi ilan etti. İslam’ın yayılmasını önemsedi. Onun Dönemi’nde yerli halktan pek çok kimse Müslüman oldu. I. Hişam, İspanya’nın kuzeyinde bulunan Hristiyan krallıklara karşı zaman zaman savaştı.

Hişam’dan sonra emirlik, oğlu I. Hakem’e geçti (796- 822). I. Hakem Dönemi’nde tekrar iç karışıklık başladı. Arap ve Berberîlerin yanında muvelledun ( İspanyol asıllı Müslümanlar ) da Hakem’e karşı ayaklandı. I. Hakem zor da olsa bu isyanları bastırdı. Hazinenin gelirlerini büyük oranda artırdı. Toplumda adaletin hâkim olması için büyük gayret gösterdi.

I. Hakem’in oğlu II. Abdurrahman, babasından problemleri azaltılmış bir yönetim devraldı. O, sahip olduğu tecrübeden de faydalanarak ortaya çıkan birkaç ayaklanmayı kolayca bastırdı. Onun döneminde uzun süre devam eden istikrar, pek çok alanda atılım yapılmasını sağladı.Yine onun zamanında tarım ve imalat sanayinde büyük gelişmeler oldu. Bu dönemde devletin gelirlerinde artışlar zirveye ulaştı. İslam ve Arapça insanlar arasında hızla yayıldı. II. Abdurrahman, İspanyol hükümdarların saldırılarına karşı da gereken karşılıkları vererek Endülüs topraklarını korudu. Tüm bunlardan dolayı onun dönemi “Eyyamü’l- Arus”(Düğün Günleri) olarak anılmıştır.

II. Abdurrahman’dan sonra Muhammed (852- 886), Munzir (886- 888) ve Abdullah’ın (888- 912) hükümdarlık yaptığı yaklaşık 60 sene süren yeni bir dönem başladı. Endülüs Devleti’ni meydana getiren farklı etnik unsur ve dinî gruplar, birbirleriyle çatışmaya başladılar. Diğer yandan Hristiyan hücumları ülkeyi parçalanmanın eşiğine getirdi. Munzir ve özellikle Abdullah döneminde ayaklanmalar şiddetlendi. Ülkenin birliği bozularak pek çok devletçik oluştu. Merkezî devlet, vergi toplayamaz hâle geldi. Ülkeyi
siyasi ve sosyal bakımdan bir belirsizliğe sürükleyen bu olaylardan dolayı bu döneme Endülüslüler “Büyük Fitne”(el- fitnetü’l- kübra) adını verdiler.

 

Endülüste bulunan toplumsal sınıflar şunlardır:
Araplar: Arap ülkelerinden Endülüs’e gelenler.
Berberîler: Kuzey Afrika’nın yerlilerinden olup Endülüs’e gelenler.
Muvelledun: İspanya’nın yerli halkından Müslüman olanlar.
Müstarepler: İspanya’nın yerli insanları. Bunlar Müslüman olmadıkları hâlde İslam kültürünün tesiri altında kaldılar.
Yahudiler: Müslümanlar Endülüs’ü fethettiğinde orada Yahudiler de bulunuyordu. Vizigotlar tarafından köle statüsüne sokulan bu gruba, Müslümanlar bütün haklarını iade etti.

 

2.2. Halifelik Dönemi

Emir Abdullah öldüğünde (912) oğullarından ve kardeşlerinden kimse yönetimi üstlenmeye yeltenmedi. Çünkü sorunlar içinden çıkılmaz bir hâl almıştı. Bu zor dönemde yönetimi, Abdullah’ın yirmi yaşlarında olan genç torunu III. Abdurrahman devraldı. Herkes ona destek verdi. Çünkü o, yaşı genç olmasına rağmen çok yönlü bir kişiliğe sahipti. Dedesi daha çocuk yaşta onu devlet işlerini yapmaya hazırlamıştı.

III. Abdurrahman (912- 961) göreve geldiğinde ilk önce merkezî idareyi yeniden tesis etme yoluna gitti. Sorunları şiddetle değil, konuşma yoluyla çözme metodunu uyguladı. İsyancı gruplara elçiler göndererek onları barışa davet etti. Onun bu yaklaşımı büyük yankı uyandırdı.

Ayaklanan kimselerin önderlerini aileleriyle beraber Kurtuba’da zorunlu ikâmete tabi tuttu. İsyancı grupları yeniden merkezî devlete bağladı ve bunların vergi vermelerini sağladı.

İçeride birlik ve sükûneti sağlayan III. Abdurrahman, Kuzey Afrika’da Fatımi Devleti’ni kurarak Şiiliği Endülüs topraklarında yaymaya çalışan kimselerle mücadele etti. Berberîler ile anlaşarak Kuzey Afrika’da ağırlığını hissettirdi. Güçlü bir donanma kurarak Kuzey Afrika’daki Septe ve Tanca’yı ele geçirdi. Böylece Kuzey Afrika’dan Endülüs’e ulaşan tek yol olan Cebel’ü-Tarık’ı kontrol altına aldı.

III. Abdurrahman, kuzeyde bulunan İspanya krallarıyla da savaştı. Sonuçta Leon ve Pamplona krallıkları vergi vererek onun himayesine girdiler. Ayrıca eğitime büyük değer verdi. Öte yandan Kurtuba’da pek çok eser yapılmasını sağladı.

III. Abdurrahman’ın ünü kısa zamanda ülke sınırlarını aştı. Nitekim Bizans ve Germen imparatorları, elçiler göndererek kendisiyle siyasi ilişkiler kurdular. Bütün Endülüslüler tarafından sevilen ve takdir edilen III. Abdurrahman, halkın isteği doğrultusunda kendine “Nâsırlidinillah”(Allah’ın dininin yardımcısı) sıfatını vererek halifeliğini ilan etti (929). Halk coşku içinde onun halifeliğini tanıdı. Böylece Endülüs Emevi Halifeliği Dönemi başlamış oldu.

III. Abdurrahman’ın ölümünden sonra (961) halifeliğe II. Hakem geçti. O, ilim sahibi ve tecrübeli biriydi. Babasından devraldığı iç huzur ve sükûnet ortamını devam ettirdi. Kuzeyde, İspanyol kralların karşısındaki üstünlük onun döneminde de sürdü. II. Hakem Dönemi’nde asıl gelişme, ilim ve sanat alanlarında oldu ve eğitim yaygınlaştırıldı.

2. 3. Yıkılışı

II. Hakem’in ölümüyle henüz on iki yaşındaki oğlu II. Hişam getirildi. II. Hişam’ın halifeliği sembolik olup devletin idaresi İbn Ebi Âmir’in elindeydi. Onun çocukluğundan faydalanan Hacip İbn Ebi Âmir, devlet yönetimini ele geçirdi. Kendinden sonra da iki oğlu, yönetimi ellerinde bulundurdukları için bu döneme Âmirîler Dönemi denilmiştir (976- 1008). Bu durum, devletin en üst makamında bir otorite boşluğu meydana getirdi. Bu boşluğun doldurulması için sivil ve askerî idareciler arasında rekabet ve mücadele başladı. İbn Ebi Âmir Dönemi’nde Endülüs’te kısmen bir istikrar ortamı doğdu. Çünkü İbn Ebi Âmir, isyan edenleri en ağır şekilde cezalandırıyordu. O, aynı zamanda İspanyol krallıklarına karşı da başarılı savaşlar yaptı. İbn Ebi Âmir’in oğlu Abdülmelik de babasının başlattığı idari yapıyı devam ettirdi. İspanyol Krallıklara karşı da başarılı mücadeleler verdi. Ancak çok genç yaşta öldü ve yerine üvey kardeşi Abdurrahman geçti (1008). Zayıf bir kişiliğe sahip olan Abdurrahman, zevk ve eğlence içinde bir hayat yaşıyordu. Bundan dolayı Endülüs halkı onu sevmedi. O, kendisinin, II. Hişam tarafından veliaht ilan edilmesini sağladı. Bu olay üzerine Emevi soyundan olan kimseler ayaklanarak II. Hişam’ı görevden alıp Muhammed bin Hişam’ı “el- Mehdi” sıfatıyla halife yaptılar. Abdurrahman öldürüldü. El- Mehdi de Abdurrahman gibi zayıf karakterli ve eğlenceye düşkün biriydi. İdari görevleri yandaşlarına dağıttı. Bu uygulamalar sonunda siyasi yapı tıkanma noktasına geldi. Zaman içinde Kurtuba halkı ile Âmirîler ailesini destekleyen Berberîler arasında sürtüşme başladı. Kargaşanın gittikçe büyümesi üzerine Kurtuba eşrafı 1031’de Ulu Cami’de toplanarak hilafetin sona erdirilmesi ve ismi bu yönetimle özdeşleşen Emevi sülalesinden kişilerin şehirden sürülmesi kararını verdi. Bundan sonra Kurtuba’nın nasıl idare edileceği şûrada belirlenecekti. Bu kararla birlikte Endülüs’te fiili bölünme gerçekleşti ve her grup bağımsızlığını ilan etti. 1031-1090 yılları arasında nerdeyse her şehir bağımsızlığını ilan ederek yirmi kadar devletçik (mülûkü’t-tavaif) oluştu.

 

3. EMEVİLER SONRASINDA ENDÜLÜS

Hilafetin yıkılmasından sonra Mülûkü’t-Tavaif (Küçük Devletçikler) Dönemi’nde, Kurtuba dışındaki şehirlerde yaşayan nüfuz sahibi pek çok aile bağımsızlığını ilan etti. Bu dönemin en büyük siyasi olayı, grupların topraklarını genişletmek için birbirleriyle kıyasıya savaşmalarıdır. Bu süreçte Müslümanlar gittikçe zayıflarken Hristiyan krallıklar güçlenerek “reconquista”yı (geri alma) gerçekleştirmek için fırsat kollamaya başladılar. Müslüman gruplar arasındaki çatışmaları fırsat bilen Hristiyan krallıklar, Müslümanların bazı şehirlerini ele geçirdi. 1085 yılında Müslümanların Kurtuba’dan sonra ikinci büyük şehirleri olan Tuleytula da işgal edildi. Bu olayla birlikte gruplar, Hristiyanların İspanya’nın tamamını ele geçirme peşinde olduklarını anladılar. Halk bu olaydan sonra derin bir ümitsizlik içine düştü. Yaklaşmakta olan tehlikeyi sezen bazı emirler, ulema ve halkın da teşvikiyle Murabıtlardan yardım almak zorunda kaldılar.

Murabıtların Hükümdarı Yusuf bin Taşfin komutasındaki ordu 1086’da İspanya’ya girerek pek çok yerde İspanyol Krallığı’na karşı savaştı ve kesin bir zafer elde etti. Hristiyanların Müslümanlara karşı saldırıları bir süre durdu. Yusuf bin Taşfin tekrar Mağrip’e döndü. Ancak Mülûkü’t-Tavaif liderleri yeniden birbirleriyle savaştığı için Yusuf bin Taşfin Endülüs’e geri döndü. Bu sefer grupları dağıtarak Endülüs’ü Murabıtlar Devleti’ne bağlı bir eyalet olarak yönetmeye başladı. Burayı yöneten valiyi Murabıtlar atıyordu. Murabıtlar, Endülüs’ü altmış yıl idare ettiler. Onlar yirmi beş yıl içeride istikrarı sağladılar ve Hristiyan saldırılarını engellediler. Fakat bir müddet sonra durum değişti. Vergilerin artması, Murabıtlı idarecilerin zevk ve eğlenceye dalması gibi sebeplerle iç çalkantılar meydana geldi. Bazı emirlerin ve fukahanın da Murabıtlara karşı koymaları Murabıtların gücünü iyice zayıflattı. Bunun yanında Kuzey Afrika’da meydana gelen bazı iç huzursuzluklar ve Murabıtların Endülüs’te Hristiyanlarla yaptıkları savaşlarda üst üste yenilmeleri onların sonunu hazırladı (1147).

Murabıtların yıkılmasından sonra Endülüs’ün siyasi birliği tekrar bozuldu. Fırsattan istifade eden İspanyol Krallıkları pek çok yeri ele geçirdiler. Bazı emirlerin yardım istemesi nedeniyle Kuzey Afrika’da Murabıtların yerine kurulan Muvahhitler, Endülüs’e geldiler (1147). Burada Hristiyanlara karşı savaşan Muvahhitler, Hristiyanların saldırılarını önledikten sonra tekrar kendi ülkelerine döndüler. Bunun üzerine Portekizliler 1189’da Fransız, İngiliz ve Almanların da katıldığı bir Haçlı ordusuyla Şilp’i işgal ettiler. Muvahhitler, Hristiyanların ilerlemesini durdurmak için tekrar Endülüs’e dönüp bazı savaşlarda başarılar elde ettiler. Fakat 1212’de pek çok krallığın askerlerinden oluşan büyük bir Haçlı ordusu Muvahhitleri ağır bir yenilgiye uğrattı. Endülüslüler, Haçlılar karşısındaki yenilginin nedeni olarak Muvahhitleri gördü. Bir müddet sonra pek çok grup ayaklanarak bağımsızlığını ilan etti. Bu arada Kuzey Afrika’da da Muvahhitlere karşı ayaklanmalar meydana geldi.1228’de Muvahhitler yıkılma sürecine girdi. Bu süreçte Hristiyanlar birleşerek hâkimiyet alanlarını genişlettiler ve bütün İspanya’yı ele geçirme projelerini adım adım gerçekleştirdiler. 1228’den 1250’ye kadar Gırnata ve çevresindeki birkaç kent dışındaki toprakların tamamı Hristiyan yönetimine geçti.

Müslümanların elinde kalan Gırnata ve civarında bulunan birkaç küçük şehirde Gırnata Sultanlığı, diğer bir ifadeyle Nasriler Devleti kuruldu (1238- 1492). Nasriler uyguladıkları esnek ve dinamik dış politika sayesinde kurdukları devleti iki buçuk asır yaşatmayı başardılar. Hristiyan krallıkları karşılarına almamaya gayret gösterdiler. Gırnata Sultanlığı, takip ettiği siyaset ile 1462 yılına kadar nispeten istikrarlı bir dönem geçirdi. Fakat bu tarihten sonra iç ve dış şartlar Gırnata’nın aleyhine gelişti. İç karışıklıklar meydana geldi. Kastilya-Leon Krallığı “reconquista”nın tamamlanması için bu durumu çok iyi kullandı. Kuzey Afrika ile Gırnata arasındaki tek bağlantı yolu olan Cebelitarık zapt edildi. Gırnata Sultanlığı’nın hareket alanı gittikçe daraldı. Gırnata’nın elinde bulunan şehirler işgal edildi. Gırnata Sultanlığı 1487’de Osmanlı Padişahı II. Bayezit’ten yardım istedi. Fakat II. Bayezit, kardeşi Cem ve Memlüklular ile mücadele etme mecburiyeti gibi sebeplerle yardım gönderemedi. 1489’da Gırnata’nın etrafındaki bütün şehirler alındı ve sıra Gırnata’ya geldi. Müslümanlar çok iyi savaşmalarına rağmen erzak yokluğu ve diğer imkânsızlıklar sonucu teslim olmak zorunda kaldı (1492).

 

4. ENDÜLÜS’TE MÜSLÜMAN VARLIĞINA SON VERİLMESİ

Kastilya Kralı Fernando (Ferdinand d’Aragon) ve eşi Kraliçe İzabella (İsabelle de Castille), Gırnata’yı teslim alırken yaptıkları anlaşmaya beş yıl uydular. Bu arada İspanyollar bütün İspanya’yı Hristiyanlaştırmayı düşünüyorlardı. Bu nedenle anlaşma maddelerini çiğnemeye başladılar. 1497 yılına girildiğinde Müslümanları Hristiyanlaştırma hareketi başladı. İlk önce Müslümanların medeni haklarında kısıtlamalar yaparak şehir idare meclisinde çalışanların işlerine son verdiler. Şehir merkezinde bulunan Müslümanlar kenar mahalle ve köylere, hatta ülke dışına göçe zorlandı. Onlar topraklarını satmaya mecbur edildi. Fakat toprak almaları yasaklandı. Bu yüzden bazı Müslümanlar topraklarını satarak Kuzey Afrika’ya göç etmeye başladılar.

1497 yılından itibaren Müslümanlar önce ikna yoluyla Hristiyanlaştırılmaya çalışıldı. Müslümanlara gönderilen din adamları, Hristiyanlığın propagandasını yaparak bu dine girilmesini teşvik ettiler. Bu yolla bir sonuca ulaşamadılar ve 1498 yılından sonra zorla Hristiyanlaştırma faaliyetine başladılar. Halkın İslam’la bağlarını koparmak için Arapça yazılmış dinî eserler toplatılıp yakıldı ve Arapça konuşmak yasaklandı. Bu uygulamalar Gırnatalı Müslümanları ayaklandırdı. 1499-1500 ve 1501’de yapılan ayaklanmalar çok sert biçimde bastırıldı. Sağ kalanlar topluca Hristiyanlığı kabul ederek canlarını kurtarabildiler. 1502’de çıkarılan bir kanunla Müslüman çiftçilerin ya Hristiyan olmaları ya da ülkeyi terk etmeleri istendi. Bu süreçte pek çok Müslüman takiyye yaparak inancını gizledi.

İspanya Krallığı 1526’da çıkardığı diğer bir kanunla bütün Müslümanların Hristiyanlığı kabul ettiklerini açıkladı. Çıkarılan kanun, bütün mescitlerin kapatılmasını gerektiriyordu. Müslüman kadınların İslami kıyafetleri bırakarak Hristiyan kadınlar gibi giyinmeleri emredildi. Aynı yıl engizisyon mahkemeleri kuruldu. 1556-1557 yıllarında çıkarılan bir ferman gereğince on bir yaşının altındaki çocuklar kiliselere teslim edilecekti. Bunların dışında daha pek çok hüküm, İslam inanç ve kültürünü tamamen ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Bu çok ağır kararlar karşısında Müslümanlar 1568-1570 yılları arasında ayaklandılar. Ancak bu ayaklanmalar bastırıldı.

Engizisyon mahkemeleri, alınan kararların uygulanması için büyük gayret gösterdi. İslam’a ait ufak bir söz veya hareket en ağır şekilde cezalandırıldı. İspanya Krallığı 1609–1614 yıllarında tespit ettikleri bütün Müslümanları ülkenin dışına sürdü. Sürgüne gönderilen Müslüman sayısı beş yüz bin civarındaydı.

Müslümanlar, öncelikle Kuzey Afrika veya Fransa’ya gitmeyi tercih ettiler. Fransa’ya gidenlerin büyük bir bölümü, İtalya ve Venedik üzerinden Osmanlı topraklarına ulaştı. Bu insanların büyük bir bölümü yolculuk esnasında karşılaştıkları hastalık, açlık ve baskına uğrama gibi nedenlerle hayatlarını kaybetmişlerdir.

İspanyollar önce Morisko’yu, Endülüs şehirlerinin geri alınmasıyla Hristiyan hâkimiyeti altında kalan Müslümanlar için kullandıkları Mudejar (Müdeccen) adıyla eş anlamlı tutarak, XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de zorla Hristiyanlaştırılan eski Müslümanlara bu ismi vermişlerdir.

1491 yılında yapılan hoşgörü anlaşmasının şartları çabuk unutuldu. Önceleri barışçı yollar denenerek Müslümanların yavaş yavaş Katolik olmaları beklendi. 1492’da geçişleri hızlandırmak isteği belirince, Müslümanlar verilen sözlerin tutulmadığı duygusuna kapıldılar. Bu da krallara 1491 anlaşmasını yok saymak için bahane oldu. 1499’da Kardinal Ximenez de Cisneres’in Gırnata’yı ziyareti ve oradaki yargıçlarla münazarası sonucunda, yeni siyasi yol çizildi. Bunu özellikle İslamî kitapların yakılması ve Hristiyanlaştırma faaliyetleri takip etti. Bu ise ertesi sene başlayıp bir yıl sürecek olan isyanla sonuçlandı. Ceza olarak Gırnata Müslümanlarına 1502’de vaftiz veya sürgün tercihleri sunuldu. Pek çoğu temel inançlarından taviz vermeksizin vaftizi seçtiler. 1502’de, yayınlanan bir fermanla bütün Müslümanlar din değiştirmeye zorlandı. Bayramların kutlanması, geleneksel giysiler giyilmesi, Arapça konuşulması, Arapça kitap bulundurulması, çocukların sünnet ettirilmesi, kadınların tesettüre uygun giyinmesi yasaklandı ve vergiler artırıldı.

Bu kurallara uyulup uyulmadığının kontrol etmek için ve cezayı müeyyideleri uygulamak için Gırnata, Belensiye ve Moriskoların çoğunlukta olduğu yerlerde engizisyon mahkemeleri kuruldu. Bir Morisko’nun Ramazan’da kendisine verilen yemeği yememesi, cuma günü temizlik yapması, çocuklarına Müslüman ismi vermesi, Arapça konuşması, ağzından “Allah”, “Muhammed” lafızlarından birinin çıkması ve yatak odasında haç bulundurmaması gibi sebepler engizisyon mahkemesine sevki için yeterliydi. Mahkemelerde kendilerine yüklenilen suçu itiraf eden sanıklar para cezası, mal müsaderesi, kürek mahkûmluğu veya yakılarak öldürülme gibi cezalara çarptırılmaktaydı. Bu mahkemelerde, 1481-1517 yılları arasında ülke genelinde 13.000 kişinin diri diri yakılma cezasına mahkûm edilmiştir.

1568 yılında Gırnata’da Moriskolar Muhammed b.Ümeyye’nin önderliğinde ayaklandılar. Osmanlılardan da İspanya üzerine bir deniz seferi düzenlenmesini talep ettiler. Fakat II. Selim o sırada Kıbrıs’ın fethiyle meşgul olduğundan beklenen yardımı yapamadı. II. Felipe’nin emriyle 4 Nisan 1609’da sürgün edilmeleri benimsendi. 1614 yılına kadar devam eden sürgün sırasında İspanya’dan çıkarılan Moriskoların sayısı 300.000’i aşmıştır. Bunların büyük çoğunluğu Fas, Cezayir ve Tunus’a, az bir kısmı Selanik, Belgrat, İzmir, İstanbul, Adana, Şam ve Trablusgarp gibi Osmanlı şehirlerine gitti; bu arada Fransa, İngiltere ve İtalya’ya göç eden küçük topluluklar da oldu.

 

5. OSMANLI-ENDÜLÜS-İSPANYA İLİŞKİLERİ

İstanbul’un Müslüman Türkler tarafından fethi, Benî Ahmer Emirliği’nde büyük bir sevinçle karşılandı. Zira bu olay son İslam devleti açısından, Hristiyan krallıklara karşı yardım talep edebilecekleri bir güç demekti. II. Bayazit, kardeşi Cem ve Memlüklerle meşgul olduğu için (1487) de kendisinden istenilen yardımı yapamadı.

Gırnata’nın düşmesinden on yıl sonra, (1502)’de bu defa şehirde kalmış olan Müslümanlar II. Bayazit’e elçi gönderdiler. Bunun üzerine II. Bayazit, meşhur denizci Kemal Reis kumandasında bir donanmayı Akdeniz’e gönderdi. Kemal Reis, bir grup Endülüslü Müslüman’ı kurtararak Kuzey Afrika’ya ve İstanbul’a taşınmalarını sağladı.

Şarlken (V. Carl) zamanında (1516-1556), İspanyollardan büyük zulüm gören Endülüs Müslümanları, Cezayir emiri olan Hızır Reis’ten (Barbaros) yardım istediler. Hızır Reis de 1530 yılında İspanya sahillerine yedi defa gönderdiği otuz altı parçalık donanmasıyla 70.000 Müslüman’ı kurtardı. Yine Kanuni döneminde Turgut, Piyale ve Salih reisler de Osmanlı donanmasıyla, İspanya kıyılarına sayısız seferler düzenleyerek çok sayıda Endülüslü Müslüman’ı, Kuzey Afrika’ya taşıdılar. Türk denizcilerinin bu faaliyetleriyle Osmanlı-Endülüs münasebetlerinin iyice güçlenmekte olduğunu gören İspanyollar, Endülüs Müslümanlarının Osmanlılarla ilgilerini kesebilmek için asimilasyon faaliyetlerine hız verdiler. Dışarıyla ilişki kurduğu tespit edilen kişiler engizisyon mahkemelerinde ağır şekilde cezalandırıldılar. Bu hareketler neticesinde Endülüslüler, 1568’de İspanya’nın güney kıyılarının tamamını etkileyen büyük bir ayaklanma gerçekleştirdiler. Bu sırada Osmanlı padişahı olan II. Selim’e de üst üste mektuplar gönderildi. II. Selim de, Cezayir Beylerbeyi Kılıç Ali Paşa’ya emir verdi. Alınan emir sonucunda Kılıç Ali Paşa’nın gönderdiği donanma, Meriye önlerinde çıkan bir fırtına neticesinde dağıldı. Ertesi yıl bir komutanla bol miktarda silah ve asker gönderildi. Fakat Endülüs’e varan komutanın, mal toplamaya yönelmesi ve isyan eden Müslümanların lideri Muhammed b. Ümeyye’yi öldürtmesi, ayaklanmayı zayıflattı. Bu durumdan haberdar olan II. Selim, Endülüslülere bir defa daha yardım taahhüdünde bulunduysa da (1570) ertesi yıl, Osmanlı donanmasının Lepanto’da yakılması, vaat edilen yardımın gerçekleşmesini imkânsız hale getirdi. Bunun da etkisiyle üç yıldır devam eden ayaklanma son buldu.

İspanyollar, 1609-1614 yılları arasında ülkede bulunan Müslümanların tamamını Endülüs’ten uzaklaştırdılar. O sırada Osmanlı tahtında bulunan I. Ahmet hem Avusturya hem de İran seferleriyle uğraşması ve donanmanın da güçlü olmaması sebepleriyle Endülüs Müslümanlarına yardım edemedi. Bununla beraber Sultan; Fas, İngiltere, Fransa ve Venedik gibi devletlere elçiler göndererek Osmanlı Devleti’ne sığınmak isteyen Endülüs Müslümanlarına yardımcı olunmasını istedi ve bu sayede birçok Endülüslü Kuzey Afrika’daki Osmanlı topraklarına ve İstanbul’a ulaşabildi.

 

6. HRİSTİYANLARIN ELİNDE ENDÜLÜSLÜLER

Endülüs’te Emevî idaresi, son yirmi yılı içerisinde ortaya çıkan iç karışıklıkların bir türlü durdurulamaması yüzünden 1031 yılında çökmüş ve yerine irili ufaklı yirmiden fazla beylik ortaya çıkmıştır. Mülûkü’t-Tavâif adıyla anılan bu devir, Endülüslüler için yok oluşun başlangıcı olmuştur. Bu dönemde, İberya Yarımadası’nın en stratejik şehri olan Tuleytula (Toledo), 1085 yılında Hristiyan İspanyalıların eline geçince, Tuleytula’da kalan Müslüman ahali de Hristiyan hâkimiyeti altında müdeccen (mudejar) konumuna düştü. Hristiyan İspanyalılar, Tuleytula’nın işgali esnasında şehir halkıyla can, mal, din ve ibadet özgürlüğü maddelerini kapsayan bir anlaşma yapmışlardı. Endülüs halkıyla yapılan bu anlaşmalar Müslüman devletlerin zimmi halk ile yaptığı anlaşmalardan mülhemdir. Bunun örneklerinden birisi, 1094 yılında Belensiye’nin (Valencia) işgalinden sonra yaşanmıştır. Yapılan teslim anlaşmasına aykırı olarak şehrin kadısı İbn Cehhâf, diri diri yakılmış, Müslümanların malları müsadere edilmiş, bir kısım Müslüman erkek hadım edilerek Hristiyan idarecilere hizmetçi yapılmış ve zorla Hristiyanlaştırılmışlardır. Merkezdeki Ulu Cami de kiliseye çevrilmiştir.

1248 yılında İşbiliye (Sevilla) şehri, Hristiyanların eline geçtiğinde, şehirde bulunan bütün Müslümanlar sürgün edilmiştir. Sonra Kastilya Kralı III. Fernando, ilk iş olarak merkezdeki Ulu Cami’yi kiliseye çevirtmiş, sonra da Müslümanların geride bıraktığı mülklerini askerleri arasında paylaştırmıştır. Hristiyanlar, 1487 yılında bu kez Malaga şehrini işgal ettiklerinde ise şehirde bulunan on beş bine yakın Müslüman halkın tamamını esir etmişlerdir. Bunlardan yüz adedi Papa’ya, altmış genç kız Portekiz ve İtalya krallarına hediye olarak gönderilmiş, geri kalanlarsa Hristiyan ailelere, kiliselere, askerlere ve kraliyet memurlarına köle olarak dağıtılmışlardır.

Müslümanlarla İspanyollar arasında bir anlaşma imzalanmıştır. Ancak bu anlaşma kuralları üç yıl kadar geçerliliğini sürdürmüştür. Sonra ise Müslümanlar bu antlaşma kurallarının uygulanması konusunda şüpheye düşmeye başladılar ve yeni güvenceler istediler. Bunun üzerine kral ve kraliçe, geniş bir açıklama yapma gereği duydular.

İspanya Krallığı’nın, Hristiyan liderlerinden Tuleytula (Toledo) rahiplerinin reisi Kardinal Gonzalez, Mendoza gibileri, kral ve kraliçeyi kışkırtarak onları Müslümanlar konusunda takip ettikleri politikalarını değiştirmeye zorladılar.

 

7. ENDÜLÜS İSLAM DEVLETİ’NİN ÖNEMİ VE BATI MEDENİYETİNE ETKİSİ

Endülüs Emevileri de ilim ve kültür alanında büyük bir aşama kaydetmişti. Hem dinî ilimlerde hem de diğer ilimlerde ileri seviyedeydiler. Endülüs’te eğitime büyük önem verildiğinden okuma yazma bilmeyen çok azdı. Eğitim cami, medrese ve küttaplarda yapılıyordu. İlmin her dalında yetkin kişiler yetişmişti. Tefsirde Muhammed el-Kurtubi (öl.1273), hadiste İbn Abdi’l-Berr (öl. 1070), fıkıhta İbn Hazm’e (öl. 1064), tasavvufta Muhyittin İbn Arabi (öl.1240) gibi âlimler önde gelen isimlerdendir.

Endülüs’te felsefe ve mantık alanlarında da önemli çalışmalar yapılmıştır. Muhammed bin Meserre (öl. 931) ile başlayan felsefe geleneği İbn Bacce (öl.1138), İbn Tufeyl (öl.1185) ve İbn Rüşt (öl. 1198) gibi filozoflarca devam ettirilmiştir. Grek felsefe ve mantığının tamamı Endülüslü filozoflarca Arapça’ya çevrilmiştir. İbn Rüşt’ün öğrencisi Yahudi İbn Meymun da felsefe alanında yetkin isimlerdendi.

Endülüs’ün ilimdeki bu parlak döneminde Batı dünyası büyük bir karanlığın içinde bulunuyordu. Avrupa’daki Rönesans ve Reform hareketlerinin ortaya çıkmasında, Endülüs’te bulunan ilmî birikimin büyük payı vardır. Batılılar İlk defa Aristoteles ve Platon gibi filozofları Müslüman bilginlerden öğrenmişlerdir.

Endülüslüler kitaba büyük değer verirdi. III. Abdurrahman Dönemi’nde dünyanın en zengin kütüphaneleri Endülüs’te bulunuyordu. Onun inşa ettirdiği Kurtuba Kütüphanesi’nde dört yüz bin kitap olduğu kaynaklarda geçmektedir. Endülüs’te bunun dışında da birçok büyük kütüphane bulunmaktaydı. Bu kütüphaneler engizisyon mahkemelerinin kurulduğu dönemlerde Hristiyanlar tarafından yakılmıştır.

Endülüs’te Müslümanlar mimari alanında da önemli eserler inşa ettiler. Medreseler, saraylar ve büyük camiler o dönemin mimari anlayışını göstermektedir. III. Abdurrahman’ın başkentte yaptırdığı Kurtuba Medresesi, o dönemin en önemli eğitim kurumuydu. Burada Avrupa, Afrika ve Asya’dan gelen Müslüman ve Hristiyan öğrenciler öğrenim görmekteydiler. O dönemin bazı meşhur eserleri, Kurtuba Ulu Cami, Medinetü’z-Zehra Camii, Caferiye (Saragossa) ve el-Hamra Sarayı’dır.

 

DHBT Sınavı
22.09.2024
0
Gün
0
Saat
0
Dakika
0
Saniye