Hz. Peygamber Allah’tan vahiy alan bir elçidir. Hicret sonrası Medine’de kurduğu devletin de başkanıydı. Devlet idaresindeki en temel ölçü Kur’an’ın ilkeleriydi. Kur’an-ı Kerim’de devlet idaresinde şûra prensibi emredilmektedir. Hak ve adalet ilkelerinin haklının lehine, insanların meşru ihtiyaçları noktasında gerçekleştirilmesi istenilmektedir.
Hz. Peygamber’in idare anlayışında bu ilkeler esas alınmıştır. Hz. Peygamber vefatından önce Müslümanların başına geçecek olan devlet başkanını atamamıştı. Vefat ettiği ve henüz defin işleminin gerçekleşmediği ilk gün, Müslümanlar ensar veya muhacirinden kimin devlet başkanı olabileceğini tartışarak karara bağladılar. Ben-i Saide gölgeliğinde ensarın bir araya gelmesi ve muhacirlerden Hz. Ebubekir, Ömer ve Ebu Ubeydullah b. Cerrah’ın da sonradan katılması ile yapılan görüşmelerin sonucunda Hz. Ebubekir devlet başkanı (halife) olarak seçildi. Burada şûra usulü uygulanmış ve halkın biati ile seçilen halife meşru hale getirilmiştir.
Hz. Peygamber’den sonra devlet idaresi; “raşit halifeler” denilen Hz. Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali’nin halifelik yönetimi ile devam etmiştir. Her bir halifenin göreve gelmesi, İslam’ın koyduğu ölçüler içinde gerçekleşmiştir. Şura ve biat, seçim sisteminin temel ilkeleri olmuştur.
Hulefa-yi Raşidin Dönemi’nde devlet idaresi, Hz. Peygamber’in yönetim anlayışı üzere devam etmiştir. Bu döneme reşid halifeler dönemi adı verilmiştir. Yönetimde adalet esas alınmış ve insanların mutlu olması için azami özen gösterilmiştir.
Dört Halife Dönemi’nden sonra devlet yönetiminde yeni tarzlar geliştirilmiştir. Hz. Osman’ın şehadetiyle başlayan ve Hz. Ali’nin halife seçilmesiyle devam eden süreçteki gelişmeler, daha sonra yeni bir idare şeklinin düşünce olarak ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Şam bölgesinin valisi ve Hz. Osman’ın amcazadesi olan Hz. Muaviye; Hz. Osman’ın velisi olduğunu iddia ederek Hz. Ali yönetimini tanımamıştır. Hz. Ali’nin beş yıllık hilafeti süresinde muhalefet etmiştir. Hz. Ali’nin şehadeti sonrası oğlu Hz. Hasan halife seçildi. Ancak Hz. Hasan, Muaviye’nin muhalefetine dayanamayarak, yapılan anlaşma ile halifelikten onun lehine çekildi. Hatta bu yıl İslam tarihinde “âmu’lcemaa” (birlik yılı) olarak bilinmektedir. Bundan sonra ortaya çıkan yeni yönetim, bir aile ismi ile anılmaya başlanacaktır. Mekke’nin Umeyyeoğulları, İslam Devleti’nin idaresini ele geçireceklerdir. Muaviye b. Ebi Sufyan’ın halife olması ile devletin adı Emevi Devleti olmuştur. Hz. Muaviye, Hz. Hasan’dan halifeliği alırken yapılan anlaşma gereği kendisinden sonra halife seçimi şura ile tespit edilecekti. Ancak Hz. Muaviye vefat etmeden önce, kendi yerine oğlu Yezid’i veliaht tayin ederek şura sistemini terk etti ve saltanat sistemini getirdi. Bundan sonraki İslam devletleri saltanat sistemiyle idare edilmiş olacaktır.
Hz. Peygamber’in vefatıyla Müslümanlar için yeni bir dönem başlamıştı. Hz. Ebu Bekir Peygamberin defin hazırlıklarının yapıldığı hassas bir dönemde halife seçildi. Göreve başlar başlamaz Üsame ordusunun gönderilmesi, Ridde Olayları ve yalancı peygamberler gibi birçok problemle karşılaştı. Bu problemleri ileri görüşlülüğü, istişareye önem vermesi ve cesareti sayesinde Müslümanların birliğini koruyarak çözmeyi başardı.
Zeyd bin Harise ve arkadaşları Şam dolaylarında bulunan Mute’de şehit edilmişti. Hz. Peygamber, vefatından hemen önce bu bölgeye gönderilmek üzere Üsame’nin komutasında bir ordu hazırlatmıştı. Vefatı sonrası bu ordunun gönderilip gönderilmemesi tartışma konusu oldu. Hz. Ebu Bekir, Peygamber’in görevlendirdiği bir orduyu alıkoyamayacağını ifade ederek sefer emri verdi.
İki buçuk ay kadar süren bu seferde ordu, Suriye bölgesinde, bugünkü Akabe Körfezi’nin doğu kesimlerine kadar ilerledi. Bu bölgelerdeki Müslümanları, isyan ve irtidat edenlere karşı koyma hususunda cesaretlendirdi. İrtidat eden ve asi olan bazı kabileleri de tekrar hâkimiyet altına alarak Medine’ye döndü.
Başlangıcı Hz. Peygamber dönemine kadar uzanan ve dinden dönme (ridde) diye isimlendirilen hareketlerin temel sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:
a) Bazı kabilelerin Kureyş’i kendilerine rakip olarak görmeleri,
b) Bedevilerden bazı kabilelerin kanun ve düzen tanımayıp kendilerine hükmedenlere karşı isyankâr
davranmaları,
c) İslam dininin inanç ve ibadet esaslarının yeni Müslüman olmuş kabileler tarafından tam olarak anlaşılıp
benimsenememesi,
d) Bazı emir ve yasakların Hz. Peygamber’in vefatıyla birlikte geçerliliğini yitirdiğini iddia etmeleri.
Bu sebeplerden dolayı bu topluluklardan bir kısmı, Hz. Peygamber’in hastalığı ve vefatını işitir işitmez dinden uzaklaştılar. İslam’ın emirlerini terk ederek peygamberlik iddiasında bulunan birtakım kimselere uydular. Sonra da isyan edip Medine ile ilişkilerini kestiler.
Bu hareketler yaygınlık kazanmaya başlayınca dinden dönenler ve peygamberlik iddiasında bulunanlarla mücadele yöntemleri istişare edildi.
Müslümanların çoğunluğu mücadelenin gerekli olduğunu kabul ediyordu. Ancak özellikle zekât vermekten kaçınanlarla savaşmanın doğru olmayacağını düşünenler de vardı.
Hz. Ebu Bekir, Medine çevresindeki kabilelere haber göndererek dinden dönenlerle mücadele etmek üzere toplanmalarını emretti. Bu kabileler de hemen halifenin ordusuna katıldılar. Hz. Ebu Bekir’in ordu komutanlığına tayin ettiği Halit bin Velid, önce peygamberlik iddiasında bulunan Tuleyha bin Huveylit’in üzerine yürüdü. O, Hz. Peygamber’in sağlığında peygamberlik iddiasında bulunarak isyana kalkışmıştı. Halit bin Velid ile Tuleyha arasında şiddetli çarpışmalar oldu. Bu mücadelede Müslümanlar galip geldi. Tuleyha tekrar İslam’a girdiğini açıkladı.
Halit bin Velid, daha sonra Malik bin Nüveyre ve kavmi üzerine yönelerek Malik’i öldürdü. Malik, Hz. Peygamber tarafından reisi bulunduğu Beni Hanzala kabilesine zekât memuru olarak gönderilmişti. Peygamber’in vefatından sonra zekâtları kavmine iade edip Secah’a tabi olmuştu.
Peygamberlik iddiasında bulunanlardan biri de Temim kabilesinden Secah isminde bir kâhine kadındı. Önce peygamberlik iddia etmeye başladı. Sonra bu iddiasından vazgeçip Müseyleme’nin yanına gitti.
Yalancı peygamberlerden bir diğeri de Müseylemetü’l-Kezzab’dır. O, Hz. Peygamber zamanında Müslüman olmuştu. Yurduna dönünce İslam’dan çıkmış, peygamber olduğunu iddia etmeye başlamış ve Hz. Peygamber’in, tekrar İslam’a dönmesi hususundaki davetini reddetmişti. Hz. Peygamber’in vefatından sonra da bu tutumunu sürdürmesi üzerine Halit bin Velid, Hz. Ebu Bekir’in emriyle Müseylemetü’l-Kezzab üzerine bir sefer düzenledi. İki ordu arasında çok şiddetli bir çarpışma oldu. Ordusu mağlup olan Müseyleme bu savaşta öldürüldü. Aynı orduda bulunan Secah da yakalandı ve bir müddet sonra Müslüman oldu.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra Yemen’de çıkan isyan, Hz. Ebu Bekir tarafından bastırıldı. Bu arada Hadramevt, Mehre, Umman ve Bahreyn’deki isyanlar da başarılı bir şekilde önlendi.
Hz. Ebu Bekir, dinden dönme hareketlerini bastırdıktan sonra Irak ve Suriye bölgelerindeki fetihlere başladı. Halife, halkının çoğunluğu Arap olan İran egemenliğindeki Irak ile Bizans hâkimiyeti altındaki Suriye’ye İslam’ın mesajını ulaştırmak istiyordu. Bu amaçla ilk fetih ordularını bu bölgelere sevk etti.
Halife, Halit bin Velid’i lrak cephesi komutanlığına tayin etti. O, önce Yemame’ye sonra da Irak’a hareket etti. Bölgede bulunan çok sayıda yerleşim merkezini fethetti. Sonra Kûfe’nin güneyinde bulunan ve halkının çoğu Hristiyanlardan oluşan Hire’ye ulaştı. Buranın halkı ile cizye vermeleri şartıyla anlaşma yaptı (633).
Halit bin Velid, Fırat’ın doğusuna geçerek aynı yönde kuzeye doğru ilerledi ve kısa süre içinde, Basra Körfezi’nden Fırat Nehri’ne kadar uzanan topraklar Müslümanların hakimiyetine girdi. Hz. Ebu Bekir, Halit bin Velid’i Irak’ın fethiyle görevlendirdikten sonra (633), Suriye’ye de bir ordu göndermeye karar verdi. Üçer bin kişilik dört ayrı ordu hazırlayarak Suriye bölgesine gönderdi. Daha sonra Medine’den katılan birliklerle bu orduları destekledi.
Amr bin As, Filistin’e varınca Hz. Ebu Bekir’e bir mektup yazarak ondan yardım istedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir, Halit bin Velid’e Suriye tarafına gitmesini emretti. Suriye’de diğer komutanlarla birleşen Halit, komutayı ele aldı. Aynı yıl içinde Busra şehrini teslim aldı.
Müslümanların bu ilerleyişini endişeyle takip eden Bizans İmparatoru Herakliyus büyük bir ordu hazırladı. Müslümanlar ile Bizans ordusu arasında Ecnadeyn’de meydana gelen savaşı Müslümanlar kazandı (634). İslam ordusunun bu zaferiyle Filistin kapıları Müslümanlara açılmış oldu.
Kur’an-ı Kerim’in cem (bir araya getirme) Hz. Ebu Bekir Dönemi’nin en önemli faaliyetlerinden biridir. Vahyin başlangıcından bitimine kadar Kur’an ayetleri deri parçaları, hurma dalları, düz kemik ve taşlar gibi yazı malzemeleri üzerine yazılıyordu. Bunun yanında Kur’an-ı Kerim Hz. Ebu Bekir’in de aralarında bulunduğu birçok sahabe tarafından da ezberleniyordu. Hz. Peygamber’in zamanında vahyin devam etmesi sebebiyle Kur’an cem edilmemiş ve yazılı malzemeler belli bir sistem dahilinde bir araya getirilmemişti.
Hz. Muhammed’in vefatından sonra Hz. Ebu Bekir’in halifeliği döneminde ortaya çıkan savaşlarda Kur’an-ı Kerim’i ezbere bilen çok sayıda sahabe şehit olmuştur. Bunun üzerine Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir’e Kur’an-ı Kerim’in kitap hâline getirilmesi gerektiğini söylemiş, Hz. Ebu Bekir de bu düşünceyi benimseyerek Kur’anın cemi için Zeyd bin Sabit’in başkanlığında bir komisyon kurulmasını emretmiştir. Böylece Hz. Peygamberin arşivi, Vahiy kâtipleri, Sahabeler ve hafızların katkılarıyla Kur’an-ı Kerim tek bir nüsha olarak kitap hâline getirilmiştir. Mushaf adı verilen bu nüsha Hz. Ebu Bekir’e teslim edilmiştir.
Hz. Ebu Bekir’in teklif ve talebiyle halife seçilen Hz. Ömer, Irak bölgesindeki fetihlere devam etti. Halifenin yeni bir orduyla lrak’a gönderdiği Ebu Ubeyde, karşılaştığı Sasani birliklerini üst üste yenilgiye uğrattı. Ancak Ebu Ubeyde komutasındaki ordu Köprü Savaşı’nda yenildi (634). Daha sonra Utbe bin Gazvan komutasındaki bir ordu bugünkü Basra’yı fethetti. Sa’d bin Ebu Vakkas komutasındaki Müslüman orduları, Sasanilerle yapılan Kadisiye Savaşı’nı kazandı (636). Bu savaşta Sasanilerin ordu komutanı Rüstem öldürüldü. Daha sonra Sasani İmparatorluğu’nun başşehri Medain fethedildi. Kadisiye Savaşı’ndan bir yıl sonra meydana gelen Celula Savaşı sonucunda İranlılar, Rey (bugünkü Tahran) şehrine çekildi.
Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Müslümanlar, Bizans’ı Ürdün topraklarında bulunan Fihl’de bir kez daha bozguna uğrattı. Şam (Dımeşk) 635’te fethedildi. Böylece Roma İmparatorluğu’nun bu şehirdeki bin yıllık hâkimiyetine son verilmiş oldu.
Hz. Ebu Bekir devrinde Herakliyus’un ordusuyla müslümanlar Yermük’te karşı karşıya gelmişlerdi. Hz. Ömer’in halifeliğinin ilk günlerinde de devam eden bu savaşta Müslümanlar galip geldi.”
Amr bin As’ın Kudüs’ü 637 yılında fethetmesinden sonra Müslümanlar 639 yılında Mısır’a hareket etti, Babilyon Kalesi’ni kuşattı (639). Kuşatmanın uzaması üzerine Kıptilerin lideri Mukavkıs, Amr bin As ile Mısır halkı adına bir anlaşma yaptı. Daha sonra Amr bin As, İskenderiye’ye yöneldi. Dört ay süren kuşatmadan sonra burayı da fethetti (642). Böylece Mısır’ın fethi tamamlanmış oldu.
Hz. Ömer’in isteğiyle Amr bin As, bölgenin başşehrini İskenderiye’den Fustat’a nakletti. Abdullah bin Sa’d, İfrıkiye’yi (Tunus) fethederek Sübeytıla’yı ele geçirdi. Böylece Bizans’ın İfrikiye’deki hâkimiyeti de sona ermiş oldu.
Hz. Ömer, Kudüs halkıyla yaptığı anlaşmada
aşağıdaki hususlara yer vermiştir:
“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Bu sözleşme, müminlerin emiri ve Allah’ın
kulu Ömer tarafından, Eyle halkına verilen
bir emandır (güvence). Onların canları, malları,
kiliseleri, haçları, hastaları ve bütün fertleri
için verilen güvencedir. Onların kiliseleri
mesken yapılmayacak ve yıkılmayacaktır.
İçindeki kutsal eşyaya dokunulmayacaktır.
Kimse dinî inanışından dolayı zorlanmayacak,
kimseye asla zarar verilmeyecektir.
Buna karşılık Eyle halkı da diğer şehirlerin
halkı gibi cizye verecektir. Orada bulunan
Rumlar çıkarılacak, fakat gidecekleri yere
kadar onların güvenlikleri sağlanacaktır.
Çıkmak istemeyenler ise Eyle halkı gibi cizye
verecektir.”
Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük
İslam Tarihi, c.2, s. 93-94.
Yukarıdaki metinde Müslümanların yönetim
anlayışlarına dair hangi özellikler ön
plana çıkmaktadır? Yorumlayınız.
Arap Yarımadası’nın sınırlarını aşarak çeşitli ülkelere sefere çıkan, ardından buralara yerleşen Müslümanların siyasi, iktisadi ve sosyal hayatlarının yeni şartlara göre düzenlenmesi gerekiyordu. Gerek Müslümanlar gerekse gayrimüslimlerle alakalı olarak ortaya çıkan farklı problem ve ihtiyaçları gören Hz. Ömer, bunların halledilmesi için çeşitli düzenlemelerle yeni kurumlar oluşturdu.
“Beytülmal”, Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir dönemlerinde de vardı. Ancak, kurumsal bir yapıda değildi. Hz. Ömer, fetihler neticesinde ganimet ve cizye gibi gelirlerin artması sebebiyle beytülmalı yeniden şekillendirdi.
Yargı görevini, Hz. Peygamberin uygulamasına uygun olarak başkentte bizzat halifeler kendileri ifa ediyorlardı. Eyaletlerde ise bu görevi, tayin edilen kadılar yerine getiriyordu. Hz. Ömer, eyalet kadıları dışında savaşlarda askerler arasında çıkması muhtemel ihtilaflar için askerî kadılar atadı. Hapishaneler de Hz. Ömer devri’nde kurumsal bir yapıya kavuştu.
Ordugâh şehirleri, fethedilen toprakların korunması ve uzak bölgelere yeni seferlerin düzenlenebilmesi için bir ihtiyaç hâline gelmişti. Bunun için Hz. Ömer’in emriyle Basra, Kûfe ve Fustat gibi bölgelerde ordugâh şehirleri kuruldu.Sonuç olarak, İslâm Devlet Teşkilat, kurumsal bir yapıya, büyük ölçüde Hz. Ömer döneminde ulaşmış oldu.
İslam devletinin sınırlarını genişleten, adli ve idari alanlarda birçok yenilikler getiren Hz. Ömer, Mescid-i Nebî’de sabah namazı kıldırırken bir demirci ustası olan Mecusi Ebu Lü’lü’ü tarafından şehit edilmiştir.
Hz. Osman’ın on iki yıllık halifeliğinin ilk yarısında genellikle huzur, sükûnet, birlik ve beraberlik hâkimdi. Önceki halifeler döneminde başlamış olan fetihlere devam edildi. Müslümanlar, Suriye ve Mısır’ın fethiyle birlikte Akdeniz kıyılarına ulaşmışlardı. Hz. Osman Dönemi’nde bir donanma hazırlanarak denizlerde de fetihlere başlandı. 649 yılında Kıbrıs’a, 652’de Sicilya Adası’na ve 653-54 yıllarında ikinci defa Kıbrıs’a akınlar düzenlendi.
Bizans İmparatoru II. Kostantin, Kuzey Afrika’daki Müslüman hâkimiyetine son vermek üzere büyük bir donanma hazırlattı. Abdullah bin Sa’d komutasındaki İslam askerleri, Finike açıklarında Zatu’s-Savarı Savaşı’nda bu donanmayı tamamen yok etti. II. Kostantin ancak yaralı olarak kurtulabildi.
Hz. Osman zamanında İslam orduları, doğuda Türkistan’a kadar ilerledi. Kuzeyde Anadolu ve Dağıstan’a, batıda Atlas Okyanusu’na ulaştı. Ayrıca Afrika’nın kuzeyi de tamamen Müslümanların hâkimiyetine geçti. Ancak Hz. Osman’ın halifeliğinin ikinci yarısında, 650 yılından itibaren Müslümanlar arasında küçük çaplı sürtüşmeler baş gösterdi. Kûfe, Basra, Şam ve Mısır gibi önemli merkezlerde ve hatta başkent Medine’de iktidara karşı kişi ve gruplar ortaya çıkmaya başladı. O, valiliklere genellikle yakın akrabalarını ve Beni Ümeyye’ye yakınlığıyla bilinen kişileri tayin ediyordu. Bu uygulamalar sahabeler tarafından hoş karşılanmadı. Yine akrabalarına bağışlarda bulunması da eleştirilere sebep oldu.
Hz. Osman, uygulamalarını eleştiren sahabelere karşı bazen sert de davrandı. Hatta bazılarını sürgüne gönderdi. Bu sahabilerin önde gelenlerinden Ebu Zer, Suriye’de Muaviye’yi bir kısım harcama ve tasarrufları sebebiyle tenkit ediyordu. Onun bu görüşleri, özellikle fakir halk ile yönetim karşıtı kimseler arasında ilgi görüyordu. Bu durum iktidar ile zenginler aleyhine bir hareketin başlamasına neden oldu. Ebu Zer’le Şam Valisi Muaviye’nin arası açılınca Muaviye durumu Hz. Osman’a bildirdi. Sonunda Ebu Zer, Medine yakınlarında Rebeze’de zorunlu ikamete tabi tutuldu.
İslam’ın farklı bölgelere yayılması, Kur’an’ın çoğaltılmasını zorunlu hâle getirdi. Çoğaltılan Kur’an
nüshalarının vilayetlere gönderilmesi Müslümanların çoğunluğu tarafından olumlu karşılandı.
Hz. Osman, vilayetlerden Medine’ye gelen çeşitli grupları toplayarak kendisine yapılan suçlamalara
karşı şu cevapları vermiştir:
• Kur’an’ı ana nüshadan çoğaltıp geri kalanları yaktırması konusunda, Kur’an’ın Allah katından geldiği gerçeğini dikkate alarak hareket ettiğini beyan etti.
• Hz. Osman, Mekke’den Taif’e sürülen Hakem bin Ebu’l As’ın geri dönmesine kendisinin değil, Hz. Peygamber’in izin verdiğini söyledi.
• Vali tayin ettiği kimselerin bu işe ehil olduklarını belirten Hz. Osman, kendisini Hz. Peygamber’in Üsame’yi ordu komutanı tayin ettiği zaman ona yapılan itirazları hatırlatarak savundu.
Görünen ve dile getirilen bu gerekçeler yanında, Hz. Osman’a karşı isyanın oluşmasında başka sebepler de göze çarpmaktadır. Bu konuda, fetihlerin yavaşlaması, sahabe neslinin azalması ve merkezden uzaklaşmaları, sahabelere bakış açısının değişmesi, yeni fethedilen bölgelerde İslam’ın tam olarak sindirilememesi, asabiyet ve kabile taassubunun yeniden ön plana çıkması gibi hususlar zikredilebilir.
656 yılının nisan ayında Mısır, Kûfe ve Basralılardan oluşan muhalif gruplar, hac gerekçesiyle yola çıktılar. Bunlar halifenin görevden uzaklaştırılmasını istiyorlardı. Hz. Ali, Mısır’dan gelen asilerle konuştu. Bu görüşmelerden sonra görevden alınan Mısır valisinin yerine Hz. Ebu Bekir’in oğlu Muhammed vali tayin edildi.
Medine’den ayrılan isyancı gruplar, çok geçmeden kendilerinin öldürülmesini emreden bir mektup ele geçirdikleri gerekçesiyle geri döndüler. Mektup, halifenin mührünü taşıyordu. Fakat Hz. Osman, mektuptan haberi olmadığını söyledi. Sonunda mektubun, halifenin haberi olmadan, onun ağzından katibi Mervan tarafından yazıldığı iddiası ön plana çıktı. Bunun üzerine isyancılar halifeden Mervan’ı kendilerine teslim etmesini istediler. Talepleri kabul edilmeyince halifenin evini kuşattılar. Bir grup isyancı içeri girerek Hz. Osman’ı şehit etti.
Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra insanlar bir süre şaşkınlık geçirdiler. Anlaşılan başta halifenin kendisi olmak üzere hiç kimse hadisenin bu şekilde sonuçlanacağını düşünmemişti. İlk şaşkınlık atlatıldıktan sonra gerek Medineli Müslümanlar gerekse halifeye karşı isyan ederek onun ölümüne sebep olanlar, yeni halifenin seçilmesi gerektiğini düşünmeye başladılar. Bu görev için en kuvvetli aday şüphesiz Hz. Ali idi.
Hz. Ali’nin halifeliğini Ümeyyeoğulları ve özellikle de Muaviye, tanımayı reddettiler. Hz. Osman’ın katillerinin bulunması talepleri çoğalmıştı. Fakat ortada belirli bir katil olmayıp şehre hâkim olan bir isyancı topluluk vardı. Bu asilerle hemen başa çıkılamayacağını anlayan Hz. Ali, Hz. Osman’ın valilerinden bir bölümünü değiştirdi. Bunu öğrenen Talha bin Übeydullah ve Zübeyir bin Avvam, Basra ve Kûfe valiliklerini istediler. Fakat bu istekleri Hz. Ali tarafından kabul edilmedi.
Ümeyyeoğullarının bir kesimi Hz. Ali’nin halifeliğini tanımayan diğer muhaliflerle birleşerek 656 yılında Hz. Ali’ye karşı savaştılar ve mağlup oldular. Suriye’nin her türlü imkânına sahip olan Muaviye bu savaşa katılmadı. Ancak halife Hz. Ali’ye biat etmemeyi sürdürdüğü için 657 yılında Sıffin’de onunla karşı karşıya geldi.
Cemel olayı, Hz. Peygamberin iki yakını Hz. Ali ve Hz. Aişe’nin doğrudan lider olarak içinde yer aldığı önemli bir hadisedir. Bu olaya “Cemel” isminin verilmiş olması da Hz. Aişe’nin devesinin etrafında vuku bulmasındandır. İslam tarihinde bir deveye atfen isim alan bir olaydır. Hz. Aişe’nin bindiği devenin etrafında cereyan ettiği için bu savaşa, Cemel olayı denilmiştir. Hz. Aişe’nin bindiği devenin etrafında cereyan ettiği için bu savaşa, İslam Tarihinde Cemel olayı denilmiştir. Hz. Aişe, hac için gittiği Mekke’den Medine’ye dönerken Hz. Osman’ın şehit edildiğini öğrendi. Bunun üzerine Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr’le birlikte Mekke’ye geri döndü. Burada halka, Hz. Osman’ın suçsuz olarak öldürüldüğünü ifade eden bir konuşma yaptı. Yapılan müzakereler sonunda Basra’ya doğru yola çıktılar.
Bu durumu haber alan Hz. Ali, taraftarlarıyla Medine’den ayrıldı. Kuvvetlerini Kûfe dışında topladıktan sonra Basra’ya doğru hareket etti. Hz. Aişe, amaçlarının isyancıların bozduğu barış ve düzeni yeniden sağlamak ve Hz. Osman’ın katillerini cezalandırmak olduğunu halifeye bildirdi.
Halife, anlaşma sağlamak için karşı tarafa elçi gönderdi. Hz. Aişe, Talha ve Zübeyir’le görüşen elçi, Hz. Ali’nin halifeliği etrafında toplanmaları hâlinde Hz. Osman’ın katillerini cezalandırmanın daha kolay olacağına onları ikna etti. Hz. Ali de Talha ve Zübeyir’le görüştü. Bu görüşmeler olumlu sonuç vermesine rağmen iki ordu, ancak fitne çıkarıp Müslümanların birliğine zarar vermek isteyenlerin gayreti ile bir anda savaşmak üzere, Basra önlerinde Hureybe’de karşı karşıya geldi (36/656).
Savaş, Hz. Ali taraftarlarının galibiyetiyle sona erdi. Hz. Ali hem Aişe’ye ve hem de onun yanında savaşa katılanlara iyi davrandı. Basra’da yağmayı yasakladı
Cemel Savaşı’ndan sonra Hz. Ali, Irak’ta hâkimiyeti sağlayarak Kûfe’yi başşehir yaptı. O, daha Medine’de iken Suriye Valisi Muaviye’yi biate davet etmiş; ancak olumlu cevap alamamıştı. Cemel Savaşı’ndan sonra da bu davetini sürdürdü. Muaviye’nin olumlu cevap vermemesi sebebiyle onunla mücadeleye karar verdi. Bunu haber alan Muaviye de harekete geçti. İki tarafın askerleri Fırat’ın batı kıyısındaki Sıffin Ovası’nda toplandılar. Hz. Ali, Muaviye’ye yeniden elçi göndererek onu, Müslümanların birliğini bozmamaya ve halife olarak kendisine itaat etmeye çağırdı. Muaviye ise bu isteği kabul etmedi ve Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması ile ilgili talebini tekrarladı. Görüşmelerden bir sonuç elde edilemeyince her iki ordu savaş düzeni aldı.
Üç ay süren mücadelenin sonunda Muaviye’nin ordusu bozguna uğramak üzereydi. Bunun üzerine Muaviye, Amr bin As’ın tavsiyesi ile Mushaf sayfalarını mızrakların ucuna taktırarak taşıttı. Askerler, “Allah’ın kitabı sizinle aramızda hakemdir.” diye bağırdılar. Hz. Ali ve ordusunun büyük bir bölümü bu hareketin bir hile olduğunu anladı. Fakat ön saflarda çarpışan ve kurradan oluşan bir grup, Mushafın kaldırılmış olduğunu görünce savaşı bıraktı.
Hz. Ali onları itaate çağırdı. Onun sözüne aldırmayan ve sonradan ”Hariciler” olarak adlandırılacak olan bir grup, Hz. Ali’den Kur’an’ın hakemliğini kabul etmesini istediler. Aksi takdirde onu düşmanlarına teslim edeceklerini bildirdiler. Bunun üzerine Hz. Ali savaşı durdurmak zorunda kaldı.15 Böylece Sıffin Savaşı, Şam ve Iraklılardan binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanmış oldu.
Hz. Ali, ordusundaki bozguncuların baskısı sonucu Muaviye tarafının teklifini kabul etti. Suriyeliler Amr bin As’ı, Hz. Ali taraftarları da Ebu Musa el- Eş’ari’yi hakem tayin etti. Hakemlerin seçilmesinden sonra taraflarca “tahkim antlaşması” hazırlandı. Eş’as bin Kays antlaşma metnini Hz. Ali’nin askerleri arasında okumaya başlayınca bu defa da “Hüküm ancak Allah’a aittir.” diyerek karşı çıkanlar oldu. Bundan sonra Muaviye ve askerleri Şam’a, Hz. Ali ve askerleri de Kûfe’ye döndü.
Hariciler, Hz. Ali’nin ordusundan ayrılarak Kûfe köylerinden biri olan Harura’ya çekildiler. Hakemler 658 yılında Ezruh’ta bir araya geldiler. Toplantıya gözlemci olarak Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Zübeyr ve Muğire bin Şu’be de katıldı. Hakemler önce Hz. Ali ile Muaviye’nin azledilmesini, sonra da yeni halifenin bir şûra tarafından seçilmesini kararlaştırdılar. Bu karar önce Ebû Mûsâ el- Eşari tarafından açıklandı; ancak Amr b. Âs alınan kararın aksine hileye başvurup Muâviye’yi halife tayin ettiğini bildirdi. Ebû Mûsâ’nın aldatıldığını söylemesi bir işe yaramadı.
Hz. Ali taraftarları buna itiraz ettiler. Ebu Musa bu olaya çok üzüldü. Bu olaydan sonra siyaset alanından tamamen çekildi. Amr bin As ve Suriyeliler, Muaviye’ye gidip onu halife olarak selamladılar.
Hz. Ali, Haricilerle de mücadele etmek zorunda kaldı. Çünkü Hariciler kendi görüşlerine katılmayan kimselere sert davranıyor ve öç alma duygusuyla hareket ediyorlardı.
Hz. Ali’nin barış çabaları sonuç vermedi. Bunun üzerine meydana gelen Nuhayle ve Nehrevan savaşlarında Haricilerin çoğu öldürüldü (658). Bu savaşlar, siyasi tarih açısından Hz. Ali ve ordusu için bir zafer niteliğindeydi.Nitekim Hz. Ali İbn Mülcem adlı bir Harici tarafından şehit edildi. Hariciler daha da ileri giderek işi, Hz. Osman ve Hz. Ali’yi tekfire (dinden çıktığı iddiasına) kadar götürdüler.
Hz. Peygamber, kendisine gelen vahyi insanlara tebliğ ediyor, uygulamalarıyla da onlara örnek oluyordu. Bunu yaparken bir taraftan insanların dinî ve sosyal problemlerine çözüm üretiyor diğer taraftan da ihtiyaç duyulan kurumların tesisi için çalışıyordu. Hicretin hemen ardından mescit inşası ve suffenin tesis edilmesi bunlardan bazılarıdır.
Onun vefatından sonra, İslam’ın yayıldığı coğrafyanın fetihler yoluyla genişlemeye başlaması, diğer kültür ve medeniyetlerle etkileşimi artırdı. Bu durum var olan bazı kurumların geliştirilmesini, henüz kurulmamış olanların da oluşturulmasını bir zorunluluk hâline getirdi.
Dört Halife Dönemi, Sakifetü Ben-i Saide’deki toplantı ile başladı. Bir tür danışma kurulu niteliğindeki bu toplantı, önemli bir başlangıçtı. Müslümanlar arasında halife seçiminde vuku bulabilecek ciddi bir tartışma, istişare yoluyla ve serinkanlılıkla çözüme kavuştu.
Halife aynı zamanda Müslümanlar arasında meydana gelecek hukuki anlaşmazlıklarda son karar mercidir. Kadılar da hukuki konularda atama yoluyla görev yaparlar. Onlar gönderildikleri bölgelerde halifenin vekilidirler.
Hz. Ebu Bekir Dönemi’nde, Kur’an’ın yazılmış olduğu tüm malzemeler bir araya toplandı. Zeyd bin Sabit’in başkanlığındaki heyet tarafından belirlenen esaslar dahilinde bir Mushaf hâline getirildi. Bunda, Kur’an eğitimini bizzat Hz. Peygamberden almış olan sahabe neslinin, özellikle hafız sahabelerin çeşitli sebeplerle azalıyor olması etken olmuştu. Hz. Osman Dönemi’nde ise cem edilen bu Mushaf’ın çoğaltılıp İslam merkezlerine gönderilmesiyle metin birliği amaçlanmıştı.
Hz. Ömer Devri’nde kurulan divan, herkesin maddi durumunu dikkate alarak gelir tespiti yapıyordu. Askerlere de aynı esaslara göre maaş bağlanmıştı. Belirlenen maaşların hak sahiplerine ulaştırılması da divanın görevleri arasındaydı.
Araplar, İslam’dan önce Bizans ve İran’ın altın ve gümüş paralarını kullanıyorlardı. Hz. Ömer Dönemi’nde bu bölgelerdeki fetihler sonrası onların bu konudaki tecrübelerinden istifade edildi. Divan aracılığı ile İslam tarihinde müslümanların ilk parası bu dönemde basılmış oldu.
Devlet gelirleri zekât, haraç, cizye, ticaret vergisi ve öşür olarak düzenlendi. Bunlar görevli memurlar tarafından toplanıp Beytülmal’a teslim ediliyor ve oradan da gerekli yerlere harcanıyordu.
Yine Hz. Ömer Dönemi’nde, hicretin takvim başlangıcı olarak kabul edilmesi de İslam medeniyeti adına atılmış önemli bir adımdı.
İslam dininin çeşitli bölgelerde süratle yayılmasında fetihler önemli rol oynadı. Müslümanlar, fethettikleri topraklarda halka baskı yapmamış; bu sayede çeşitli din, ırk ve mezheplerin mensupları inanç ve ibadetlerinde özgür kalabilmişlerdi. Müslümanlar hem birbirlerine hem de zimmi statüsüne giren gayrimüslimlere karşı kanun önünde eşit ve adaletli davranmış, anlaşmalara ve verilen sözlere sadakat göstermişlerdi. Onların can, mal, ırz, namus ve ibadet yerlerinin korunması hususunda da büyük özen göstermişlerdir. Aldıkları cizye karşılığında onları korumuş, koruyamayacaklarını anladıkları zaman kendilerini haberdar edip aldıkları vergileri iade etmişlerdi.
Özgün ve büyük bir medeniyet olan İslam medeniyeti fetihler sayesinde daha geniş alanlara yayılmış ve günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.