Sünnetin dindeki konumunu, önemini ve Kur’an’ın yanında yerinin ne olduğunu bilip öğrenmek için, öncelikle peygamberlik makamını, peygambere olan ihtiyacı, özelde de Resul-i Ekrem Efendimizin Allah (c.c.) katındaki makamını ve değerini tanımak, anlamak ve bilmek gerekir. Bütün bunları yaparken başvuru kaynağımızın Kur’an-ı Kerim olması büyük önem taşır. Efendimizin
Kur’an’daki konumunu belirleme, aynı zamanda O’nun sünnetinin konumunu ve değerini de belirlemenin temelini teşkil eder.
Kur’an’da Nebî (peygamber), Resul (elçi), Mürsel (gönderilmiş kişi) gibi isimlerle anılan peygamberler, Allah’tan (c.c.) aldıkları bilgi, haber, emir ve yasakları insanlara ulaştırmakla görevlidirler.
Allah Teala, elçilerini insanlar arasından seçmiş, vahiylerini bir melek aracılığıyla bildirmiştir. Allah (c.c.), kullarına doğru yolu göstersinler, hak yoldan sapmışlara yeniden kılavuzluk etsinler ve onları uyarsınlar diye daima peygamberler göndermiştir. Bu peygamberlerden bir kısmının adları Kur’an-ı Kerim’de anılmıştır. Peygamberlerin bazılarına vahiy yoluyla kitaplar verilmiş, bazıları ise daha önceki peygamberlere gönderilmiş olan kitaplarla amel etmişlerdir.
Peygamberlerin ilki Hz. Adem, sonuncusu ise bizim peygamberimiz Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem’dir. Son nebî ve son Resul olan Peygamber Efendimizin getirdiği Kur’an, bütün peygamberleri ve onlara Allah (c.c.) katından indirilen kitapları tasdik edip doğrular ve bu sûretle onlara şahitlik eder. Şu var ki Kur’an-ı Kerim, daha önce gönderilmiş olan diğer kitapların hükmünü kaldırır. Bu durum, hem Kur’an’ın son kitap olması hem de önceki kitapların tahrif edilmiş olması sebebiyledir. “Kur’an-ı Kerim’i sana, gerçeğin ta kendisi ve önceki ilahî kitapları doğrulayıcı olarak parça parça indiren Allah ’tır (c.c.). Tevrat ve İncil’i de O indirmiştir.”
Bütün peygamberlerde müşterek olan birtakım özellikler vardır. Bunların başlıcaları şunlardır: , vahiy almak ve Allah’tan (c.c.) aldığı bu vahyi tebliğ etmek, Allah (c.c.) tarafından seçilmiş olmak, günah işlemekten korunmuş olmak beşerî niteliklere sahip olmak, doğru sözlü ve güvenilir olmak, mucize göstermek. İnsanlık alemine gönderilen bütün peygamberler beşer cinsi içinden seçilmiştir ve bu çok tabiîdir. Zira insan toplumuna Allah’tan (c.c.) aldığı emirleri tebliğ edecek, onlara doğru yolu gösterecek, kendilerine örnek olacak şahsın yine kendi içlerinden biri olması gerekir. Şu kadar var ki peygamberler, yukarıda sayılan niteliklerinden başka Allah (c.c.) katından gönderilen vahyi alırlar, dolayısıyla da Allah (c.c.) ile irtibat halindedirler. Bu onlar için çok önemli bir ayrıcalıktır.
Kur’an-ı Kerim’de Peygamber Efendimize çok önemli bir yer verildiği görülmektedir. Yüce kitabımızın yüzlerce ayeti bize O’nu anlatır ve tanıtır. Allah Teâlâ bütün peygamberlerine kendi adları ile hitap ederken, sadece Efendimize (s.a.v.) “Ey Resul”, “Ey Nebî” diye hitap eder. İslam alimlerinden bir kısmı bu özel hitabı, Efendimizin diğer peygamberlere olan üstünlüğüne delil sayarlar ve onlara göre bu durum peygamberler arasında bir derece farkının bulunduğunu da gösterir. Şimdi Kur’an-ı Kerim’in Resul-i Ekrem’i bize tanıtırken dikkatimizi çektiği ayetlerden sadece bir bölümünün anlamlarını vererek konuyu kavramaya ve anlamaya çalışacağız:
Allah’ın (c.c.) Resulü bir beşerdir, fakat vahiy alan ve aldığı vahyi insanlara ulaştıran bir beşerdir.
Sadece birkaçına işaret ettiğimiz Kur’an ayetleri Peygamber Efendimizin konumunu belirleyici niteliktedir. Bu belirlemeden sonra Allahü Teâlâ inananlara Peygambere karşı görevlerini hatırlatır. Bunların başında Peygambere iman gelmektedir:
Kur’an-ı Kerim, peygambere iman yanında O’na itaati de emretmektedir. İtaat; emre uymak, onun gereğini yerine getirmek ve tâbi olmaktır.
Allah’a (c.c.) ve Peygambere itaat etmenin önemi ile ilgili ayetlerde aynı zaman da itaat etmenin sonuçlarına da dikkat çekilmiştir:
Allah’a (c.c.) ve Resulüne itaat etmek, mü’min olmanın gereğidir.
Allah’a (c.c.) ve Resulüne itaat eden büyük bir kurtuluşa erer. Ve Allah (c.c.), kendisine ve Resulüne itaat edenlerin yaptı ğı hiçbir ameli zâyi etmez.
Bütün bu ayetlerde dikkat çeken husus, Allah Teâlâ’nın kendisine itaatle Resulüne itaati bir arada anmış olması, Peygambere itaati n Allah’a (c.c.) itaat sayılacağını açıkça beyan etmesidir.
Kur’an-ı Kerim, Peygambere iman ve itaat yanında ona ittibâ da emreder. İtti bâ, uymak, izlemek, birinin veya bir şeyin peşine düşmek anlamlarına gelen bir kelimedir.
Şu ayet-i Kerime hem Allah’ı (c.c.) sevmenin hem de Peygambere uymanın delillerinden biridir:
“De ki: Eğer Allah’ı (c.c.) seviyorsanız bana ittibâ ediniz; bana uyunuz ki, Allah da (c.c.) sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”
Ayet-i Kerimelerde kendi nefsî arzularına uyanlar da kınanır:
“Allah (c.c.) tarafından gelen bir yol gösterici olmadan sırf kendi hevâ ve hevesine uyandan daha sapık kim olabilir ki?”
Allahü Teâlâ, Resul-i Ekrem’e kendisine vahyolunana uymayı, inananlara da peygamberi örnek almayı emreder:
“Rabb’inden sana vahyedilene uy.”
Peygambere uyanlar da doğru yola uymuş ve hakkı uygulamış olurlar. Çünkü Kur’an uyulacak en güzel ve yegâne örneğin Allah’ın (c.c.) Elçisi olduğu gerçeğini bize bildirmektedir: Peygamberin örnekliğini en açık bir şekilde ifade eden bu ayet ile “Hiç şüphesiz ki sen üstün bir ahlak üzeresin” ayet-i Kerimesini ve “Ben ahlakî güzellikleri tamamlamak üzere gönderildim” gibi hadis-i şerifleri birlikte düşünmek daha isabetli olur. Çünkü ahlak, bir insanın yaşayış tarzının tamamını kapsar. Bu ayet aynı zamanda Peygamber Efendimizin yalnız sözleriyle değil, fiil ve hareketleriyle de rehber ve kendisine uyulması gereken bir peygamber olduğunun delili sayılmıştır. Bütün bu sayılanlara karşılık peygambere muhalefet yasaklanmış, böyle bir davranışın sapkınlık olduğu, neticesinin de elem verici bir azap olacağı belirtilmiştir:
Kur’ân-ı Kerîm’in onlarca ayeti Peygamber Efendimize imanı, ona itaati, ittibâı/yolunu ve izini takip etmeyi ve şahsının örnek alınmasını emreder. Bu sebeple Resulullah’a itaat etmek Allah’a (c.c.) itaat etmek sayılır. Yine pek çok ayette ve hadiste Resul-i Ekrem’in bildirdiği ve hayatında uyguladığı hükümlere uyulması, onun izinin takip edilmesi emredilir. Çünkü o kendisine vahyedilenleri insanlara bildirmiş, kendisi de bu emirlere uygun olarak yaşamıştır. Peygamberimizin yaşam tarzını şekillendiren başlıca kaynak Allah’tan (c.c.) aldığı vahiydir.
“Arkadaşınız ne saptı ne de şaşırdı. O kendi hevâ ve hevesine göre de konuşmaz. Onun söyledikleri kendisine vahyolunandan başka bir şey değildir. Kendisine onu muazzam kuvvetlerin sahibi öğretti.”
“Ben, sadece bana vahyedilene uyarım.”
Bu ayetler aynı zamanda Efendimizin sünnetinin Kur’an’la tamamen uyum halinde olduğunun teminatı sayılır. Artık sünnetin dindeki yerine, bağlayıcılığı ve evrenselliği gibi konulara geçebiliriz.
Sünnet, Kur’an’ın yanında dinin ikinci ana kaynağını teşkil eder. Bu hüküm, Kur’an’ın ilgili ayetleri ve Peygamberimizin kendi sünneti ile ilgili beyanları ışığında, bütün İslam mezheplerinin görüşüdür. Yine bütün İslam alimleri tarafından Kur’an’ın lafzıyla da vahiy olduğu, buna karşılık sünnetin lafzı değil manasının vahiy eseri olduğu ve Kur’an’ı tamamlayıcı bir konumda bulunduğu belirtilir.
Kur’an’ın birçok ayeti muhkemdir, yani hükmü açıktır. Hz. Peygamberin sünnet ve hadislerinin de büyük çoğunluğu bu hükümlere tamamen uygun olup onları teyit eder. Birtakım ayetler ise mücmel, yani anlamı kapalı ve açıklanmaya muhtaçtır. Bu tür ayetleri açıklama görevi de Resul-i Ekrem’e aittir. Namaz emri bunun en açık örneğidir. Kur’an’da namaz birçok ayette emredilir, ancak nasıl kılınacağı, kaç rekât kılınacağı, vakitleri, namazda kıraat gibi konular Kur’an’da yer almaz. Bunları açıklayan hadisler sayesinde biz namaz emrini yerine getirebiliyoruz. Zekât da böyledir; hangi maldan ne miktarda zekât alınacağı tamamen Peygamberimizin açıklamalarıyla bilinir. Bu örnekler çoğaltılabilir.
Sünnetin ve hadislerin önemi şu açıdan da değerlidir: Peygamber Efendimiz, sadece Kur’an-ı Kerim’i tebliğ etmekle, sadece birtakım emir ve tavsiyelerde bulunmakla yetinmedi. Tebliğ ettiği ve öğrettiği ilahî buyrukları hayatın bütün alanlarında uygulama imkanı da buldu. Yirmi üç yıla yaklaşan peygamberlik hayatı bunun için mükemmel bir fırsat sundu. Kur’an’ın muhafazası için her türlü tedbiri aldı. Evlilikleriyle mükemmel bir aile hayatı örneği sergiledi. Toplum içinde çıkan ve çıkması muhtemel olan problemleri halletti. Suçluları cezalandırdı. Devleti yönetmenin, orduyu sevk ve idare etmenin, örneklerini sergiledi ve hiçbir zaman kendisini koymuş olduğu kanun ve kuralların üstünde görmedi. Biz bütün bu konuların ayrıntılarını, zamanın ve mekanın değişmesiyle, bireyin ve toplumun gelişim seyri içinde, nelerin değişip değişmeyeceğini sünnetten, hadislerden öğreniyoruz. İşte bütün bu sebeplerden dolayı sünnet ve hadisler, öncelikle dinî açıdan daima araştırılan ve üzerinde hassasiyetle durulan bi özellik ve öneme sahiptir.
Sünnet; Kur’an’dan ayrı ve bağımsız bir şey olmadığı gibi, Kur’an’a bir ilave de değildir. Sünnet, Resul-i Ekrem’in ve Müslüman toplumların Kur’an’dan anladıklarını hayat haline getirmeleridir. Şu da unutulmamalıdır ki sünnet; İslam’ın itikat, ibadet, muâmelat ve ahlak şeklinde sistemleştirilen tüm yönlerini kapsar.
Yine sünnetin tamamı olmasa bile bir bölümünün vahiy kaynaklı olduğu inancı daima akılda tutulmalı ve önemsenmelidir.
Sünnetin bağlayıcılığını kabul etmede temel ilke şudur: Allah’ın (c.c.) elçiliği görevinin gereği olarak Resulullah’ın (s.a.v.) yaptıkları iyi bilinmelidir. Bu nitelikte olmayanlar ise tam bir vukufla tespit edilmelidir. Ancak bunun en zor işlerden biri olduğu ve bu konuda farklı düşüncelerin ortaya çıkacağı, bunun da anlayışla karşılanması gerektiği daima hatırlanmalıdır.
İslam alimleri, Peygamber Efendimizin davranışlarının tamamını mutlaka uyulması gerekli, aynı derecede bağlayıcı bir sünnet olarak görmemiştir. Resul-i Ekrem giyim kuşamı, bazı tedavi yöntemleri, kullandığı kap kacaklar, eşya ve vasıtalar yaşadığı toplumun bir ferdi olması ile ilgilidir. Öte yandan “hasâisu’n-nebî” diye adlandırılan peygamberliğine özgü bir takım davranışları da vardır. Visal orucu tutması, kendisine gece namazının farz olması böyledir. Bir insan olarak bazı yiyecekleri ve kokuları sevmesi ya da sevmemesi de peygamberliği ile ilgili değil tamamen kişisel özellikleri ile alakalıdır. Bunların tümünü din olarak kabul etmek, hadis ve sünnete bağlılık saymak isabetli bir yaklaşım sayılmaz. Bütün bu sebeplerden dolayı pek çok İslam alimi sünneti bağlayıcılık açısından çeşitli şekillerde tasnife tabi tutma ihtiyacı hissetmiştir. Burada görüş ve yaklaşım farklılıkları olması tabii karşılanmalı, bunlar sünneti ret veya ona saygısızlık olarak algılanmamalıdır. Ancak sünnetin bağlayıcılık esaslarının belirlenmesi de oldukça güç konulardan biridir.
Sünnete yaklaşırken daima samimi bir Müslüman hassasiyeti gösterilmelidir. Sünnetin önemini şu ayetler ışığında düşünelim:
“Rabb’ine yemin olsun ki, onlar aralarında meydana gelen anlaşmazlıklarda seni hakem yapmadıkça, sonra da verdiğin hükümlere içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tamamen teslim olmadıkça mü’min olamazlar.”
“Bir konuda anlaşmazlığa düştüğünüzde –eğer Allah’a (c.c.) ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- o hususta Allah’a (c.c.) ve Resulüne başvurunuz.”
Bu ayet-i Kerimede Allah’a (c.c.) başvurmaktan maksat, O’nun kitabı Kur’an-ı Kerim’e; peygambere başvurmaktan maksat ise sağlığında kendisine, vefatından sonra da sünnetine başvurma olarak değerlendirilir.
Yani sünnet ; Müslümanların hayat tarzında, karşılaştıkları problemlerin çözümünde, Kur’an’ın hemen peşinden gelen başvuru kaynağıdır. Bundan dolayı sünnet, bütün zamanlarda birçok ilmin doğrudan ilgi alanı olma niteliğini korumaya devam etmektedir. Dolayısıyla daima dikkate alınması ve özenle üzerinde durulması gereken bir özelliğe sahiptir.
Evrensellik, özellikle dinî açıdan, bir gerçekliğin bütün zamanları, tüm coğrafyaları, milletleri, ırkları, halkları muhatap alması, bunlar arasında herhangi bir ayrım yapmaması, bir istisna tanımamasıdır. Bu anlamda, Kur’ân-ı Kerîm eksiksiz evrensel bir kitaptır. İnsanlığa gönderilmiş olan vahiy kaynaklı kitaplar içinde en son gelen ve hiçbir tahrife, değişikliğe uğramamış olan yegâne kitap olarak kıyamete kadar hem lafzı hem hükmü baki kalacaktır.
Evrensel bir kitap, her zamana ve herkese hitap etmelidir. Onun bu niteliği akıl ve vicdan sahibi herkesi etkilemelidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in inananlara, insanlara, birey olarak insanın kendisine hitap eden ayetleri vardır. İslam dini kıyamet gününe kadar yegâne evrensel hak din olma vasfını koruyacaktır
Öte yandan, evrensel bir dinin insanları davet ettiği prensipleri ve bağlayıcı olan kuralları da her zaman diliminde ve her coğrafyada yaşayan insanları mutlu kılabilmelidir. İnsanın hem kendisiyle hem başkalarıyla barışık olmasını sağlamalı, merhamet, muhabbet, adalet gibi insan fıtratını koruyucu ve besleyici nitelikleri bünyesinde yaşatıcı ve geliştirici bir özellik taşımalıdır.
Kendisine Kur’an-ı Kerim indirilen ve İslam dinini insanlara tebliğle görevlendirilen Resul-i Ekrem de evrensel mesajın taşıyıcısıdır. O’nun örnek hayatı, sünneti, Müslümanların hayatına ve insanlığın vicdanına evrensel bir yansımadır. Bu haliyle, yeryüzünün en büyük inkılabını gerçekleştirmiş, yirmi üç sene gibi kısa bir zaman diliminde kucakladığı toplumları dönüştürmeyi ve insanlık ailesine örnek teşkil edecek bir kıvama getirmeyi başarmıştır. Bunu bir kere değil, ilk örnekten hareketle ve onu geliştirerek, çeşitli coğrafyalar, ırklar ve halklar arasında çok kere tekrarlamıştır. Bu başarılarda en büyük etken şudur: Peygamberimiz vahyi değişmez gerçeğin ekseni yapmıştır. İnsanlık ailesinin koruyup geliştirerek ve nesilden nesile aktararak getirdiği ne kadar üstün değer varsa onları onaylayıp sünnete dahil etmiş ve böylece gelişim ve değişime açık bir yapıyı miras bırakmıştır.
Başka bir şekilde ifade edecek olursak; Peygamberimiz kendinden önceki devirlerden süzülüp gelen insanlık mirasını üç şekilde değerlendirmiştir: Gerçeğe aykırı olanları yok sayıp iptal etmiş, uygun olanları aynen bırakmış, tahrif edilip bozulmuş olanları da gerçeğe uygun hale getirip ıslah etmiştir. İşte bütün bunlar evrensel bir yaklaşımın tezahürleridir. Hem Resul-i Ekrem’in evrensel ahlakını hem Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması için hadisin ve sünnetin vazgeçilmezliğini gösteren bazı ayetler:
“Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.”
(Enbiya suresi, 107. ayet)
“İnsanlara indirdiklerimizi kendilerine açıklaman için ve düşünürler diye sana da uyarıcı kitabı indirdik.”
(Nahl Suresi, 44. ayet)
Sünnetin bir kısmı ilahî irşadla gerçekleştiği için bir tür vahiy değeri taşır. Bu sebepledir ki İslamî hayatın tüm gelişim ve değişimlerinde Kur’an-Sünnet bütünlüğü göz önünde tutulmuştur.
Sünnetin hangi çeşidinin evrensel olduğu konusu hadislerin sadece zâhirine bakarak değil, daha çok maksada bakarak tespit edilebilir. Belki her iki bakış açısını da yansıtıcı bazı örnekler verecek olursak, Kur’an’ın evrensel nitelikli ayetlerini söz veya uygulamayla açıklayan hadis ve sünnet malzemeleri de evrensel nitelikli kabul edilir. Herhangi bir ayrım yapmaksızın, bütün insanların can, mal, ırz ve namusunun, her dinin kutsal mekanlarının her türlü saldırıdan korunması gerektiğiyle ilgili hadis ve sünnet metinleri evrensel özellik taşır. İnsanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğunu, ırk, renk, cinsiyet farklılıklarının üstünlük sebebi olmadığını, Arap’ın Arap olmayana üstünlüğünün bulunmadığını ifade eden hadisler elbette evrenseldir. Mü’minlerin kardeşliğini, tüm insanların da Adem ile Havva’nın çocukları olarak yaratılıştan kardeş olduğunu belirten rivâyetler de böyledir. Sağlığın korunması (hıfzu’s-sıhha), hastalık durumunda iyileşme için her tür meşrû çareye başvurulması, çevrenin korunması, akarsuların ve denizlerin kirletilmemesi; durgun sulara, meyveli ağaçların altına, gölgesinden istifade edilen ağaçların altına, gelip geçilen yollara küçük veya büyük abdest yapılmaması, ağaçlandırmanın teşviki gibi konuları içeren hadisler evrensel nitelikli rivâyetlerdir.
Peygamber Efendimizin evrensel nitelikli ifadelerine bazı örnekler:
Bunlar dışında daha pek çok alanı ve rivâyeti evrensellik yaklaşımı içine katmak mümkündür.
Örnek alma, model alınan insanla aynîlik/özdeşleşmedir. Kişilik oluşumu ve gelişiminde özdeşleşmenin rolü inkâr edilemez.
Özellikle çocukluk ve gençlik çağında özdeşleşme arzusunun veya yönelişinin daha önemli ve yaygın olduğu söylenirse de, insan cinsi her yaşta bu özelliğini gelişti rebilmektedir. Bu öyle güçlü bir duygu ve yansımadır ki, kendisine benzemeye karar verilen modelin her şeyi, düşünceleri, fi kirleri, inancı gibi mânevî yönleri yanında, yürüme şekli, konuşma tarzı, saçının sakalının biçimi, giyim kuşam şekli gibi özellikleri de alınıp uygulanır. Bu uyumun temelinde kendisine uyulanın cazibesi, değeri ve bireyin ona benzeme arzusu vardır.
İnsan hayatı nın her evresinde örnek alacağı bir model arayışına girer. Ancak doğru örneği seçebilmenin en önemli şartı , benzemek istenilen modeli seçebilme yeteneğine sahip olmak veya bu yeteneğe sahip olanların yol göstericiliğine inanmaktı r. Burada bilme, tanıma ve inanma büyük önem taşır. İnsanın yeti – şip gelişmesinde örnek alma ve model edinme metodunu hayatı boyunca kullanması yaratı lışı gereğidir. İnsan tutum ve davranışlarının hiçbiri, modele, örneğe uymaksızın kazanılamaz. Bu durumda kişi kendini düzenleyip yeniden biçimlendirir.
Allah Teâlâ’nın insanlara peygamberler göndermesinin sebeplerinden biri de örnek alınmaya değer şahsiyetleri belirlemek, her yönden ideal bir insan model göstermekti r. Kur’ân-ı Kerîm, bütün peygamberlerin kendilerine uyulması için gönderildiğini beyan eder:
“Biz her peygamberi, ancak Allah’ın (c.c.) izniyle kendisine tâbi olunsun diye göndermişizdir.”
Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber Efendimizin örnekliği için seçilmiş kelime, “en güzel örnek” anlamına gelen “üsve-i hasene” terimidir.
“Gerçek şu ki, Allah’ı (c.c.) ve ahiret gününü (korku ve umutla) bekleyen ve O’nu her daim anan kimseler için Allah’ın (c.c.) Elçisi güzel bir örnek (üsve-i hasene) teşkil eder.” Örnek alınacak kişinin, hayatındaki prensiplerini, insanları davet ettiği değerleri ve vazifeleri kendisi bizzat yapmış olmalıdır. Şahsî, ailevî ve ictimâî hayatında bunların uygulaması açık seçik görünüp bilinmeli ve tespit edilmiş olmalıdır. Peygamber Efendimizin hayatı bu açıdan emsâlsiz olup her bir fert ve her sınıftan insan cinsi için en güzel örnektir. Devlet başkanı, ordu komutanı, zengin ve fakir, yöneten ve yönetilen, güçlü ve zayıf, öğretmen ve öğrenci, aile reisi, tüccar ve esnaf, işveren ve işçi, kısacası her çeşit insan, onun hayatında kendisinin örnek alacağı gerçekleri bulabilir.
Resul-i Ekrem Efendimizin örnekliği, Kur’an ve Sünnet temeline dayanan bir konudur. Peygamber Efendimiz, Kur’ân-ı Kerîm’in işaret buyurduğu gibi, Müslümanlar için en ideal örnek ve kendisine uyulması gereken yegâne model ve rehber olarak karşımıza çıkmaktadır. Sahabe nesli başta olmak üzere, tüm Müslüman nesiller Peygamber Efendimizi kendilerine örnek edinmiş ve bu gerçekçi yöneliş günümüze kadar devam edip gelmiştir. İşte burada sırf taklit ile şuurlu yöneliş ve örnek alışı birbirinden ayırmak gerekir. Çünkü taklitte irade ve bilinç söz konusu değildir. Örnek alış ve tâbi olmada ise tam bir irade vardır. Kural
olarak İslam’ın istediği örnek almaktır. Müslüman birey bilinçli olarak Peygambere tâbi olmayı tercih eder. Onun hayat tarzının insanlık için değerini ve önemini bildiği için ona ittibâ etmeye gayret eder. Bu çaba, baştan sona bilinç ile gerçekleşir. Oysa taklit etme eyleminde bilinç yoktur. Taklitte akıl yürütme ve delil arayışı bulunmamaktadır. Buna karşın örnek alma delile ve akla dayalı, bilinçli bir tercihtir.