abide: Anıt. Önemi ve değeri çok olan yapıt.
adalet: Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk, türe. Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması.
ahiret: Dinî inanışa göre, insanın öldükten sonra dirilip sonsuza dek kalacağı ve Tanrı’ya hesap vereceği yer, öbür dünya.
amel: Yapılan iş, edim, fiil. Bir kimsenin dinin buyruklarını yerine getirmek için yaptıkları.
amentü: Arapça “İnandım.” anlamına gelen ve İslamiyetin temel inançları olan “Allah’a, onun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanma”yı dile getiren söz.
âmin: “Öyle olsun, Allah kabul etsin.” anlamlarında, duaların arasında ve sonunda kullanılan bir söz.
aşir: Bir dinî tören sırasında veya cemaatle namaz kılınıp dua edildikten sonra okunan Kur’an ayetleri.
avret: Edep yeri. İnsan bedeninde gösterilmesi ve görülmesi haram olan yerler.
ayet: Kur’an surelerini oluşturan kısımlardan her biri.
aziz: Ermiş, eren.
bağışlanma: Bağışlanmak işi, affedilme.
besmele: “Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adı ile” anlamına gelen ve bir işe başlarken söylenilen bismillahirrahmânirrahîm sözü, bismillah.
berzah: Engel, iki şey arasındaki perde. Ölümden sonra ruhların kıyamete kadar kalacakları âlem. Kabir âlemi.
bid’at: İslam dininde Hz. Muhammed zamanından sonra ortaya çıkan değişik yargılar ve ilkeler.
bikarar: Karasız olan kişi.
böbürlenme: Kibir, büyüklenme, tevazuun karşıtı olarak kişinin kendini üstün görmesi.
buhur: Dinî törenlerde yakılan kokulu ağaç vb. maddeler.
cami: Müslümanların namaz kılmak için toplandıkları yer.
Cebrail: Allah tarafından peygamberlere vahiy getirmekle görevlendirilen, dört büyük melekten biri.
cehennem: Dinî inanışlara göre, dünyada günah işleyenlerinöldükten sonra ceza görecekleri yer.
cennet: Dünyada iyilik yapanların, günahsızların, öldükten sonra sonsuz bir mutluluğa kavuşacakları yer.
dedikodu: Başkalarını çekiştirmek ve kınamak üzere yapılan konuşma.
defin: Ölüyü gömme.
deyim: Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, ilgi çekici bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbeği, tabir.
din: Allah’ın insanları dünya ve ahirette rahat, huzur ve saadete (mutluluğa) kavuşturmak için peygamberleri vasıtasıyla bildirdiği yol, emirler ve yasaklar.
ebedî: Sonsuz, ölümsüz.
ecdat: Geçmişteki büyükler, atalar.
esbab-ı nüzul: Kur’an-ı Kerim ayetlerinin inme nedenleri.
ezan: Müslümanlıkta namaz vaktini bildirmek için müezzinin yüksek sesle yaptığı çağrı.
ezelî: Başlangıcı olmayan, öncesiz.
farz: Müslümanlıkta, özür olmadıkça yapılması zorunlu, yapılmaması günah sayılan ibadet.
fetva: İslam hukuku ile ilgili bir sorunun dinsel hukuk kurallarına göre çözümünü açıklayan belge.
fıtrat: Yaradılış, hilkat. İnsanın yaratılıştan sahip olduğu fiziki özellikler.
gaflet: Dalgınlık, dikkatsizlik, boş bulunma, aymazlık, dalgı, ihtiyatsızlık.
gazi: Müslümanlıkta düşmanla savaşan veya savaş yapmış kimse.
gelenek: Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, anane.
gıybet: Çekiştirme, yerme, kötüleme.
günah: Dinî bakımdan suç sayılan iş veya davranış, vebal.
habip: Sevgili.
hafız: Kur’an’ı bütünüyle ezbere bilen kimse.
haram: Din kurallarına aykırı olan, dinî bakımdan yasak olan, helal karşıtı. Yasak.
helallik: Helal olan şey.
hidayet: Doğru yol, hak olan Müslümanlık yolu.
hil’at: Halife ve hükümdarlar tarafından verilen şeref elbisesi.
huşu: Alçak gönüllülük. Tanrı’ya boyun eğme, gönlü korku ve saygı ile dolu olma.
hutbe: Cuma ve bayram namazlarında minberde okunan dua ve verilen öğüt.
ibadet: Allah’ın buyruklarını yerine getirme, Allah’a yönelen saygı davranışı.
icap: Gerek, gereklik, ister, lüzum.
idrak: Bir öznenin kendisi veya dış dünyayla ilgili durum ve gerçeklerin farkına vararak onların bilgisini elde etmesine imkân veren duyum.
ihsan: İyilik etme, iyi davranma, bağışlama, bağışta bulunma.
ikrar: Saklamayıp doğruca söyleme, açıkça söyleme. Benimseme, onama, kabul, tasdik.
ileti: Yazı veya sözle verilen, gönderilen bilgi, mesaj.
inayet: Allah’ın kâinat hakkındaki küllî bilgisi ve takdiri, istemesi.
inziva: Dış dünyayla bütün bağlarını keserek Allah’la birleşebilmek için insanın kendi içine kapanması. Toplum hayatından kaçıp tek başına yaşama.
israf: Gereksiz yere para, zaman, emek vb.ni harcama, savurganlık, tutumsuzluk. Eşyayı çarçur etme.
istiğfar: Allah’tan suçlarının bağışlanmasını dileme.
istikbal: Gelecek.
istişare: Danışma. Danışmak işi, müşavere, istişare, müzakere, meşveret.
itikat: İnanma, inanç.
Kâbe: Mekke’de bulunan, Müslümanlarca ziyaret ve tavaf edilen kutsal yer.
kabir: Mezar, sin.
kamet: Farz olan namazdan önce okunan iç ezan.
keder: Acı, üzüntü, dert, sıkıntı, ızdırap, tasa.
kıble: Bulunulan yerden Kâbe’nin bulunduğu yön. Bazı ibadetler yerine getirilirken dönülen Kâbe’nin bulunduğu yön.
kıskançlık: Bir kimse bir üstünlük gösterdiğinde veya sevilen birisinin, başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında takınılan olumsuz tutum.
kibir: Kendini beğenme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme, benlik, gurur.
kul hakkı: İnsanların birbirlerine geçen emekleri, hakları.
kutsal: Güçlü bir dinî saygı uyandıran veya uyandırması gereken, kutsi, mukaddes. Tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen. Allah ve peygamberin önem verdiği, dinî değeri olan şey.
kültür: Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin.
lütuf: Önem verilen, sayılan birinden gelen iyilik, yardım, ihsan, inayet, atıfet.
mağfiret: Bağışlama.
makber: Mezar, kabir, metfen.
materyal: Gereç. Yazılı, sözlü, görüntülü, kaydedilmiş her türlü belge.
meal: Anlam, kavram, mefhum.
Mehmetçik: Türk askerine sevgi duygusu ile verilen ad.
mekruh: İslam dininde, dinî bakımdan yasaklanmadığı hâlde yapılmaması istenen.
mezhep: Bir dinin görüş, yorum ve anlayış ayrılıkları sebebiyle ortaya çıkan kollarından her biri.
mihrap: Cami, mescit vb. yerlerde Kâbe yönünü gösteren, duvarda bulunan ve imama ayrılmış olan oyuk veya girintili yer.
mimik: Yüz, el, kol hareketleriyle düşünceyi anlatma sanatı. Duyguları, düşünceleri belirtecek biçimde yüzde beliren kımıldanışlar, hareketler.
minare: Namaz vaktinin geldiğini bildirmek için camide
müezzinin ezan okuduğu, salâ verdiği, şerefesi olan, çoğunlukla taştan, yüksek ve ince yapı.
mucize: Peygamberlerin kendilerine inanmayan insanlara peygamberliklerini ispat etmek amacıyla Allah’ın iznine bağlı olarak gösterdikleri olağanüstü olaylar, hâller. İnsanları hayran bırakan, tabiatüstü sayılan olay.
mukabele: Toplu yerlerde yüksek sesle hatim okunurken Kur’an okumasını bilenlerin gözleriyle Kur’an’ı takip etmesi, bilmeyenlerin dinlemesi.
musibet: Ansızın gelen felaket, sıkıntı veren şey.
mübarek: Kutlu, kutsal. Verimli, bereketli. Çok saygı duyulan.
mümin: İnanan, inançlı, imanlı, mutekit.
Müslüman: İslam dininden olan kimse, Muhammedî, Müslim, Müselman.
müstehap: Dinen emredilmediği hâlde yapıldığında sevap kazandıran davranış.
nebi: Kendisine kitap indirilmemiş peygamber.
nimet: İyilik, lütuf, ihsan. Yaşamak için gerekli her şey.
niyaz: Yalvarma, yakarma.
örf: Yasalarla belirlenmemiş olan, halkın kendiliğinden uyduğu gelenek, âdet.
peygamber: İnsanlara Allah’ın buyruklarını bildiren, onları dine çağıran kimse, elçi, resul.
Rahîm: Koruyan, acıyan, merhamet eden Allah.
Rahman: Herkese, her canlıya merhamet eden Allah.
rahmet: Birinin suçunu bağışlama, merhamet etme. Halk dilinde yağmur.
resul: İnsanlara Allah’ın buyruklarını bildiren, onları dine çağıran kimse, elçi, peygamber.
rivayet: Bir olay, bir haber veya sözü nakletme.
rütbe: Mertebe, derece, paye.
sahabe: Hz. Muhammed’i görmüş ve onun sohbetinde bulunmuş Müslümanlar, Hz. Muhammed’in arkadaşları.
salâ: Müslümanları bayram veya cuma namazına çağırmak, bazı yerlerde cenaze için kılınacak namazı haber vermek amacıyla minarelerde okunan dua.
salavat: Hz. Muhammed’e saygı bildirmek için okunan dua.
sevap: Hayırlı bir davranış karşısında Allah tarafından verileceğine inanılan ödül.
sütanne: Bir çocuğun, annesi dışında sütünü emmiş olduğu kadın, sütana, sütnine.
şahit: Tanık.
şehadet etmek: Herhangi bir konuda bildiği, gördüğü şeyleri söylemek.
şehit: Kutsal bir ülkü veya inanç uğrunda ölen kimse.
şiar: Duyuş, düşünüş ve inanıştaki ayırıcı özellik, belgi. Ülkü, düstur.
tabut: Ölünün içine konulduğu sandık biçiminde araç, sal.
takva: Allah’tan korkma. Dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp buyurduklarını yerine getirme, züht.
tecvit: Kelimelerin söylenişinde, seslerin çıkış yerlerine, uzunluk ve kısalıklarına göre okunması. Kur’an’ın doğru okunmasını sağlayan bilim.
teçhizat: Silah dışındaki savaş gereçleri, donatı.
telaffuz: Söyleyiş.
tevekkül: Herhangi bir işte elinden geleni yapıp daha sonrasını Allah’a bırakma.
tevhit: Allah’ın birliğine inanma, bir sayma, bir olarak bakma.
tilavet: Kur’an’ı güzel ve yüksek sesle, usulünce okuma.
tevbe: İşlediği bir günah veya suçtan pişman olarak bir daha yapmamaya karar verme.
tezkiye: Hayvanların dinî kurallara uygun biçimde kesilmesi.
vasiyet: Bir kimsenin ölümünden sonra yapılmasını istediği şey.
vatan: Üzerine yerleşilen, ikamet edilen, yurt edinilen yer, ülke, memleket.
zelil: Hor görülen, aşağı tutulan, aşağılanan.