Din hizmeti, Yüce Allah’ın elçisi Hz. Muhammed (s.a.v) aracılığıyla insanlığa hidayet rehberi olarak gönderdiği Kur’an mesajının
insanlığa iletilmesidir. Bu hizmetin amacı insanlarda iyi tutum ve davranışları geliştirmek, iyi olmayan davranışları değiştirmektir. Din hizmeti; yaşlı, engelli, genç, çocuk, şehirli, köylü, ırk, renk, dil, meslek ayırımı yapmaksızın bütün insanlara ulaştırılmalıdır.
Ülkemizde din hizmetleri, kanunla Diyanet İşleri Başkanlığına
verilmiştir ve Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı din görevlileri aracılığıyla yerine getirilmektedir2. Bu görevliler imam-hatip liseleri ve ilahiyat fakülteleri mezunları arasından seçilmektedir.
Din hizmetlerini ifade eden temel kavramlar arasında “irşad”, “tebliğ” ve “davet” öne çıkmaktadır. İrşad, “insanlara doğru yolu göstermek, onları uyarmak ve faydalı işlere yöneltmek” anlamlarına gelir. İrşad faaliyetinin muhatapları, yani irşad edilecek kimseler hem gayrimüslimler ve hem de Müslümanlardır. Müslüman olmayanları irşâd; onları iman ve İslâm’a davet etmek demektir. Müslümanları irşad ise; onlara imanın gereği olan salih amel ve güzel ahlakı hatırlatmaktır. Ancak irşad kavramı yaygın olarak Müslümanlara yönelik olarak yapılan faaliyetler için kullanılmaktadır.
İrşad faaliyetleri, Müslümanlar arasında manevi yardımlaşma ve dayanışmayı sağlayan araçların başında yer alır. Kur’an-ı Kerim’de, irşad görevinin yerine getirilmesi sırasında ortaya çıkacak güçlüklere karşı sabır ve namazı (veya dua) vasıta kılarak Allah’tan yardım istenmesi tavsiye edilmiştir. Resul-i Ekrem de insanların arasına girip eziyetlerine katlanan Müslümanın onlarla bir arada bulunmayan, dolayısıyla eziyetlerine maruz kalmayan Müslümandan daha hayırlı olduğunu bildirmiştir.
Din hizmetleri alanında görev yapan kişiler irşad vasıtasıyla İslâm’ın doğru ve güzel bir şekilde insanlara ulaştırılması için çaba gösterirler. Hutbe ve vaazlar irşad faaliyetinin en yoğun olarak yerine getirildiği alanlardır. Cami dışındaki farklı mekân ve zamanlarda da irşad yapılabilir. Sözgelimi ad koyma, sünnet, nikâh, cenaze törenlerinde yapılan konuşmalar dinî mesajların ulaştırılması için bir fırsattır.
Tebliğ kelimesi sözlükte; “ulaştırmak, iletmek, duyurmak ve bildirmek” anlamlarına gelir. Bir terim olarak tebliğ, Allah’tan gelen ilâhi hükümlerin hiçbirini gizlemeden, eksiltmeden ve herhangi bir ilavede bulunmadan insanlara bildirilmesine denir. Bir ayette buna şöyle işaret edilmektedir:
يَا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَ اِنْ لَمْ تَفْعَلْ
فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَالّٰلُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ…
“Ey Rasul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, onun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan
koruyacaktır…”
Bütün peygamberler kendilerine vahyedilen emirleri toplumlarına bildirmişlerdir. Tebliğ görevlerini yerine getirirken, çeşitli sıkıntılarla karşılaşmışlar, ancak hiçbir zaman taviz vermemişlerdir. İslam dininde tebliğ, sadece belli bir grubun değil, bütün müminlerin görevidir. Her mümin kendi bilgi ve kültür seviyesine göre, tebliğde bulunmalıdır.
Tebliğ yaparken muhataplarımıza saygılı davranmalı, onlara yumuşak söz ve güler yüzle hitap etmeliyiz. Zira güler yüzlü ve yumuşak sözlü insanlar, toplum içinde her zaman sevilir ve sayılırlar. Tebliğ yapan kişi samimi olmalı, halkın arasında nasıl bir davranış sergiliyorsa yalnız kaldığı zamanlarda da samimi olmaya gayret göstermelidir.
Davet, çağırmak ve dua etmek anlamlarına gelir. Terim olarak özellikle “İslam’a ve İslâm esaslarının uygulanmasına çağrı” anlamına gelir. Davet ve tebliğ kavramları sık sık birbirinin yerine kullanılmıştır. Nahl suresinin 125. ayeti davet için takip edilecek yöntemlere ışık tutmaktadır:
اُدْعُ اِلٰى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ
بِالَّتى هِىَ اَحْسَنُ
“Rabbinin yoluna hikmet, güzel öğüt, iyi niyet ve samimiyete dayalı tartışmayla davet et…”
Hz. Peygamber davet faaliyetlerini ümitsizlik ve karamsarlığa kapılmadan daima sabır, azim ve inançla sürdürmüştür. Onun davet çalışmalarında önem verdiği bir diğer husus da sosyal ilişkilerini kesintisiz olarak sürdürmesidir. Ayrıca Müslüman olan ve olmayan akraba ve çevresiyle ilgisini kesmemiş, davetini sunmak üzere toplantılar düzenlemiş, çarşı, pazar, panayır ve ev gibi insanların toplu olarak bulunduğu her yerde tebliğ faaliyetini sürdürmüştür. Davet faaliyetinde hiçbir zaman kişisel menfaatini öne çıkarmamıştır.
Davette bulunurken muhatapların eğitim seviyesi ve psikolojisi dikkate alınmalı, somut delillerle ve ikna edici metotlarla konuşmalı, insanlara vicdanlarını harekete geçirecek örneklerle hitap etmelidir.
Tebliğ ve davet faaliyetleri cami dışındaki çeşitli ortamlarda da değişik vesilelerle yerine getirilmektedir. Vaaz ve hutbelerin yanı sıra düzenlenen sempozyum, konferans ve benzeri programlarla tebliğ ve davet yapılmaktadır. Ayrıca bireysel olarak İslam dini ile ilgili bilgi edinmek isteyenler, din hizmetini sunan görevliler tarafından İslam dini hakkında bilgilendirilmektedir.
Din hizmetlerinde önemli olan kavramlar arasında “cihad” “emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker” de yer almaktadır. Cihad, ilahî mesajı insanlığa duyurma amacını güden bir faaliyettir. Bu sebeple her dönemde canlı tutulması gerekir. İslâm’a davet ve cihad görevini yürütecek olan kişi davasının dayandığı kesin delillere ve bilgilere sahip olmalıdır. “Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker”; iyiliğin hakim kılınması ve yaygınlaştırılması, kötülüğün önlenmesi, bu şekilde faziletli bir toplumun oluşturulması ve yaşatılması için gösterilen faaliyettir. Bu bakımdan cihadın bir türü olarak önem kazanmıştır.
Şu ayet emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münkerin toplumsal bir görev olduğunu göstermektedir:
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ
وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَ اُولٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“Sizden öyle bir topluluk bulunsun ki -onlar insanları- İslam’a davet etsin; iyiliği emredip kötülükten sakındırsın. Onlar kurtuluşa erenlerdir.”
Din görevlileri halkla iç içedir. Beş vakit namazda, cami sohbetlerinde, cuma ve bayram vaaz ve hutbelerinde halka doğrudan hitap etme imkânına sahiptirler. Dolayısıyla İslâmi değerleri ilmin ışığında insanlara sunmaları, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaları gerekir.
Din, insanlara dünya ve ahirette nasıl mutlu olacaklarını, yaratılışlarındaki amacı, yaratana nasıl kulluk edeceklerini bildirir. Din hizmetlerinde görev alanlar, din ile insanlar arasında köprü vazifesi gören, dini doğru bir şekilde insanlara ulaştıran kişiler konumundadır. Bu bakımdan din hizmetlerinin toplumsal hayatta önemli bir yeri vardır.
Kur’an-ı Kerim’de dinî mesajların topluma ulaştırılmasıyla ilgili olarak Hz. Peygamber’e hitaben şöyle buyurulur:
يَا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا
وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا وَدَاعِيًا اِلَى الّٰلِ
بِاِذْنِهِ وَسِرَاجًا مُنِيرًًًا
“Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı
bir kandil olarak gönderdik.”
Bu konuda başka ayetler de vardır:
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ
وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًا
“Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve
Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir
ümmet yaptık…”
كُنتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ
وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِالّٰلِ
“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği
emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz…”
Hayber Kalesi’nin kuşatılması sırasında Hz. Ali, “Hayber Yahudileriyle bizim gibi Müslüman oluncaya kadar savaşmalıyız.” şeklinde öneride bulunmuştu. Bunun üzerine Resul-i Ekrem’in verdiği cevap irşadın İslâm’daki önemini belirtmesi açısından dikkat çekicidir: “Acele etme ya Ali! Hayber toprağına sükunetle gir, sonra onları İslam’a davet et. Şunu bil ki tek bir kişinin senin irşadınla Müslüman olması en değerli ganimet olan kızıl develerin sana verilmesinden hayırlıdır.”
Din görevliliğinin gerektirdiği bazı kişisel nitelikler vardır. Bunlar; görevini benimseme, görevin gerektirdiği bilgi ve beceriye
sahip olma, ihlas ve samimiyet olarak ifade edilebilir.
Din görevlisinin mesleğini severek, isteyerek ve gönüllü olarak yapması, yaptığı işten haz duyması çok önemlidir. Mesleğini sevmeyen, görev ve sorumluluklarının farkında olmayan bir vaizin başarılı olması mümkün değildir. Görev bilinci vaktini iyi planlamak ve değerlendirmek, sorumluluk alarak onu yerine getirmek demektir.
Görevi, insanlara dini anlatmak olan irşat görevlisinin, belli bir bilgi birikimine sahip olması, çokça okuması, kendini sürekli güncellemesi gerekir. Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf gibi temel İslâmi ilimlerin yanında, güncel bilgi de son derece önemlidir. Günümüzde bilgi kanallarının çoğalması, bilgiye ulaşmanın kolaylaşması ile halkın bilgi ve öğrenim düzeyi yükselmektedir. Cemaatin giderek artan bilgi ve kültür düzeyi din görevlilerinin uzmanlık seviyesinin yüksek olması beklentisini artırmaktadır.
Din hizmetinin etkili ve verimli olabilmesi, din görevlisinin samimiyetiyle doğru orantılıdır. Samimiyetten uzak söz ve davranışlar, dış görünüş itibariyle ne kadar çekici olursa olsun, insanlar üzerinde etkili olmaz. Din görevlisi, söz ve davranışlarında sırf Allah’ın rızasını umarak hareket etmeli, yaptığı görevin karşılığında şahsi ve maddi bir çıkar beklememelidir. Ayrıca din görevlisi, her türlü gösterişten, yapmacık hareketlerden kaçınarak sözü, işi, giyim kuşamı, yeme içmesi, oturup kalkması itibarıyla ölçülü ve samimi olmalıdır.
Din görevliliğinin gerektirdiği bazı toplumsal özellikler:
Temsil Gücü: Her insan yaptığı işi veya mesleği temsil eder. Din görevlisi de İslam dinini, bütün Müslümanları, bağlı olduğu Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatını ve meslektaşlarını temsil eder. Din görevlisi toplumun rehberidir, önderidir, örnek alınan kişidir. Bu önemli bir sorumluluktur. Her din görevlisi bu sorumluluğun bilincinde olmalı ve buna uygun hareket etmelidir.
Hedef Kitleyi Tanıma: Din hizmetlerini yürüten kişi muhatap kitleyi iyi tanımalıdır. Muhataplar tanınınca, onlara söylenecek sözleri ve üslubu tespit etmek kolaylaşır. Bu, doktorun hastasını yakından tanıması, bilmesi gibidir. Ezbere reçete yazılamayacağı gibi, ezbere vaaz ve nasihat da yapılamaz. Peygamberimiz, sahabilere şu tavsiyede bulunmuştur: “Sizden kim halka namaz kıldırırsa namazı (kısa) tutsun. Zira cemaatte zayıf, engelli, hasta ve ihtiyaç sahibi olanlar vardır…”13 İrşat görevlisi muhataplarının dini hayatlarında değişim olup olmadığını tespit etmelidir. Ayrıca başarısını halkın dini duygularının gelişimine göre ölçmelidir.
Toplumsal Dayanışma: Birlikte yaşamanın getirdiği sevinçlerin paylaşılması ve sıkıntıların giderilmesindeki iş birliğine toplumsal dayanışma denir. Din görevlileri toplum içerisinde bunu teşvik etmeli, kendileri de bu dayanışmada yer almalıdır. Ayrıca din görevlilerinin hizmet alanını cami ile sınırlamayıp toplumun her alanına hizmet götürmesi gerekir. Örneğin, mahallesinde bulunan hastayı ilk önce din görevlisi ziyaret etmeli ve cemaati de buna teşvik etmelidir.
İletişim Becerisi: Din görevlisi kadın, erkek, çocuk, yaşlı ve genç, Müslüman veya Müslüman olmayan herkesle iyi iletişim kurabilmelidir. İnsanlar arası iletişimi sağlayan selam, güler yüz, güzel söz söyleme, tevazu ve cömertlik gibi özelliklere sahip olmalıdır. İletişimi bozan bencillik, gurur, kibir, öfke, yalan gibi olumsuz durumlardan da kaçınmalıdır. Beden dilini iyi ve yerinde kullanmalıdır. İnsanları oldukları gibi kabul etmeli, onlara değer vermeli ve kimseyi dışlamamalıdır.
Güvenirlilik: Din hizmetinde bulunan kişinin hedef kitlesinde istenen etkiyi meydana getirebilmesi, güvenilir bir kişi olmasına bağlıdır. Bu yüzden peygamberler en güvenilir insanlardır. Peygamberimiz de kendisine inanan inanmayan herkesin güvenini kazanmıştı. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur; “…Ben sizin için güvenilir bir nasihatçiyim.” A’raf suresi 68. ayet. İrşat görevlisi, sadece mahalle ve cami ile bağlantılı bir noktada değil, hayatın her alanında söyleyecek sözü olan düşünce insanı, adeta bir kanaat önderi olabilmelidir.
Meslektaşlarıyla İş Birliği: Din görevlisi, üstlendikleri hizmetlerdeki verimliliği artırmak ve toplumsal problemleri çözmek için meslektaşlarıyla iş birliği yapmalı, örnek bir dayanışma sergilemelidir.
Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı olarak din hizmetlerini yerine getiren görevliler şunlardır: Müftü, vaiz, imam-hatip, müezzin- kayyım, Kur’an kursu öğreticisi.
Dini bir konu hakkındaki soruya verilen cevaba “fetva” denir. Müftü ise “fetva veren” yani fıkhi bir meselenin dinî hükmünü açıklayan kimsedir. Müftü, “helaldir”, “haramdır”, “caizdir”, “caiz değildir”, “bu işin dinî hükmü şudur” gibi ifadelerle hükümleri nakleder veya açıklar. Bu sebeple fetva vermek sorumluluk gerektiren bir iştir. Bu görevi yapacak kimsenin Kur’an ve sünnetin genel ve özel hükümleri, ayrıca şer‘i delillerden hüküm elde etme yöntemi konusunda yeterli bilgiye sahip olması gerekir. Kur’an-ı Kerim’de yeterli bilgiye sahip olmadan dinî konularda hüküm vermenin ağır bir vebal olduğu bildirilmiştir:
وَلاَ تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ اَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هٰذَا حَلاَلٌ وَهٰذَا
حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى الّٰلِ الْكَذِبَ اِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ
عَلَى الّٰلِ الْكَذِبَ لاَ يُفْلِحُونَ
“Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak, ‘Bu helaldir, şu
da haramdır.’ demeyin, çünkü Allah’a karşı yalan söylemiş olursunuz.
Şüphesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar hiçbir zaman
kurtuluşa eremezler.”
Ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığının görevi “İslam dininin inanç, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek” olarak belirlenmiştir. İl ve ilçelerdeki müftülükler bu görevleri Diyanet İşleri Başkanlığı adına yürütürler.
Vaaz, “iyiliklere teşvik, kötülüklerden sakındırmak maksadıyla kalpleri yumuşatıcı ve dinî vazifeleri yerine getirmeye özendirici bir üslup ile öğüt vermektir”. Vaaz eden kimseye “vaiz” denir. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı vaizler cami ve mescitler ile diğer mekânlarda toplumu dini konularda bilgilendirmek, irşat, rehberlik, inceleme ve araştırma yapmakla görevlidir. Vaizlik mesleği adaylık döneminden sonra vaiz, uzman vaiz ve başvaiz kariyer basamaklarına ayrılır. Günümüzde vaiz olabilmek için erkeklerde ilahiyat alanında doktora yapmış olma veya herhangi bir ihtisas kursunu bitirmiş olup vaizlik yeterlilik belgesi alma şartı mevcuttur. Bayanlarda ise ilahiyat fakültesi mezunu olup yeterlilik belgesi alma şartı vardır.
İmam, kendisine tabi olarak namazı birlikte kılan topluluğun (cemaat) önüne geçip namaz kıldıran kişiye denir. Bu göreve imamlık veya imamet adı verilir. Hatip, topluluk karşısında etkili ve güzel konuşan, cuma ve bayram namazlarında hutbe okuyan kişidir. Ülkemizde her iki görevi birlikte yürüten din görevlisine imam-hatip denir.
Dinimizde günde beş vakit namazın cemaatle eda edilmesi teşvik edilmiş, haftada bir cuma namazı ve senede iki kez olan bayram namazlarının cemaatle kılınması gerekli görülmüştür. Böylece birbirleriyle müminlerin görüşmeleri, yardımlaşmaları amaçlanmıştır. Hz. Peygamber cemaatle kılınan namazın, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi veya yirmi beş derece daha faziletli olduğunu belirtmiştir.16 Müminlere cemaatle kılınan namazlarda imamlık yapmıştır. Raşid halifeler de bu görevi yerine getirmişlerdir.
İmamın ergin (bâliğ), belli bir akli olgunluk düzeyine ulaşmış (âkıl) erkek ve Müslüman olması şarttır. İmamlık yapabilmek için namaz sahih olacak kadar Kur’an’ı ezbere okuyabilmek (kıraat) şarttır. Ayrıca özürlü olmamak gerekir. Zira özürlü olan kimse,
özürsüze imam olamaz. İmamlığa en layık kimseler arasındaki sıralamada namazla ilgili fıkhi hükümleri bilmek, Kur’an’ı düzgün okumak, takva bakımından cemaat içinde en üst düzeyde bulunmak gibi özellikler dikkate alınır. İmamın cemaat içerisinde en zayıf kişiyi gözeterek namaz kıldırması sünnettir.
İmam-hatipler cami ve mescitlerde din hizmetlerini yürütmek ve dinî konularda toplumu bilgilendirmekle görevlidir. İçinde cuma namazı kılınan ve hatibin hutbe okuması için minber bulunan ibadet yerine cami denir. Minberi bulunmayan yani cuma namazı kılınmayan küçük mabedler ise mescit olarak isimlendirilmektedir.
İmam-hatiplik mesleği; adaylık döneminden sonra imam hatip, uzman imam hatip ve baş imam hatip kariyer basamaklarına ayrılır. Adaylık dönemini başarıyla tamamlayanlar mesleğe imam-hatip olarak atanır.
Müezzin, “ezan okuyan, kamet getiren” demektir. Müslümanlar günde beş defa ezanla namaza davet edilir. Ezanı oluşturan cümleler İslâm’ın temel ilkelerini ifade eder. Hz. Peygamber, çeşitli hadislerinde müezzinlik görevinin önemini ve ezan okumanın faziletini belirtmiştir. Bir hadisinde müezzinliğin önemine işaret ederek şöyle buyurmuştur: “İnsanlar müezzinlik yapmanın ve ilk safta bulunmanın ne kadar sevap olduğunu bilselerdi buna ulaşmak için kuraya başvururlardı.”17
Müezzinlik ilk defa Medine döneminde gündeme gelmiştir. İlk müezzin, ezan ve kameti Sevgili Peygamberimiz’den öğrenen Hz. Bilal-i Habeşi’dir. Müezzinlik görevi Medine’de Hz. Bilal-i Habeşi ve Hz. İbn Ümmü Mektum, Kuba’da Hz. Sa‘d b. Âiz el-Karaz ve Mekke’de Hz. Ebu Mahzure tarafından yerine getirilmiştir. Müezzinler bir arada bulundukları vakit Bilal birinci, Ebu Mahzure ikinci, İbn Ümmü Mektum üçüncü müezzin sayılırdı.
“Müezzin, sesinin (ulaştığı yer) genişliğinde mağfirete erişir.
Kuru-yaş ne varsa ona şahidlik eder.”
Ezan okuyacak kimsenin temyiz çağına gelmiş, erkek, akıllı, takva sahibi olması gerekir. Müezzinin gür ve güzel sesli olması, ezanı ayakta ve yüksekçe bir yere çıkıp dinleyenlerin tekrarına imkân verecek şekilde yavaş okuması müstehaptır. Ezan abdestli
kunmalıdır. Ezan ve kamette müezzin ayakta kıbleye doğru yönelir. “Hayye ale’s-salâh” derken sağa, “Hayye ale’l-felâh”
derken sola döner. Ezanı minareden okuyorsa, sağ taraftan sol tarafa doğru dolaşarak okur. Sesinin gür çıkması için iki parmağıyla veya eliyle kulağını kapatır.
Eskiden camilerin bakım ve temizliği ile görevli kişilere “kayyım” denilirdi. Günümüzde camilerde ezan okumakla görevli olan müezzinler aynı zamanda caminin bakım ve temizliğinden de sorumlu oldukları için görev kadroları “müezzin-kayyım” olarak isimlendirilmiştir. Müezzin-kayyımlar, cami ve mescitlerde din hizmetlerini yürütmek ve dinî konularda toplumu bilgilendirmekle görevlidir. Müezzin-kayyımlık mesleği “müezzin-kayyım” ve “başmüezzin” kariyer basamaklarına ayrılır. Adaylık dönemini başarıyla tamamlayanlar mesleğe müezzin-kayyım olarak atanır.
Kur’an öğretimi Hz. Peygamber döneminde başlayan ve günümüze kadar devam eden bir gelenektir. Peygamberimiz Kur’an-ı Kerim okumayı öğrenmek ve öğretmenin önemi hakkında şöyle buyurmuştur: “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” Müslümanlar, ibadetlerini yerine getirebilecek kadar Kur’an ezberlemeleri ve onu rehber edinebilmeleri için mealini okumalıdır.
Kur’an okumayı öğretmek ve ezberletmek amacıyla İslâm tarihinde ilk dönemlerden itibaren kurumlar oluşturulmuştur. Ülkemizde Kur’an Kursları, Kur’an-ı Kerim’i usulüne uygun olarak okumayı, ibadetler için gerekli sure, ayet ve duaları öğretmek, hafızlık yaptırmak, Hz. Peygamber’in hayatı hakkında bilgiler vermek amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı olarak faaliyet göstermektedir. Bu kurslarda eğitim ve öğretim faaliyeti için görevli olan kişiler “Kur’an kursu öğreticisi” olarak isimlendirilir. Kur’an kursu öğreticiliği; adaylık döneminden sonra “Kur’an kursu öğreticisi”, “Kur’an kursu uzman öğreticisi” ve “Kur’an kursu başöğreticisi” kariyer basamaklarına ayrılır.
Din görevlisi cami dışındaki bazı ortamlarda da din hizmetlerini yerine getirmektedir. Bu kapsamdaki resmi görevlerden biri cezaevi din görevliliğidir. Cezaevlerinde din hizmetleri Diyanet İşleri Başkanlığı’nca yürütülmektedir. Din görevlileri cezaevlerinde mahkumlara “Din ve Ahlak Bilgisi” dersi adı altında hizmet vermektedir. Bu dersin yanında isteyen mahkumlara Kur’an öğretmekte, ilmihal bilgilerini vermekte ve namaz kılmayı öğretmektedirler. Ayrıca din görevlileri önemli gün ve gecelerde mahkumların katıldıkları mevlit merasimleri düzenlemektedirler.
Aile danışma merkezleri, yaşlı dayanışma merkezleri, çocuk ve gençlik merkezleri, toplum merkezleri, bakım ve rehabilitasyon merkezleri, kreş ve gündüz bakımevleri, huzurevleri, yetiştirme yurtları ve çocuk yuvaları gibi sosyal hizmet kurumlarında da din hizmeti verilmektedir. Din görevlisi cami dışında gönüllü olarak hasta ziyareti ve cezaevi ziyaretlerinde bulunmalı, huzur evleri ile sevgi evleri gibi mekânlarda da gönüllü hizmetler yapmalıdır. Bu ortamlarda bulunan kişileri manevi bakımdan motive ederek onlara moral vermelidir. Böylece manevi desteğe muhtaç kimseler yalnız olmadıklarını hisseder ve sıkıntılı zamanlarında kendilerine moral verecek gönüllü din görevlisinin yardımıyla hayata daha sıkı tutunmaya çalışır.
Bir meslek ve hizmet alanı olarak din hizmetlerini zorlaştıran ve engelleyen bazı sorunlar vardır. Bu sorunlar bazen din görevlisinin kendisinden bazen cemaatten veya ortamdan kaynaklanabilir.
Din görevlisinin bilgi yetersizliği;
Bilgi eksikliği din hizmetlerini zorlaştıran en önemli engeldir. Dinî konularda yeterli bilgi sahibi olmayanların insanları yanlış düşüncelere yönlendirmeleri kaçınılmazdır. Bu nedenle din görevlisi temel dinî bilgiler ve genel kültür bakımından yeterli donanıma sahip olmalıdır. “Yarım doktor candan yarım hoca dinden eder.” atasözü bu gerçeği ifade etmektedir. Kur’an-ı Kerim’de bilgi sahibi olmanın önemine şu şekilde işaret edilmektedir:
قُلْ هَلْ يَسْتَوِى الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَ يَعْلَمُونَ
“De ki bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?…”
Din görevlisinin Mesleğine gereken önemi vermemesi; Din görevlisinin mesleğini gereği gibi temsil edememesi, kendisineyakışmayan ortamlarda ve davranışlarda bulunması da din hizmetlerini yerine getirilmesine engel olan hususlardan
biridir. Bir dediği diğerini tutmayan, gösterişçi, dedikoducu insanların yaptıkları dinî iletişimden faydalı sonuçlar beklenemez. Bu gibilerin dinî anlatmaları insanların dine karşı güvenlerinin sarsılmasına sebep olabilir. Ayrıca görev alanını cami ile sınırlı tutup toplumun her kesimi ile yeterli derecede iletişim kurmaması da önemli sorunlardan birisidir.
Cemaatten kaynaklanan sorunlar;
Cemaati oluşturan kitle farklı yaş, cinsiyet ve kültür seviyesine sahiptir. Bu farklılıklara göre beklentiler de değişebilmektedir. Cemaati oluşturan insanlardan bazılarının zihnini meşgul eden özel ilgi alanları vardır. Konuşmayı dinlerken kendi ilgi alanına denk düşen nokta üzerinde yoğunlaşırlar. Zihinlerindeki bilgiyle uyuşmayan ifadeleri eleştirmeye çalışırlar. Bu tür sorunların önüne geçmek için din görevlileri, insan ilişkileri, iletişim, sosyal ve kültürel bakımdan kendilerini geliştirmelidirler.
Ortamdan kaynaklanan sorunlar;
Din hizmetlerini zorlaştıran sorunlardan bazıları da ortamdan kaynaklanır. Din hizmetlerinin gerçekleştiği ortam ortaya konan faaliyetin başarılı veya başarısız olmasında önemli bir etkiye sahiptir. Hizmetin sunulduğu yerin fiziksel konumu ve nitelikleri yani büyüklüğü ve biçimi, rengi, sessiz ya da gürültülü olması, ses düzeni gibi özellikler o mekân içindeki din hizmetini etkiler. Isınma ve aydınlanma sorunları bulunan, rutubetli, havasız mekânlarda kaliteli bir din hizmeti yerine getirilemez. Din görevlisi bu hususları göz önünde bulundurmalı ve din hizmetlerini yerine getirirken ortamın özelliklerine dikkat etmelidir. Örneğin, camiyi daha ferah, temiz ve kullanışlı hâle getirmek için gerekli önlemleri almalıdır.
Din hizmetlerinde hedef kitle, yaş, akıl seviyesi, eğitim düzeyi, öğrenme isteği, cinsiyet ve diğer özellikleri itibariyle birbirinden farklı kişi ve gruplardan oluşmaktadır. Bu kişiler camilerde gerçekleştirilen vaaz, hutbe, yaz kursları, sohbet ve akşam kursları gibi faaliyetlerle dinî ve sosyal konularda bilgilendirilmektedir. Din hizmetlerinde muhatap kitlenin yapısal özellikleri, düşünce ve beklentileri bilindiği takdirde bu hizmetin sunumu kolaylaşır.
Şehrin merkezi ile kenar semtlerdeki cemaat, kentteki ile köydeki cemaat, üniversitelerin olduğu bir bölge ile mahalle camiindeki cemaat, beş vakit namaza gelen cemaat ile cuma ya da bayram cemaati farklıdır. Genç, orta yaşlı ve yaşlı kişilerin değişik beklentileri vardır. Yaşlılar sordukları sorulara verilecek cevapların “doğru-yanlış”, “helal-haram”, “caiz-caiz değil” gibi kısa ve kesin ifadelerden oluşmasını bekler. Gençler ise hükümlerin arkasındaki hikmeti öğrenme arzusunda olur.
Ayrıca, yaşlılar daha çok kıssa ve menkıbe anlatılmasını beklerken, gençler günlük hayatta uygulanabilecek bilgiler beklemektedir. Din görevlisi, cemaatini tanımalı, onların ihtiyaç ve beklentilerine doğru karşılık vermeye çalışmalıdır. Din görevlisi herkesle sevgi ve saygıya dayalı, seviyeli bir iletişim kurmalıdır. Karşısındaki insanları dikkatli bir şekilde dinlemeli ve anlamaya çalışmalıdır.
İletişim; duygu, düşünce veya bilgilerin çeşitli yollarla başkalarına aktarılmasıdır. İletişim ve konuşma becerileri din hizmetlerinde önemli yer tutmaktadır. İçeriğini dinî mesajların oluşturduğu iletişime “dinî iletişim” denir. Başta peygamberlerin yaptıkları tebliğ faaliyetleri olmak üzere, dini yayma, yaşatma amacıyla yapılan her türlü eğitim-öğretim, irşad faaliyeti dinî iletişim örnekleridir.
Dinî iletişim, özellikle din görevlileri ve din eğitimcileri aracılığıyla yoğun olarak sürdürülen bir süreçtir. Camilerde okunan hutbeleri, yapılan vaazları, kitle iletişim araçları kanalıyla yapılan sözlü ve yazılı dinî yayınları, seminer ve konferansları, okullarda ve Kur’an kurslarında verilen dersleri dinî iletişim kapsamında değerlendirebiliriz.
İletişimi meydana getiren unsurlar sırasıyla; kaynak, ileti, kanal ve alıcıdır. İletilmek istenen mesajı uygun kanallar vasıtasıyla alıcıya göndererek iletişim sürecini başlatan kişi kaynak konumundadır. Kaynak, inanılırlık, güvenilirlik, uzmanlık, saygınlık, sevilme gibi özelliklere sahip olmalıdır. Böylece alıcılar üzerinde istenen yönde tutum ve davranış değişikliği meydana getirebilir. Bilgi, duygu, düşüncelerin alıcıya gönderilmek üzere kaynak tarafından kodlanmış hâline “mesaj” denir. Mesajı kaynaktan alıcıya ulaştıran araç ise “kanal”dır. Mesajın kaynaktan alıcıya ulaşmasını sağlayan kanallara “iletişim araçları” denir. Alıcı, mesajı alan kişi ya da kişilerdir. Alıcılar dinleyiciler olabileceği gibi, okuyucular da olabilirler.
Günümüzde din hizmeti sunan kişiler dinin mesajlarını hedef kitleye ileten birer kaynak konumundadır. Bu sebeple din görevlisi, daha önce peygamberler tarafından yerine getirilen çok değerli bir hizmet yaptığının bilincinde olmalıdır. Ayrıca yaşı, cinsiyeti ve ırkı ne olursa olsun herkese sevgi, saygı ve şefkat gösterip samimi davranışlar sergilemelidir.
Din hizmetlerinde mesaj (ileti), dinleyenlere ulaştırılmak istenen dinî bilgi, inanç, duygu ve tutumdur. Alıcı konumunda olanlar ise camide cemaat, cami dışında ise ortama uygun muhatap kitledir. Mesaj, alıcının enerjisini harekete geçirecek duygular meydana getirmeli, sorumluluk bilinci oluşturmalı ve bunu tutum ve davranışa dönüştürebilmelidir. Konuşmacının, konunun içeriğine göre somut örnekler vermesi, karşılaştırma yapması, yapılan araştırmalara, uzman görüşlerine yer vermesi mesajın kolay anlaşılmasını sağlayacaktır.
Dinî iletişimde en etkili yol, sözlü iletişim; yani konuşma yoludur. Kur’an bu yolla indirilmiş ve yayılmıştır. Sözlü anlatımda cümlelerin düzgün kurulması ve anlaşılır olması iletişimi kolaylaştırır. Sözcükleri doğru seslendirme, konuşmanın etkisini, güzelliğini artırır. Din hizmeti sunan kimselerin konuşmaları, dinleyenlerin rahatsız olmayacağı bir üslupta olmalıdır. Hz.
Peygamber, inkârcıları muhatap alırken onlarla medeni ilişkiler kurmuş; kendileriyle ölçülü, nezaketli, saygılı bir üslupla konuşmuştur. İnsanları sevmek, muhataba değer vermek, saygı duymak üslup ve tavrımızı doğal bir güzelliğe kavuşturur. Hitabette içeriği güzel bir şekilde takdim etmenin şartlarından birisi sesteki güzelliktir.
Ses insanın kişiliğini yansıtır ve dalgınlık, korkaklık çekingenlik, kibirlilik gibi birçok kişilik özelliğini ortaya koyar. Dinlediğimiz kişinin sesi bize onun karakterinin tüm renklerini sunar. Dinî hitabette üslup zenginliği için zengin bir kelime dağarcığına sahip
olmalıyız. Ayrıca belli kelimeleri tekrarlamaktan kaçınmalıyız. Günlük dilde karşılığı bulunmayan, hedef kitle tarafından açıklıkla bilinmeyen üst düzey bir dil kullanmamalıyız.
Allah Teala Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Harun’u (a.s.) Firavun’a gönderirken yumuşak bir üslup kullanmalarını tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur:
فَقُولاَ لَهُ قَوْلاً لَيِّنًا لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى
“Firavuna yumuşak söz söyleyin. Belki o, nasihat dinler veya Allah’tan korkar.”
Hz. İbrahim’in babasına hitap tarzını nakleden ayetlere baktığımızda onun da yumuşak bir üslup kullandığını görmekteyiz. Meryem suresi’nin 42-45. ayetlerinde Hz. İbrahim “Babacığım, babacığım!”şeklinde hitap ederek nezaket, saygı ve tevazu üslubunu benimsemiştir.
Hz. Peygamber insanları Allah yoluna davet ederken, son derece nazik ve sevecen bir tavırla hareket etmiştir. Bir kimsede hoşlanmadığı bir şey gördüğünde yüzüne vurmamış, onu insanlar arasında utandırmamıştır. Onun tebliğ metodunu şu hadis özlü bir şekilde anlatmaktadır: “Allah bütün işlerde yumuşak davrananları sever.”
İnsanlar arasındaki iletişimde beden dilinin önemli bir yeri vardır. El, kol, baş ve vücudun diğer kısımları ile yapılan, sözlü mesajı destekleyici bedensel mesajlara “beden dili” adı verilir. Beden dili jest ve mimiklerle gerçekleşir. Baş, el-kol, ayak-bacak hareketleri ya da bedenin tümünün kullanımı jestleri oluşturur. Yüz kaslarının herhangi bir anlamı ifade için kullanımı ise mimikleri meydana getirir.
Beden dili, sözlü mesajı güçlendirir, anlamı kuvvetlendirir. Gündelik yaşantımızda çoğu kez farkında olmadan beden dilini kullanır, olaylara ve durumlara bedensel tepkiler veririz. Asık surat, çatık kaş, düşük omuz sıkıntılı olduğumuzu belli ederken gözlerin ışıl ışıl olması, hafif tebessüm ve hareketlilik, mutlu olduğumuzu gösterir.
Dinî iletişimde kullanabileceğimiz bazı jestler şunlardır: Yüce Allah’tan veya gökyüzünden bahsederken sağ elin işaret parmağı uzatılıp kol dikey olarak kaldırılır. Dinleyicilere söz yöneltilecekse, sağ elin işaret parmağı uzatılırken, kol da dinleyicilere doğru tutulur ve vücut hafifçe öne doğru eğilir. Bir şeyin tartılmasını veya karşılaştırmayı anlatmak için terazinin iki kefesinin hareketi taklit edilerek, iki el ile alçaltılıp yükseltilir. Bir şey doğrulanırken veya yemin edilirken sağ el açık olarak göğsün üzerine konulur.
Büyük bir şey anlatılırken her iki kol yukarıya kaldırılarak birbirinden uzaklaştınlır. Avuç içleri birbirine yaklaştırılarak darlık, uzaklaştırılarak genişlik anlatılır.
Yersiz el, kol hareketleri ve gereksiz yüz ifadeleri, ciddiyetten uzak yapmacık tavırlar, konuya olan dikkatin dağılmasına, hatta hatibin komik duruma düşmesine neden olabilir. Sunum sırasında sesi gereğinden fazla yükseltmek, vücudu, elleri ve kolları normalin ötesinde hareket ettirmek doğru değildir.
Dinî iletişimde kıyafetin rolü de çok önemlidir. Bir din görevlisi söze başlamadan önce, dış görünüşü, tavır ve davranışlarıyla dinleyenler üzerinde etki bırakır. Hz. Peygamber, giyim ve kuşamı etkili bir şekilde kullanmış; güzel giyinmesiyle içinde yaşadığı toplumda iyi bir izlenim bırakmıştır. Hatip, toplumun orta düzeyini aşmayacak şekilde güzel giyinmeli, saçı, varsa sakalı düzgün taranmış olmalı, vücut temizliğine dikkat etmelidir.
İletişim, tek yanlı bir faaliyet değildir. Din hizmetleri yerine getirilirken bazı sorunların çıkması doğaldır. Din görevlileri din hizmetini yaparken iletişim kurmak zorunda oldukları her yaş ve kültür seviyesinden insanla karşılaşabilirler. Cemaatin yapısı, eğitim düzeyi, sosyal statüsü, ekonomik durumu, yaşı gibi faktörler iletişimi büyük ölçüde etkiler. Örneğin, cemaatin bir kısmı çocukların gürültülerini bahane ederek onların camiye gelmemelerini, bir kısmı ise mutlaka gelmelerini ister. Bir kısmı namazların uzatıldığından, bir kısmı ise kısa tutulduğundan şikâyet edebilir. Din görevlisinin anlattıklarından bir kısmı memnunken bir kısmı şikâyetçi olabilir.
Cemaat arasında bulunan bazı kişiler hurafeler karışmış, sağlam bilgi temeline dayanmayan bir din anlayışına sahip olabilir. Ayrıca mesajların sadece bir kısmını algılayan, konuşmanın içinden bir veya birkaç cümleyi çekip alarak yanlış anlamaya müsait kişiler de olabilir.
Cemaat arasındaki bazı kişi ya da kesimler din görevlisine karşı önyargılı ve olumsuz tutum içinde olabilir. Bu kişiler, dinî iletişim yoluyla verilen her türlü mesajı yanlış anlamaya, yanlış yorumlamaya hazırdırlar.
Din görevlisinin, din hizmetleri alanında ortaya çıkabilecek sorunları aşabilmesi için bazı yeterlilikleri kazanmış olması gerekir. Örneğin, cemaatin yapısından haberdar olmak, iletişim tekniklerini bilmek ve becerilerini artırmaküzere çalışmak bu yeterliliklerden bazılarıdır.
Din görevlisi cemaatten gelecek sorulara karşı hazırlıklı ve anlayışlı olmalıdır. Cemaatiyle iyi bir iletişim kurması için bazı cümleleri yerinde ve zamanında kullanması önemlidir. “Sizi ve gayretlerinizi takdir ediyorum.”, “Acaba sizin düşünceniz nedir?”, “Lütfen”, “Teşekkür ederim” gibi sözler, cami görevlisiyle cemaat arasında sevgi, saygı ve hoşgörüye dayalı bir iletişimin kurulmasına yardımcı olur.