Cihat kelimesi sözlükte; çaba sarfetmek, gayret göstermek, zahmet çekmek anlamlarına gelir. Terim olarak ise ilahi mesajı insanlara duyurmak; cahilliğe, nefse ve şeytana karşı mücadele etmek ve Allah‘ın (c.c.) dinini yüceltip yaymak için elden gelen çabayı göstermektir.( Ahmet Özel, “Cihad”, TDV İslam Ansiklopedisi, C 7, s. 527)
Cehd kökünden türeyen mücahede kelimesi ise insanın şeytanla, nefsiyle ve cephede düşmanla yaptığı çatışma ve mücadeleyi ifade eden bir kavramdır.(Süleyman Uludağ, “Mücadele”, TDV İslam Ansiklopedisi, C 31, s. 206.)
Geniş manasıyla cihat; Allah (c.c.) yolunda canla, malla, sözle, fiil ile mücadele etmeyi kapsamaktadır. Bu manasıyla cihat; hem ekonomik, hem kültürlerarası hem de silahla yapılan mücadeleyi içermektedir.(Bekir Topaloğlu, “Cihad”, TDV İslam Ansiklopedisi, C 7, s. 534) Peygamberimizin insanın nefsiyle mücadelesini cihat sayması cihatın geniş anlamına işaret etmektedir.(bk. Tirmizî, Fedâilü‘l-Cihad, 2.) Bilinen anlamıyla cihat, Allah (c.c.) yolunda savaşmayı ifade etmektedir. “Yoksa siz, Allah içinizden cihat edenleri ve sabırlıları belli etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız!”(Âl-i İmrân suresi, 142. ayet.) ayetinde cihat, Allah (c.c.) yolunda savaş anlamında kullanılmıştır.
İslam dini Müslümanlara güç ve imkânları ölçüsünde dinin esaslarını insanlara ulaştırma sorumluluğu yüklemektedir. Bir kötülük veya günahla karşılaşan kişi bunu eliyle ya da diliyle engellemelidir.( bk. Müslim, İman, 20) Bu sorumluluk emr-i bil maruf nehy-i anil münker kavramı ile ifade edilmektedir. Müslüman olmayanlara İslam’ı tanıtarak onları Müslüman olmaya veya Müslüman oldukları hâlde günah işleyenleri doğru olana çağırmaya davet denir. Bu amaçla yapılan dinî çalışmalara da irşad denilmektedir.( MEB, Dinî Terimler Sözlüğü, s. 174)
Cihat, genel seferberlik ilan edilmediği sürece farz-ı kifâyedir. Ülkenin işgal altında olması sebebiyle seferberlik kararı alınması durumunda cihat farz-ayn olur ve herkes gücü ölçüsünde elinden geleni yapmakla sorumludur. (Ahmet Özdemir, “Günümüzde İslam Dünyasındaki Şiddet ve Saldırıların Meşruiyet Sorunu”, JASSS, sayı: 27, s. 78.)
Silahlı cihat, devletin yapması gereken bir mücadele yöntemidir. Günümüzde cihat kavramını kullanan şiddet hareketleri birçok açıdan meşru değildir. Cihat adı altında şiddet içerikli eylemlerin en sakıncalı yönü İslam’a uymayan pek çok şeyin din adına yapılmasıdır. Terör gruplarının, İslami söylemleri kullanması Müslümanları kendi
kavramlarını kullanmaktan uzaklaştırmamalıdır. Aksine kavramların doğrusu, âlimler tarafından yazılıp anlatılarak halk aydınlatılmalıdır. Silah kullanma yetkisi sadece kamu otoritesine ve denetimine aittir. Kontrolsüz grupların silahlı yöntemleri, toplumda terör ve kaosa sebep olur. Can ve mal güvenliğini ortadan kaldırır. Müslümanların dünya
kamuoyundaki imajına ve kimliğine zarar verir. Suçsuz ve masum insanları mağdur eder. Sömürgeci devletler, böyle grupları yönlendirerek kendi çıkarlarına uygun olarak kullanmakta ve böylece o ülkelerinin maddi kaynaklarını sömürmektedir. Günümüzde bazı İslam ülkelerindeki karmaşanın ana sebebi, cihat kavramını istismar edenlerin
davranışlarıdır.
Allah (c.c.) yolunda savaşmayı ifade etmek üzere cihat kavramının yanında
gaza ve fetih kavramları da kullanılmıştır. Gaza, din için yapılan savaş anlamında kullanılmıştır. Fetih, ülke ve şehirleri ilayi kelimetullah amacıyla İslamiyete açma anlamında kullanılmıştır.( Mustafa Fayda, “Fetih”, TDV İslam Ansiklopedisi, C 7, s. 467.) Resulullah’ın (s.a.v.) bizzat sevk ve idare ettiği savaşlar için gazve, kendisinin katılmadığı askerî seferlere ise seriyye denilmektedir. Fıkıh kitaplarında savaş ahkâmı genellikle siyer ve megâzî başlığı altında ele alınmıştır. İki düşman grubun birbiriyle savaşması harp (muharebe) ve kıtal kavramları ile ifade edilmektedir. Bu kavramlar meşru veya gayri meşru her türlü savaş için kullanılmaktadır. Cihadı, Allah (c.c.) yolunda savaş manasıyla aldığımızda muharebenin cihatın yöntemlerinden biri olduğu gürülecektir.
Niyet, yapılan davranışın meşruiyetini belirleyici bir unsurdur. Bu yüzden toprak, mal, şan ve şöhret kazanmak veya insanları sömürmek amacıyla yapılan tüm savaşlar cihat ile elde edilecek sevabı ortadan kaldırır.(bk. Buhârî, Cihad, 15)
1- Savunma amaçlı savaş: Ülkenin saldırıya uğrayıp zarurât-ı diniyyeden olan din, can, mal, nesil ve aklın korunması amacıyla savaş yapılması fakihlerin ittifakı ile meşrudur.
2- Uluslararası güvenlik amaçlı savaş: Bazı ülke ve grupların bir bölge veya tüm dünyayı tehdit eden faaliyetleri karşısında savaş meşru olur. İnsanların mal ve can güvenliğini tehdit eden nükleer, kimyasal, terörist faaliyetlere üs olma gibi fitne ve zulme engel olup uluslararası güvenliğin sağlanması amacıyla savaş yapılması da meşrudur.
3- Devlete karşı silahlı ayaklanma ve isyan suçu fıkıhta bağy olarak isimlendirilmektedir. Bağy suçunu işleyenlere karşı savaş yöntemi dâhil olmak üzere gerekli tüm tedbirleri almak devletin hakkıdır. Ülkemizde 15 Temmuz 2016’da yaşanılan devlete isyan hareketi bağy suçuna bir örnektir. Devletin düzenini yıkmaya çalışanlara ve alternatif paralel yapılanma içine girenlere karşı gerekli tedbirleri alıp bu isyan hareketini bastırmak devletin hem hakkı hem de vazifesidir.
İrtidat fıkhi bir terim olarak, bir Müslümanın İslam dininden çıkmasını ifade eder. Bu kişiye mürted denilir. Fakihler dininden dönüp düşman safına geçen, İslam dinine zarar verebilmek için fırsat kollayan mürtedler ile savaş yapılabileceğini kabul etmişlerdir. Nitekim Hz. Ebû Bekir (r.a.) hilafetinin ilk yıllarında irtidat hareketlerini bastırmak üzere orduyu sevketmekte hiç tereddüt etmemiştir.
4- İslam’ın tebliğ edilmesine engel olanlarla savaş: İnanç ve fikir hürriyeti kapsamında Müslümanların dinlerini yaşamalarına ve tebliğ etmelerine engel olanlara karşı Müslüman devletler muhtelif yöntemlerle mücadele edebilirler.Özellikle bu ülkelerde Müslümanlara zulmedilmesi, can ve mal güvenliklerinin olmaması durumunda,
Müslüman devletlerin bu ülkeye baskı yapması ve Müslümanların hamisi olarak siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri mücadele yöntemleri izleyebilirler. Özellikle tebliğ amaçlı ilmî ve fikrî cihat şeklinde gerçekleşmesi gerekir. Bugün İslam’ı dünyada hâkim kılmak için yapılması gereken Müslüman olmayanlarla sadece silahlı mücadele değil; ilimde, teknikte, ekonomide, sanatta ilerlemeler kaydederek her alanda güçlü olup dünyada söz sahibi olmaktır.( Ahmet Özdemir, İslam Hukukunda Uluslararası Kamu Düzeni ve
Savaş Hukuku, s. 104)
İslam dininde, hayatın her alanına dair uyulması gereken kural ve ilkeler bulunmaktadır. Dünyadaki milletlerin amaçlarına ulaşmak için her türlü mücadeleyi meşru gördükleri dönemlerde bile Müslümanlar savaşlarda belirli kurallara uymakla sorumlu olmuşlardır.
• İşkence Yapmak: Peygamberimiz ordu komutanlarına verdiği talimatta ölülerin organlarını keserek vücut bütünlüğüne zarar verilmesini (müsle)(bk. Müslim, Cihad, 110.) ve düşman askerlerinin yakalandıktan sonra yakılarak öldürülmesini yasaklamıştır.(bk. Buhârî, Cihad, 147.)
• Savaşa Katılmayanlara Saldırmak: Savaşa katılmayan kadınların, çocukların, yaşlıların, din adamlarının, çiftçilerin, elçilerin ve hastaların öldürülmesi câiz değildir. Resulullah’ın katıldığı gazvelerden birinde öldürülmüş bir kadın bulundu. Peygamberimiz bunun üzerine kadınları ve çocukları öldürmeyi yasakladı.(bk. Müslim, Cihad, 8.) Savaşın sona ermesi ve fethin gerçekleşmesi durumunda da bu sınıfların zarar görmemesi sağlanmalıdır.
• Fatih Sultan Mehmet, Bosna ruhbanlarına verdiği emannâmede “Kiliselerinizde korkusuzca ibadet ve memleketimizde korkusuzca ikamet edin. Ne vezirlerimden ne de halkımdan kimse bunları incitmesin ve rencide etmesin. Allah’a, Peygamber’e, Kur’an’a ve kuşandığım kılıca yemin olsun ki, canları, malları ve kiliseleri bana itaat ettikleri sürece güvencem altındadır.”(Fatih Sultan Mehmet, 4 Nisan 1478 tarihli Bosna Emannamesi.) diyerek fetih hareketlerinin esas gayesinin dünyada huzur ve güvenin sağlanması olduğunu göstermiştir.
• Tabiat Varlıklarına ve Hayvanlara Zarar Vermek: Savaş esnasında kesilmesine ihtiyaç
olmayan ağaçlara ve kendisinden yararlanılan hayvanlara ve bitkilere zarar vermek câiz
değildir. Hz. Ebû Bekir, ordu komutanı olarak görevlendirdiği Üsame b. Zeyd’e (r.a.) hayvanlara ve ağaçlara zarar verilmemesi talimatı vermiştir.(İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih, s. 335.)
Peygamberimiz İslam’a açıktan davet emrini aldıktan sonra, hac için Mekke‘ye gelenlerle irtibata geçerek İslam’ın Mekke dışında duyulmasını sağlamıştır.(İbn Hişam, es-Siretü‘n-Nebeviyye, C 1, s. 174.) Mekke döneminde gönüllerin kazanılması ve İslam’ın sözle anlatılması esas olup savaş anlamındaki cihat emredilmemiştir. Bu dönemde Resulullah (s.a.v.) sabırlı olmakla ve risaleti tebliğ edip müşriklerden yüz çevirmekle emrolunmuştur: “Sana emrolunanı açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir.”(Hicr suresi, 94. ayet)
“Cihat eden, ancak kendisi için cihat etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlerden müstağnidir.”(Ankebut suresi, 6. ayet), “Bizim uğrumuzda cihat edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz, Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.”(Ankebut suresi, 69. ayet.) ayetlerinde olduğu gibi Mekkî surelerde cihat; kişinin “… inancını yaşamak uğruna gösterdiği samimi çabayı, tüm zorluklara rağmen vahyi tebliğ edip insanlara ulaştırmayı ifade etmektedir.(bk. Furkân suresi, 52. ayet)
Medine’ye hicretle birlikte Müslümanlar, İslam’ın yaşanmasında ve diğer insanlara tebliğ edilmesinde elverişli imkânlara kavuşmuşlardır. Seriyye ve gazveler bu dönemde
gerçekleşmiştir. Medine döneminde nâzil olan ayetlerde düşmanlık gösteren kâfirlere karşı çok çetin bir mücadele içinde olmanın gerektiği beyan edilmiştir.(bk. Tevbe suresi, 73. ayet) Bu dönemde nâzil olan ayetlere baktığımızda cihat konusunda aşama
aşama hüküm verildiği (tedricilik) görülmektedir.
“Kendilerine savaş açılan Müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihat için izin verildi. Şüphe yok ki Allah‘ın onlara yardım etmeye gücü yeter.“(Hac suresi, 39. ayet) ayeti ile saldıranlara karşı silahlı mücadele için izin verilmiş; “Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin. Doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.” ayeti ile de savunma savaşı yapılması emredilmiştir. Daha sonra nâzil olan ayetlerde ise bir kayıt olmaksızın mutlak ifade ile Allah yolunda cihat emredilmiştir: “Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.“(Bakara suresi, 244. ayet.)
Mekkî ve Medenî surelerdeki cihat kavramını genel olarak değerlendirdiğimizde, şu sonucu çıkarmak mümkündür. İslam esaslarını tebliğ edip insanları İslam dinini benimsemeye davet etmek; kendisinden başlayarak ailesinde, ülkesinde ve dünyada Allah’ın hükmünün en üstün olması için çaba göstermesi temel amaçtır. Bu amaca ulaşabilmek için zaman ve şartlara en uygun araçlar kullanılarak hareket edilmesi gerekir.