Emevi Devleti, adını kurucusu olan Hz. Muaviye bin Ebi Süfyan’ın bağlı bulunduğu aileden almıştır. Hz. Muaviye, Kureyş kabilesinin Beni Ümeyye (Ümeyyeoğulları veya Emeviler) koluna mensuptur. İslam’dan önce Ümeyyeoğulları Mekke’nin en saygın ailelerindendi. Hz. Muaviye’nin büyük dedesi Ümeyye, Cahiliye Devri Mekke toplumunda kıyade (ordu komutanlığı) görevi yapıyordu. Miladi 602 veya 603 yılında dünyaya gelen Hz. Muaviye, Mekke toplumunda okuma-yazma bilen az sayıdaki kişilerdendi. Mekke fethedildiğinde Hz. Muaviye de Müslüman oldu. Kendisi Peygamber Efendimiz’in katipleri içinde yer almıştır.
Hz. Ebu Bekir, Suriye’nin fethi için üç ayrı ordu gönderdi. Bu ordulardan birinin komutanı Hz. Muaviye’nin ağabeyi Yezid idi ve Hz. Muaviye de ona yardımcı olacaktı (634). Yezid ve Hz. Muaviye, Suriye tarafında büyük başarılar elde etti. Hz. Ömer, Hz. Muaviye’yi ordu komutanlığına getirdi (639). Daha sonra Hz. Muaviye, Şam valisi oldu. O, Hz. Ömer’in izni ile Suriye’de fethedilmeyen yerleri fethetti. Hz. Muaviye, Kıbrıs’ın fethi için de izin istedi. Fakat Hz. Ömer buna müsaade etmedi. Hz. Osman Dönemi’nde de Şam valisi olan Hz. Muaviye, iki ayrı zamanda Kıbrıs’ı fethetti (650 ve 655). Suriye’de Kelbi kabilesinden biriyle evlenen Hz. Muaviye, zamanla askerî, ekonomik açıdan çok güçlü bir konuma geldi.
Hz. Ali, Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra halife seçildi (655). Hz. Muaviye, Hz. Ali’ye biat etmeyerek kendi kabilesinden olan Hz. Osman’ı şehit edenlerin derhâl bulunmasını istedi. Hz. Muaviye, onu şehit edenlerin Hz. Ali’nin ordusunda bulunduğunu iddia etti ve Şam halkından biat aldı. Hz. Ali, Cemel Savaşı’nda rakiplerini yendi. Ayrıca Hz. Ali, Hz. Muaviye ile yaptığı Sıffin Savaşı’nı kazanmak üzere iken Haricilerin savaşmak istememesi yüzünden sonuç alamadı. Hz. Muaviye, 658 senesinde gerçekleşen Hakem Olayı’ndan sonra devleti ele geçirmek için büyük gayret gösterdi. Önce Mısır’ı ele geçirdi. Daha sonra hazırladığı orduları Hz. Ali’nin hâkimiyeti altında bulunan Irak, Hicaz, Yemen ve İran’ın yerleşim bölgelerine göndererek merkezî idareyi zor durumda bıraktı.
İç karışıklıkların artması sonucunda, bir Harici Hz. Ali’yi şehit etti (661). Halk, Hz. Hasan’a halife olarak biat etti. Fakat Hz. Muaviye, iktidarı bırakmak niyetinde değildi. Hz. Ali şehit olmadan önce Hz. Muaviye oldukça üstün bir konumda bulunuyordu. Hz. Hasan hem Kûfe halkının güven telkin etmemesi hem de Müslümanlar arasındaki savaşların son bulması için Hz. Muaviye’ye biat etti.4 Hz. Hasan ile Hz. Muaviye arasındaki anlaşmayla İslam dünyasının tamamı Hz. Muaviye’nin yönetimi altına girdi. Böylece Müslümanlar arasında büyük oranda birlik sağlandı. Bu nedenle bu yıla “Birlik Yılı” (Âmü’l-Cemaa) denilmiştir.
Hz. Muaviye ile birlikte Müslümanların yönetime gelme şekillerinde büyük bir değişiklik oldu. Dört Halife, istişare yoluyla iktidara gelmişti. Hiçbir halife kendi çocuklarına yönetimi devretmemişti. Oysa Hz. Muaviye, kuvvet yoluyla halifeliği ele geçirdi. Kendinden sonra da oğlu Yezid’i veliaht tayin etti. Böylece halifeliğin babadan oğula geçişini, yani saltanat sistemini başlattı. Hz. Muaviye, Müslümanlardan Yezid’in halifeliği için zorla biat aldı. Hz. Hüseyin, Abdullah bin Zübeyr ve Abdullah bin Ömer gibi birkaç önde gelen Müslüman dışında bu isteğe karşı koyan olamadı.
Yezid bin Muaviye Emevi Devleti’nde Hilafetin saltanata dönüştürülme sürecinin ilk halifesidir. Kendisinden önce babası döneminde var olan hilafet ve hakimiyet mücadeleleri, kendisinin veliaht tayin edilmesiyle yeniden ivme kazandı. Aynı zamanda yeni muhalif gruplarında oluşmasının önünü açtı. Bu nedenle Yezid dönemi, Emevi Devleti’nde önemli siyasi ve askerî olayların yaşanmasına sebep olmuş, onun hilafetini kabul etmeyen muhalif gruplar ona karşı etkin bir mücadeleye girişmişlerdir. Bu gruplardan biri de Tevvabûn olarak bilinenlerdir.
Bunlar, Hz. Hüseyin’i ısrarla Kûfe’ye davet edenlerdir. Daha sonra da onu yalnız bırakarak yakınları ile Kerbelâ’da şehid edilmelerine sebep olmuşlardır. Yaptıkları bu hareketin yanlış olduğunu düşünerek pişman olduklarını ifade edip tövbe ettiler. Tövbe edenler manasında Tevvabûn ismini aldılar. Daha sonra bu grup, Hz. Ali evladının intikamını almak üzere organize olmuş siyasî bir hareket olarak kabul edilmiştir.
İslam tarihinde Harre vakası olarak bilinen olay da Yezid döneminde vuku bulmuştur. Yezid, Kerbelâ olayından sonra ayaklanan Medineliler üzerine bir ordu gönderdi. Bu ordu, Emevi yönetimine isyan eden Medinelileri yenilgiye uğrattı (63/682). Medinedeki bütün ileri gelenler öldürüldü. Yezid’in komutanı Müslim b. Ukbe, askerlerini serbest bırakınca, askerler şehri yağmaladılar. Medine’de birçok çirkin iş gerçekleştirdiler. Bu süre içinde Mescid-i Nebî’de üç gün cemaatle namaz kılınamamıştır.
Harre olayından sonra, Yezid’in ordusu Mekke’ye yöneldi. Ordu komutanı Müslim b. Ukbe’nin yolda ölmesi üzerine, yerine Husayn b. Nümeyr Mekke’yi kuşattı. Abdullah b. Zübeyr, Şam ordusunu şehrin dışında karşılayacak gücü ve silahı olmadığından, Kâbe’ye sığınmak zorunda kaldı. Kuşatma sırasında savaş bir müddet karşılıklı mübareze şeklinde devam etti. Daha sonra Husayn, Ebu Kubeys ve civar dağlara mancınıklar kurdurttu. Mancınıklarla atılan taşlar, Kâbe’nin örtüsünün parçalanmasına, atılan ateşli bir mızrak ise hem örtünün hem de Kâbe’nin ahşap kısmının tamamen yanmasına sebep oldu. Savaşmanın ve kan dökmenin haram olduğu Kâbe tahrip edilmiş oldu. İki ay kadar süren kuşatma, Yezid’in ölümü üzerine kaldırıldı (64/683).
Yezîd zamanında Kuzey Afrika dışındaki bölgelerde fetihler durdu. Bizans üzerine düzenlenen yaz ve kış seferlerine ara verildi. Kıbrıs ve Rodos adalarındaki Müslümanlar da tahliye edildi. Kuzey Afrika’da Yezid tarafından yeniden İfrîkıye valiliğine tayin edilen Ukbe b. Nâfi, Sûsülednâ ve Sûsülaksâ bölgelerini fethetti ve önemli başarılar elde etti (62/681-82). Ancak bu başarılar kısa bir süre sonra bir felakete dönüştü.
Ukbe, Küseyle ve müttefiki olan Rumlar tarafından pusuya düşürülerek 300 askeriyle birlikte öldürüldü. Bunun üzerine İfrîkıye’nin merkezi Kayrevan’daki İslam ordusu Berka’ya çekilmek zorunda kalırken Küseyle kumandasındaki Berberîler Kayrevan’a girdi (64/683).
Yezid’in yönetime geçmesiyle beraber saltanat sistemi hilafetin yerini aldı. Bu yönetim biçimini İslam’a aykırı görerek buna karşı hareketler ortaya çıkmaya başladı. Tepki gösterenlerin başında sahabeler, Hariciler, Hz. Ali taraftarları ve Hasan el-Basrî gibi tanınmış isimler de geliyordu.
Hz. Hüseyin, Hz. Muaviye’nin ardından Yezid’in hilâfete geliş şekline ve liyakat sahibi olmamasına itiraz ederek (öl. 680) Yezid’e biat etmedi. Yezid, Medine Valisi Velid bin Utbe’den kendisi adına Hüseyin bin Ali, Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Zübeyr’in biatlarını almasını istedi.
Hz. Hüseyin ve Abdullah bin Zübeyr, valiyi oyalayarak Mekke’ye gitti. Hz. Hüseyin’in Mekke’ye gitmesi ehlibeyt taraftarlarını harekete geçirdi. Onu Kûfe’ye davet ettiler. Hz. Hüseyin, durumu araştırması için amcasının oğlu Müslim bin Âkil’i Kûfe’ye gönderdi. Kûfe’ye giden Âkil, Vali Numan bin Beşir’in müsamahasından faydalanarak halktan Hz. Hüseyin adına biat aldı. Ardından da Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye davet etti.
Olayları takip eden Yezid, Kûfe Valisi Numan bin Beşir’i görevden aldı ve sert tabiatlı bir yapıya sahip olan Basra Valisi Ubeydullah bin Ziyad’ı Kûfe valiliğine atayıp ondan bu isyan hareketini önlemesini istedi. Ziyad, Müslim bin Âkil ve etrafındakileri katletti. Bu
olaylardan habersiz olarak Hz. Hüseyin; ailesi, akrabaları ve taraftarlarıyla Kûfe’ye doğru hareket etti. Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Abbas gibi bazı kişiler Hz. Hüseyin’in gitmesini engellemeye çalışarak Kûfe halkının sözüne güvenilmeyeceğini söylediler. Fakat başarılı olamadılar. Fakat, Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Abbas, şehirde bulunanların tamamının biat ettiğini görünce Yezid’in halifeliğini tanıdıklarını açıkladır. Hz. Hüseyin yolda Müslim bin Âkil ve arkadaşlarının öldürüldüğünü öğrendiğinde geri dönmek istedi. Müslim bin Âkil’in çocukları geri dönmeyi kabul etmedikleri için bu görüşünden vazgeçti. Bunun üzerine Hz. Hüseyin ve beraberindekiler yola devam ederek Irak bölgesindeki Kerbela denilen yere geldiler. Ubeydullah bin Ziyad, Ömer bin Sa’d’ı Hz. Hüseyin’in üzerine gönderdi. Hz. Hüseyin ve yanındakiler kuşatma altına alındı. Uzun bir süre aç ve susuz bırakılan ehlibeyt ve taraftarlarına savaş açıldı. Irak ordusu ile sayısı 80’i aşmayan bir grup arasında yapılan çarpışmada Hz. Hüseyin ve yanındakilerden kişi şehit oldu. 10 Muharrem H. 61’deki (10 Ekim 680) bu katliamdan Hz. Hüseyin’in çocuklarından pek azı kurtulabildi.
Bunlar esir alınarak valiye getirildi. Vali de bunları Yezid’e gönderdi. Yezid bu esirleri birkaç gün sonra bir kafile ile Medine’ye ulaştırdı. İslam tarihinin en acı veren olaylarından olan Kerbela faciası tüm Müslümanları çok üzmüştür. Ayrıca bazı siyasi olayları harekete geçirmiş, Şiiliğin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde bir rol oynamıştır.
Abdullah bin Zübeyr, önde gelen sahabelerden Zübeyr bin Avvam’ın oğludur. O, Hz. Muaviye’ye biat etmediği gibi daha sonra Yezid’e de biat etmedi. Hz.Hüseyin’in şehadetiyle birlikte Emevilere muhalefetin en önemli ismi oldu. İlk başlarda Abdullah bin Zübeyr, Yezid’e karşı bir harekette bulunmayarak olayların seyrini takip etti. Onun bu tutumundan Yezid rahatsız oldu. Çünkü Abdullah bin Zübeyr, Yezid’in muhalifleri tarafından zayıflatılmasını bekliyordu. Yezid, Harre olayı’ndan sonra Müslim bin Ukbe komutasında bir orduyu Mekke’ye gönderdi. Yolda bu komutanın ölmesi üzerine Husayn bin Nümeyr onun yerine tayin edildi. Onun komutasında Mekke kuşatıldı (24 Eylül 683). İki ay kadar devam eden kuşatma Yezid’in ölümüyle birlikte kaldırıldı. Yezid’in ölümüyle Emevilerde iktidar boşluğu meydana geldi. Bu durumdan istifade eden Abdullah bin Zübeyr, “Emirü’l-müminin” unvanıyla halife olduğunu ilan etti.
Suriye’de önce Yezid’in oğlu Hz. Muaviye’ye, onun iki ay sonra ölmesiyle Mervan bin Hakem’e biat edildi. Mervan bin Hakem, iki halifenin üst üste ölmesiyle doğan otorite boşluğunu kısa sürede ortadan kaldırarak çeşitli bölgelerde halkın Abdullah bin Zübeyr’e olan bağlılığını sona erdirdi. Mervan öldükten sonra (685) yerine oğlu Abdülmelik halife oldu.
Bu zaman zarfında Hicaz ve doğu bölgeleri Abdullah bin Zübeyr’in; Suriye, Filistin ve Mısır bölgeleriyse Abdülmelik’in hâkimiyeti altındaydı. Bu arada daha önce Mekke Kuşatması sırasında Abdullah bin Zübeyr’i destekleyen Hariciler ondan ayrılarak Basra’yı işgal ettiler. Her iki taraf açısından da Muhtar es-Sakafi büyük tehlikeydi. Sakafi, Ekim 685’te Abdülmelik’e isyan ederek onun askerlerini yendi. Daha sonra Muhtar es-Sakafi, doğu eyaletlerini ele geçirdi ve buraların valiliğini Abdullah bin Zübeyr’den istedi. Abdullah ise kardeşi Mus’ab’ı Basra valisi yaparak Muhtar ile mücadele etmesini istedi. 687 yılında Muhtar es-Sakafi’nin, Mus’ab tarafından öldürülmesiyle doğu eyaletleri tekrar Abdullah bin Zübeyr’in hâkimiyetine girdi.
Abdülmelik ile Abdullah bin Zübeyr arasındaki mücadele uzun süre devam etti. Abdülmelik 692 yılında Mus’ab üzerine tekrar bir saldırı düzenledi. Bu savaşta Mus’ab öldü. Böylece doğu eyaletleri tekrar Abdülmelik’in hâkimiyetine girdi. Abdullah bin Zübeyr’in hâkimiyeti sadece Hicaz bölgesinde devam etti. Abdülmelik vakit kaybetmeden Haccac bin Yusuf es-Sakafi’yi iki bin kişilik bir orduyla Mekke üzerine gönderdi (Ocak 692). Haccac, beş bin kişilik destek gücü alarak Mekke’ye saldırdı. Kuşatma uzayınca Abdullah bin Zübeyr ve taraftarları yiyecek sıkıntısıyla karşılaştı. Bunun üzerine Haccac, teslim olanlara eman vererek Abdullah bin Zübeyr’in çevresini iyice daralttı. Fakat o, az sayıdaki askeriyle beraber çarpışarak şehid edildi (1 Ekim 692).
Hz. Osman’ın hilafetinin ilk dönemine kadar devam eden fetih hareketleri Hz. Muaviye zamanına kadar durakladı. Hz. Muaviye iç istikrarı sağladıktan sonra yeniden fetihlere başladı. Onun fetihlerinin üç bölgede yoğunlaştığı görülür. Bunlar Suriye, Irak ve Mısır bölgeleridir. Suriye orduları, Bizans hâkimiyeti altında bulunan Anadolu ve Ermenistan topraklarında savaştı. Irak orduları, Horasan, Maveraünnehir ve Sint (bugünkü Pakistan) bölgesinde savaştı. Mısır orduları ise Kuzey Afrika topraklarında savaştı.
İstanbul’un fethi için ilk sefer Muaviye zamanında
668 yılında gerçekleşti. Sufyan bin Avf el-Ezdi komutasındaki
Emevi ordusu Kadıköy’e geldi. Uzun yolculuklar
ve kış şartları orduda büyük kayıplara sebep
oldu. Buna rağmen İstanbul muhasara edildi. Fakat
bir sonuç alınamadı. Bu savaşta Hz. Peygamber’in
sancaktarlarından Ebu Eyüp el-Ensarî (Halid bin Zeyd)
şehit oldu. İstanbul’da bulunan Ebu Eyüp el-Ensarî
(Halid bin Zeyd) Türbesi ona aittir.
İstanbul’un ikinci kez kuşatılması 674 yılında başladı
ve yıllarca sürdü. İki taraf arasındaki karşılaşma
daha ziyade iki filonun İstanbul önlerinde savaşmasından
ibaretti. Müslüman askerler, İstanbul yakınında
bulunan Kapıdağ Yarımadası’nı (Bandırma ve Erdek
arasındaki ada) ele geçirerek burada bir deniz üssü
kurdular. Her ilkbahar mevsiminde bu üsten hareket
eden Müslümanlar İstanbul’u kuşatıyordu. Muaviye’nin
ölümüne kadar bu saldırılar devam ettiyse de başarı
elde edilemedi.
Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi,
C 2, s. 304- 305.
Muaviye İstanbul’u fethetmeye niçin büyük önem
vermiştir? Arkadaşlarınızla tartışınız
Hz. Muaviye zamanında, Anadolu’ya yaz ve kış olmak üzere iki sefer düzenleniyordu. Asıl maksat Bizans’ın başşehri olan İstanbul’u ele geçirmekti. Bu süreçte Müslüman donanması Tarsus, Rodos Adası ve İzmir’i ele geçirdi (672).
Hz. Muaviye zamanındaki bir diğer fetih hareketi, idarî bakımından Basra’ya bağlı olan Horasan ve Sint bölgesinde gerçekleşti. Sicistan’da bulunan şehirleri alan birlikler Kâbil’i ele geçirdi. Hindistan’ın bir kısmı vergiye bağlandı. Horasan’ın bir bölümü, Toharistan ve Kuhistan fethedildi. Ceyhun’u geçen kuvvetler, Buhara ve Semerkant’ı aldılar.
Daha önce başlayan Afrika’daki fetihler Hz. Muaviye Dönemi’nde de devam etti. Ukbe bin Nafi komutasında Afrika’da önemli yerler ele geçirildi. Ukbe tarafından Kayrevan şehri inşa edilerek burada askerî bir garnizon kuruldu. Ukbe bin Nafi’nin başarılı yönetimiyle Afrika’da bulunan Berberiler arasında İslam yayıldı. Berberiler Kayrevan’a yerleştiler. Zaman içinde bölgede İslam hâkimiyeti güçlendi.
Abdülmelik bin Mervan zamanında Horasan, Bizans toprakları ve Kuzey Afrika’da Müslümanlara karşı eski toprak sahipleri ayaklandılar. Fakat Abdülmelik iç istikrarı sağladıktan sonra bu bölgelerde İslam hâkimiyetini yeniden tesis etti. O, Hz. Muaviye Dönemi’nde başlayan Anadolu seferlerini sürdürdü. Bizans’a bağlı Ermeniye’yi İslam topraklarına kattı. Abdülmelik, oğlu Velid’e Atlas Okyanusu’ndan Ceyhun Nehri’ne kadar geniş topraklara sahip güçlü bir devlet bıraktı. Böylece en parlak fetih hareketleri yapan Velid için zemin hazırlanmış oldu. İslam coğrafyası Velid zamanında en geniş sınırlara ulaşmıştır.
Emevilerde, Halife Velid dönemi; önemli fetihlerin en çok yapıldığı dönem olması hasebiyle anlatım biraz uzun tutulmuştur. Velid Dönemi’nde de doğu illeri genel valisi olan Haccac’ın emriyle Kuteybe bin Müslim 705 yılında Horasan eyaletine vali olarak atandı. Kuteybe, Arap- Türk sınırı kabul edilen Ceyhun Nehri’ni aşarak Maveraünnehir’e girip Belh ile birlikte Toharistan’ı ele geçirdi (705). Daha sonra Buhara, Beykent ve Semerkant gibi Türk illerinde hâkimiyet kurdu.
Kuteybe, 713- 715 yılları arasında
Türkistan’da fetih hareketleri yaptı. Fergana ve Kaşgar’ı fethetti. Fakat burada kesin bir sonuç elde edemedi. Türkistan’da çok uzun süren Türk-Arap mücadelesinde Türkler, yurtlarını Araplara karşı savundular. Bu bölgedeki Türkler, Müslüman oldukları hâlde ağır vergi ödemek zorunda bırakıldı. Emevilerin bu uygulamaları hem bölgedeki fetihlerin kalıcı olmamasına hem de Türklerin İslam’a girişinin yavaşlamasına sebep oldu.
Velid Dönemi’nin önemli seferlerinden biri de Hindistan bölgesinde gerçekleşti. Muhammed bin Kasım büyük bir orduyla güneye doğru hareket etti. Kasım, Mukran’ı hâkimiyeti altına alarak Belücistan içlerine doğru ilerledi. 711-712 yıllarında Sint’i ve İndus Nehri’nin aşağı kısımlarını fethetti.15 Daha sonra bölgenin eski bir liman şehri olan Deybül (Bugünkü Karaçi) fethedildi. Halkı zimmi statüsünde kabul edilerek serbest bırakıldı. Böylece İslam, Hint bölgesine girmiş oldu.
Velid Dönemi’nde de Kuzey Afrika ve İspanya bölgesinde önemli fetihler yapıldı. Velid, Kuzey Afrika valiliğine Musa bin Nusayr’ı atadı. Kudretli bir askerî lider olan Musa, birlikleri ile Tanca’ya kadar ulaştı ve orayı fethetti. Tarık bin Ziyad 711 yılında daha sonra kendi adıyla anılacak olan Cebelitarık Boğazı’nı aşarak İspanya’ya geçti. Ertesi yıl Musa bin Nusayr da İspanya’ya geldi. Her iki komutan İspanya’da büyük fetihler yaptılar. Bu fetihler neticesinde İslam dünyasının sınırları Türkistan’dan Fransa içlerine, Anadolu’dan Hindistan sınırlarına kadar genişlemiştir.
Velid’in yerine geçen Süleyman bin Abdülmelik Dönemi’nin en önemli fetih girişimi İstanbul’un tekrar kuşatılmasıdır. Çanakkale Boğazı’nı geçerek İstanbul’a kadar gelen Müslüman ordusu denizden ve karadan İstanbul’u kuşatmasına rağmen başarılı olamadı. Süleyman bin Abdülmelik’ten sonra halife olan Ömer bin Abdülaziz Dönemi’nde, fetih hareketlerinde duraklama olmuş devletin işleyişiyle ilgili düzenlemelere ağırlık verilmiştir. O, İslam’ın Müslüman olmayanlar arasında, barış ortamında ve tebliğ yoluyla yayılmasını arzu ediyordu. Kendinden önceki idareciler tarafından mevaliden alınan haracı kaldıracağını ilan etti. Onun bu yaklaşımı Kuzey Afrika’daki Berberiler ve Maveraünnehir’de yaşayanlar arasında İslam’ın hızla yayılmasını sağlamıştır.
Halife Hişam zamanında da fetih hareketleri devam etti. Hişam’ın tayin ettiği Maveraünnehir Valisi Nasr bin Seyyar, daha önce Kuteybe bin Müslim tarafından fethedilen toprakların çoğunu tekrar fethetti. Ermenistan Valisi Cerrah bin Abdullah Hazarlarla savaştı. Fakat Hazarların hazırlıklı olmaları ve komşularından da yardım görmeleri sebebiyle başarılı olamadı.
732 yılına kadar Hazarlarla yapılan savaşlarda Hazarlara karşı tam bir hâkimiyet kurulamamıştı. Hişam’ın amcasının oğlu Mervan bin Muhammed ile hâkimiyet sağlandı. Mervan bin Muhammed Kafkasya’da pek çok yeri ele geçirdi.
Hişam, 730 yılında Endülüs valiliğine Abdurrahman el-Gafiki’yi getirdi. Gafiki, önce Berberi İsyanını bastırdı, sonra Fransa’ya karşı harekete geçti. Preneleri aşarak, kuzeye doğru hareket etti. Ancak Müslümanlarla Charles Martel’in emrindeki Frank kuvvetleri arasında yapılan Balatüşşüheda (Puvatya) Savaşı’nda Müslümanlar yenildi ve Abdurrahman el-Gafiki şehit oldu (732).18 Emeviler döneminde İslam ülkesinin sınırları Batı’da Atlas Okyanusu, Doğu’da Çin kıyıları ile ve Afganistan, Kuzey’de kısmen küçük Asya ve İspanya’ya kadar genişlemiştir.
Ömer b. Abdülaziz iş başına gelince, devletin toplumsal temellerini sağlamlaştırmaya ve tabanda meydana gelen bölünmüşlükleri gidermeye yönelik çalışmalar yaptı. Toplumda birçok huzursuzluğa sebebiyet veren Haricîler, Ömer b. Abdülaziz zamanında Irak, Arabistan ve Kuzey Afrika’daki faaliyetlerini durdurarak, kendisine halife olarak biat ettiler. Hz. Muaviye b. Ebi Süfyan döneminden itibaren başlayan, hutbelerde; Hz. Ali ve evladına hakaret, Ömer b. Abdülaziz tarafından kaldırılmış ve onun yerine, Nahl suresi 90. ayetinin okunması uygulanması getirilmiştir. Ömer b. Abdülaziz, bunların dışında zimmîlerin durumunda da iyileştirmeler yaptı.
Ömer b. Abdülaziz, iş başına gelir gelmez halk tarafından sevilmeyen, keyfi uygulamalar yapan ve halka zulmeden yöneticileri, görevden alarak yerlerine yenilerini tayin etti. Yeni atanan yöneticilerin âlim ve salih kişilerden olmasına dikkat edildi.
Bu dönemde, daha önce Emevi devlet başkanları tarafından el konulan, Hıristiyanlara ve Musevilere ait ibadethaneler kendilerine iade edildi.
Ömer b. Abdülaziz döneminde, fetihler bir noktada durduruldu, İstanbul’u muhasara eden Mesleme b. Abdülmelik’in ordusu geri çağırıldı. Bununla beraber sınırların korunması ve Bizans’a saldırı fırsatı verilmemesi için geleneksel yaz ve kış seferleri devam ettirildi. Pireneleri aşıp Güney Fransa içlerinde ilerleyen ordular, Touluse-Tulus şehrine kadar ulaştı. Özellikle İslam egemenliğini kabul eden gayr’imüslim kesimler arasında, İslam’ın barış ortamında ve tebliğ usulü ile yayılmasına gayret edildi.
Ömer b. Abdülaziz, Müslüman olmaları halinde, kendilerinden haraç alınmayacağını belirterek, Kuzey Afrika’da Berberiler ve Maveraünnehir bölgesindeki kavimler arasında, İslamiyet’in hızla yayılmasını temin etmiştir. Hindistan hükümdarlarındanbirkaçı, onun davetine uyup tebaasıyla birlikte Müslüman oldular. Ayrıca Müslümanolmalarına rağmen, kendilerine ikinci sınıf insan muamelesi yapılan, Yusuf b. Haccac’la birlikte kendilerinden haraç alınan ve devletten memnun olmayan unsurların durumu da iyileştirilmiş oldu. Bütün valilere hangi ırk ve milletten olursa olsun, Müslüman olanların eşit olduğunu ve kendilerinden haksız olarak vergi alınmamasını bildirdi. Ömer b. Abdülaziz’in ortaya koymuş olduğu bu icraatlar, çok geçmeden meyvelerini vermeye başladı. Genel olarak Müslümanlar arasında, bir barış havası hâkim oldu ve gayrımüslimler arasında da ihtida hareketleri çoğaldı.
Emeviler siyasi olaylarının yanında önemli fikrî ve askerî gelişmelerin de yaşandığı bir devlettir. Hilafetin saltanata dönüşmesine tepkiler, siyasi olduğu kadar fikrî ve askerî sahada da kendini göstermiştir. Hz. Ali ve onun evladının mücadelesini destekleyenler ile onlara taraftar olanlar hem fikrî hem de siyasi oluşumlar meydana getirmişlerdir. Siyasi alanda yapılan mücadeleler ile bir sonuca ulaşılamaması, daha sonra fikrî ve askerî planda mücadele sürecini başlatmıştır. İleride itikadî bir bünyeye bürünecek olan akımlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunların en başta gelen ve etkin olanı Şia denilen gruptur. Şia’nın esasta savunduğu fikir, hilafetin veya imametin Hz. Ali’nin hakkı olduğunu iddia etmeleridir. Şia bu konuda mücadelesini itikadî bir merkeze oturtarak İslam dünyasında geniş bir coğrafyada büyük kitlelere varan taraftarlar oluşturmuştur. Bugün Şii nüfusun en çok yaşadığı ülke İran’dır. Diğer taraftan Körfez ülkeleri, Pakistan, Hindistan, Irak ve Yemen gibi ülkelerde de azımsanamayacak kadar Şii inancına mensup insanlar yaşamaktadır.
Günümüzde Şia’yı temsil eden iki büyük grup vardır. Bunlar; Zeydiyye ve İsnâaşeriyye’dir. Bunlar, günümüze kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir. Ayrıca Şia içerisinde Gulat-ı Şia denilen başkaca oluşumlar da yer alır.
Emeviler döneminde söz edilmesi gereken inanç ve isyan hareketlerinden bir başkası da Haricilerdir. Haricilerin ortaya çıkışı Hz. Ali dönem’inde; Muaviye b. Ebi Süfyan ile yapılan Sıffin savaşına kadar dayanır. Amr b. el-As, askerlere mızrakların ucuna Kur’an sayfalarını taktırıp “Kitabullah’ın hükmünü istiyoruz.” diye bağırmalarını tavsiye etmişti. Amr’ın yaptığı bu hareket bir taktik idi. Hz. Ali bunun bir hile olduğunu anlamıştı. Ancak ordusunun ön saflarında çarpışan askerleri buna kanarak savaşmaktan vazgeçtiler. Bunların büyük bir bölümü daha sonra Harici ismini alacak olan askerler idi. Hz. Ali ile aralarında sonu savaşlara kadar varabilecek, büyük bir ihtilaf oluştu. Öyle ki bu ihtilaf, Hz. Ali’ye bir suikast düzenlenerek şehit edilmesine kadar vardırıldı.
Hariciler, Hz. Ali’ye karşı giriştikleri mücadelenin yanında, Emevilerle de mücadeleye girişmişlerdir. Emevilere karşı düşmanlıkları daha şiddetli ve derin olmuştur. Onlarla yaptıkları mücadelelerde zaman zaman üstünlük ve nüfuz sağlamışlardır. Irak Haricileri, Kirman ve İran’ı istila edip Basra’yı tehdit etmeye muvaffak olmuşlar, ancak karşılarına Mühelleb b. Ebî Sufra çıktığı için mücadele uzamıştır. Kendi aralarında ihtilaf ortaya çıkmasaydı başarılı da olabilirlerdi.
Hz. Muaviye b. Ebi Sufyan, mücadelesini Hariciler üzerinde yoğunlaştırmıştır.22 Hariciler, önceleri Hz. Ali’nin askerleri idi. Bu da Hz. Hz. Muaviye’yi onlarla mücadeleye sevk eden önemli bir etken olmuştur. Hariciler ise Hz. Hz. Muaviye’yi Şam’da krallar gibi yaşayan, saraylarda oturan, muhafız edinen gâsıp olarak görüyorlar ve onunla savaşmanın caiz olduğuna inanıyorlardı. Hz. Hz. Muaviye döneminde başlayan isyanların ardı arkası kesilmedi. Hatta isyanlar Kuzey Afrika’ya da sıçradı. Burada 720 yılında başlayan Harici isyanları yirmi yıl sonra yaygınlaştı ve bölgede tehlikeli bir hale geldi. Harici isyanları neredeyse Emevilerin yıkılışına kadar devam etti. Ancak Ömer b. Abdülaziz’e biat ederek kısa bir müddet isyan etmekten geri durmuşlardır.
Hariciler, zaman içinde çeşitli kollara ayrılmıştır. Bunlar Ezârika, Necedât, İbadiyye, Acâride, Sufriyye ve Şebibiyye olarak bilinir.
Haricilerin kayda değer fikrî bir altyapısı yoktur. Onları kolayca savaşmaya ve kan dökmeye iten neden içinden çıktıkları sosyal yapıdır.
Arap olmayan Müslümanlar için kullanılan bu terim, ilk İslam fetihlerinin ardından ortaya çıkmıştır. Doğuda İranlılar ve Türkler, Kuzey Afrika’da Berberîler, Mısır’da ise Kıptîlerden Müslüman olanları ifade eder. Mevali, İslamiyet’i kabul etmekle hukuken Müslüman Araplarla eşit hale gelmiştir. Hz. Peygamber, Müslümanlardan Arap olanlarla köle iken azat edilmişler arasında bir ayırım gözetmemiş, bu uygulama dört halife döneminde de devam etmiştir. Hz. Ömer, maaş sistemini kurarken mevaliyi kendilerini azat eden eski efendileriyle aynı seviyede tutmuş, Hz. Ali de maaş ve ganimet dağıtımında, Araplar’a ve mevaliye eşit pay ayırmıştır.
Ancak zamanla Araplar, kendilerini diğer Müslüman milletlerden üstün görmeye başladılar. Bu düşüncenin sahipleri, azatlı mevaliyi kölelikten gelmeleri sebebiyle kendilerine denk tutmadıkları gibi, aslen hür olan Arap olmayan Müslümanları da azatlı mevali statüsünde kabul ediyorlardı. Ülkelerini fethettikleri halde onları köleleştirmeyip serbest bırakmak ve hidayetlerine vesile olmakla, büyük lütufta bulunduklarını düşünüyorlar; kendilerini efendi, onları köle gibi görüyorlardı. Arapların bu yaklaşımı, bir süre sonra
özellikle devletlerini yıktıkları İran asıllı mevalinin asabiyet duygularını harekete geçirdi. Emeviler dönemine girildiğinde, İslamiyet’in ilkelerini yeterince algılayamamış olan ve Arap ırkçılığının tesirinde kalan bazı çevrelerde, mevaliyi hakir gören bu bakış kökleşmiş bulunuyordu.
İktidarda bulunan Emevi yöneticilerinin çoğu, Müslümanların eşitliği ilkesini bir yana bırakarak mevali ile Araplar arasında ayırım yapmıştır. Mevaliye bazı vergiler yüklemiş ve fetihlere katıldıkları halde, onları askerî maaş divanına kaydetmemiştir. Haccâc, İslam’a girenlerden kaldırılması gereken cizye vergisini, mevaliden almaya devam etmiş ancak bu uygulama Ömer b. Abdülazîz tarafından kaldırılmıştır.
Emeviler, mevaliye ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmıştır. Bu durum, Araplarla mevali arasındaki kırılmayı derinleştirmiştir. Kendilerine yapılan muamelelerden sonra, Emeviler’i İslam hâkimiyetinin değil, Arap sultasının temsilcisi olarak görmeye başladılar. Hz. Muaviye’nin halifeliği saltanata çevirmesi, Yezid’in Kerbelâ katliamı, bazı halifelerin İslam ve ahlâk dışı davranışları, mevalinin Emeviler’e karşı tavrını sertleştirmesine sebep oldu.
Mevalinin, Emevi yönetimine muhalif tutumu; Abbasi ihtilal hareketine yaptığı büyük yardımla Emeviler’in yıkılışında önemli rol oynamıştır.
Emeviler devrinde siyasi, idari ve askerî görevlerin büyük bir bölümü Araplara verildi. Ancak bununla birlikte, bazı mevaliye valilik yanında hâciblik, muhafızlık, beytülmal eminliği gibi devlet işlerinde önemli görevler de verilmiştir. Mevali ilmî sahada kendini göstermiştir. Bundan dolayı imamlık ve kadılık gibi görevlere de getirildikleri görülmüştür.
Mâverâünnehir bölgesinde çok sayıda İran asıllı, Kuzey Afrika ve İspanya fetihlerinde ise Berberî asıllı mevali orduya katılmıştır. Endülüs Fâtihi Târık b. Ziyâd’ın ordusunun çoğunluğunu Berberî mevali oluşturmuştur. Emeviler zamanında, başta Mûsâ b. Nusayr ve Târık b. Ziyâd olmak üzere azatlılar arasından meşhur kumandanlar çıkmıştır. Mevalinin, Mısır ve Kuzey Afrika’da askerlik divanına kaydedildiği, Irak ve Horasan’da ise kayıtlı olmadığı belirtilmektedir.
Mevali, Abbâsîler devrinde Araplar’la eşit haklar elde etmişlerdir. İhtilalın gerçekleşmesinde rol oynayan Horasanlı Ebu Müslim,vezirlik gibi yüksek idari bir göreve getirilmişdir.
Emevi yönetiminin önemli iç sorunlarından biri de kabilecilik anlayışının iktidara yansımasıdır. Araplarda kabilecilik anlayışı uzun bir geçmişe sahipti. Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanında ortadan kaldırılan bu anlayış, Emeviler zamanında tekrar kendini gösterdi. Emevi halifelerinin Süfyani kolu, iktidarlarını büyük oranda Yemen asıllı Kelp kabilesine dayandırmışlardı. Mervan bin Hakem Dönemi’nde Kelp ile kuzey Araplarına mensup Kays kabilesi arasında ciddi çatışmalar başladı. İktidar değişikliklerinde bir kabile ön plana çıkarılırken diğeri göz ardı ediliyordu. Bu da iki kabile arasında devamlı çatışmalara neden olmuştur. Halifelerin bir kabileyi destekleyerek muhalifini mağdur etmesi, birlik içinde bir devlet olmaktan çok, belli bir zümrenin başkanı görüntüsünü vermiştir. Ömer bin Abdülaziz, kabilecilik anlayışını yıkarak bütün Müslümanları kuşatan “tek toplum” (ümmet) anlayışını hâkim kılmaya çalışmıştı. Fakat bu anlayış diğer halifeler tarafından kabul görmedi. İki kabile arasındaki çatışmalar zaman içinde Endülüs’e de sıçradı ve Müslümanların Fransa içlerinde ilerlemelerinin durmasında ve hilafetin güç kaybetmesinde en önemli etkenlerden biri oldu.
Emeviler Dönemi’nde diğer bir iç sorun, Hz. Ali çocukları ve taraftarlarının Emevilerin halifeliğini kabul etmeyerek zaman zaman isyan etmeleridir. Hz. Muaviye’nin vefatı ile birlikte Hz. Hüseyin, Yezid’e biat etmeyerek halifeliğin Yezid’in hakkı olmadığını savundu ve bu yolda şehit oldu. Hz. Ali’nin çocuklarının halifeliğe layık olduğunu öne süren Muhtar bin Ebu Ubeyd es-Sakafi, Yezid’e itaat etmeyerek Emevilere isyan etti. Bir ara büyük güç kazanan Muhtar; Kûfe, Azerbaycan, İsfahan ve Musul gibi bölgeleri ele geçirdi. Fakat diğer rakibi olan Abdullah bin Zübeyr’in askerleri tarafından öldürüldü.
Hz. Hüseyin’in torunu Zeyd bin Ali, Hişam Dönemi’nde isyan etti ve öldürüldü (740). Onun oğlu Yahya bin Zeyd de ayaklandı, fakat babasıyla aynı kaderi paylaştı (743). Daha sonra isyan eden Cafer bin Ebi Talip’in torunlarından Abdullah bin Hz. Muaviye de öldürüldü (746).
Hariciler denen diğer bir siyasi grup da Emevilere karşı ayaklandı. Hariciler, Hz. Ali Dönemi’nde Ali ve Hz. Muaviye’ye cephe alarak Hz. Ali’yi şehit ettiler. Onlar siyasi olarak her iki grubu da reddediyordu. Genellikle bedevi kökenli olan bu grup, halifeliğin Kureyş’e ait olduğu anlayışını kabul etmedi. Onlara göre Emevi halifeleri seçimle başa gelmediği için iktidarları meşru değildir. Emevi halifeleri tarafından sert tedbirlerle önleri kesilmeye çalışılan Hariciler güç buldukça ayaklanmaya devam ettiler.
Hariciler sorunu, Ömer bin Abdülaziz Dönemi’nde barışçı bir yolla çözüldü. O, her gruba karşı anlayış ve hoşgörü ile yaklaştı. Ömer bin Abdülaziz, Harici fikrini savunan insanları da dinledi ve kendilerine değer verdi. Bu nedenle Hariciler ona biat ettiler. Emevilerin son dönemlerine kadar çok etkili olmadan süren Harici tehlikesi, Kuzey Afrika’ya sıçrayarak burada 740 yılından sonra çok tehlikeli bir hâl aldı.
Emevileri meşgul eden isyancılardan biri de Abdurrahman bin Muhammed el-Eşas’tır. Abdurrahman pek çok yerde başarılı savaşlar yaptığı için Sicistan valiliğine atandı. Haccac’ın sert yaklaşımlarından rahatsızlık duyan Abdurrahman el-Eşas, önce Haccac’a karşı ayaklandı. Bir süre sonra Emevi yönetimine karşı ayaklanarak halifeliğini ilan etti. Askerleri kendisine biat etti. Ayrıca Haccac’ın zulmünden bunalan mevaliden de büyük destek aldı. 701 yılında Haccac bu isyan hareketine karşı galip geldi ve Eşas bir daha kendini toparlayamadı. Bu eski Emevi komutanları dışında Yezid bin Mühellep ve başkaları da isyan etmiş, fakat Emeviler tarafından bu hareketler etkisiz hâle getirilmiştir.
Emeviler Dönemi’nde diğer bir iç sorun da hilafetle ilgilidir. Hz. Muaviye’den itibaren istişareye dayanmadan iktidara gelmek kurumsallaşmıştı. Fakat bir halife öldükten sonra onun yerine kimin geçeceği problem olmuştur.
İktidarı elinde bulunduran halifelere karşı da isyan hareketleri olmuştur. II. Velid, amcasının oğlu III. Yezid bin Velid’in liderliğindeki bir isyan sonucu öldürüldü. III. Yezid’in yerine geçen İbrahim bin Velid, Azerbaycan Valisi Mervan bin Muhammed tarafından tahtından indirildi.
Emevilerin iktidar oldukları dönemde Sasani İmparatorluğu yıkılmış, bu devletin toprakları Müslümanların egemenliğine girmişti. Buna bağlı olarak Dört Halife Dönemi’nde başlayan Türk dünyası ve Berberîler ile ilişkiler, Emeviler Dönemi’nde yeni bir safhaya ulaşmış ve bu iki sosyal grubun çoğu Müslüman olmuştur. Fakat Emevilerin mevaliye karşı sergilediği yanlış tutum ve davranışlar sebebiyle bu gruplarla sıcak ilişkiler kurulamamıştır. Bu dönemde İslamiyet, Maveraünnehir, Sint ve İspanya’ya kadar uzanmış, ülkenin sınırları Fransa içlerine, Kafkaslara ve Hindistan’a kadar genişlemiştir. Bu genişlemede fetih hareketlerinin yanı sıra Ömer bin Abdülaziz’in mevali-Arap ayrımı yapmaması, İslam’ın tebliği için büyük gayret sarf etmesi, İslam’ın, Kuzey Afrika’da Berberîler, Orta Asya’da da Türkler arasında hızla yayılmasına neden olmuştur. Türkler ve Berberîler daha sonra İslam’ın yayılması ve İslam medeniyetinin teşekkülüne önemli katkılar sağlamışlardır.
Anadolu’ya Hz. Muaviye zamanında, 663 yılından itibaren her yıl seferler düzenlendi. 668 yılından itibaren Bizans’ın başkenti İstanbul, üç defa kuşatıldı. Fakat bir sonuç elde edilemedi. Abdulmelik bin Mervan 685 yılında iç karışıklıklarla uğraşmak zorunda kaldı. Bu durumdan yararlanmak isteyen Bizanslılar, Emevi topraklarına karşı saldırıya geçtiler. Bu hareketi durdurmak için Mervan, Bizanslılara bir müddet vergi vermek zorunda kaldı. Abdülmelik bu vergiyi kendi bastırdığı paralarla ödemek isteyince barış sona erdi ve yeniden Bizanslılar ile çatışmalar başladı (695). Müslümanlar bu dönemden itibaren Bizanslılar karşısında fetihlere devam ettiler. 703 yılında Müslümanlar Doğu Anadolu Bölgesi’ne girdiler.
Bizans, 711- 717 yıllarında iç kargaşa ve ihtilallerle sarsılıyordu. Bu durumdan faydalanmayı bilen Müslümanlar, Kuzey Afrika’da Bizans egemenliğine son verdikleri gibi İspanya’yı fethetmeyi de başardılar. 715 yılında İstanbul tekrar kuşatıldı. Kuşatma esnasında Süleyman’ın ölümüyle tahta geçen Ömer bin Abdülaziz’in çağrısıyla ordu geri döndü. Müslümanlar tarafından beşinci Raşid halife kabul edilen Ömer bin Abdülaziz Dönemi’nde Bizans’a karşı bir harekât yapılmamıştır. Daha sonraki dönemlerde Bizans’a karşı seferler azalarak devam etti. Her yıl Anadolu’ya yapılan seferler, 740’ta Afyonkarahisar’da Müslümanların yenilmesiyle nihayet bulmuştur.
Emevi Devleti, Abbasilerin 718’de başlayıp otuz yıl süren kararlı muhalefeti sonucunda 750 yılında yıkıldı. Bu devletin yıkılmasını bazı gelişmeler hızlandırmıştır. Yezid’den itibaren bazı halifelerin zevk ve eğlenceye dayalı bir hayat yaşamaları halkın bundan rahatsızlık duymasına sebep oldu. İktidara muhalif olan gruplar bu ortamı çok iyi kullanarak halkı Emevilere karşı kışkırttılar. Özellikle Abbasiler, yıkılış sürecinde Emevilerin bu zayıf yönünü çok iyi kullandılar. Dolayısıyla halkın Emevilere olan bağlılıkları zaman içinde zayıfladı.
Mevaliye ikinci sınıf insan muamelesi yapılarak onlardan haraç alınması büyük rahatsızlık yaratmıştır. Bu nedenle Emevilerin zayıf dönemlerinde bu insanlar isyan hareketlerine destek verdiler. 747’de Ebu Müslim, Horasan’daki mevali ve diğer insanları arkasına alarak isyan etti. Kısa zamanda Horasan’ın hâkimiyetinini ele geçirerek Abbasilerin Kûfe’ye girmeleri için zemin hazırladılar.
Genellikle Emevilerin ilme uzak durmaları da aleyhlerine sonuçlar doğurmuştur. İktidar tarafından dışlanan mevali, kendini ilimle ifade etme yolunu tuttu. Bunlardan bazıları muhalif hareketlerin beyin gücünü oluşturdular ve isyan hareketlerine katıldılar.
Hilafet makamını elde etmek için yapılan savaşlar da Emevilerin güç kaybetmelerine sebep oldu. Son Emevi halifesi Mervan bin Muhammed, aynı zamanda pek çok yerde meydana gelen isyan hareketlerini bastırmaya çalışırken Abbasiler tarafından başlatılan harekete karşı koyamadı. Abbasiler, isyan hareketinin başına Ebu Müslim’i geçirdiler. 747’de harekete geçen Ebu Müslim, Emevi ordusunu yenerek Irak’ı aldı ve 749’da Kûfe’yi ele geçirdi. Bu olaydan sonra Abbasilerden Ebu’l-Abbas halife ilan edildi. Abbas ailesi ve taraftarları ülkenin tamamında yönetimi ele geçirdiler. Emevi Halifesi Mervan bin Muhammed, Abbasi ordusuyla Zap Suyu kenarında yaptığı savaşı kaybederek Suriye üzerinden Mısır’a kaçtı. Fakat Abbasiler peşini bırakmayarak onu öldürdüler (750). Böylece doğudaki Emevi Hanedanlığı sona erdi.
Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanında başlayan ilmî gelişme Emeviler Dönemi’nde de devam etmiştir. Emeviler eğitime büyük önem vermişlerdir. Eğitimin yapıldığı yerler; camiler, ilim adamlarının evleri, kitapçılar ve küttaplardı (ilköğretim). Küttap geleneği zamanla yaygınlaştırılarak köylere kadar her yerde açılmıştır.
Emeviler zamanında dil ve edebiyat alanlarında ilerlemeler olmuştur. Kur’an ilk yazıldığında harfler nokta ve harekeden mahrumdu. Kur’an’ın doğru anlaşılması için o dönemde nokta ve hareke yöntemi Arapçaya kazandırılmıştır.
O dönemin en büyük fikrî gelişimi şiir alanında olmuştur. Bu devrin şiiri siyaset, aşk gibi konular üzerine inşa edilmiştir. Pek çok halife, şiiri desteklemiştir. Halil bin Ahmet, Arapça şiirinin vezin ve tekniğini ilk bulan kişidir. Onun bulup geliştirdiği bu formlar günümüzde bile geçerlidir. Onun öğrencisi İranlı Sibeveyh (öl.796) Arap dilinin grameri üzerine ilk sistematik eser yazan kişidir. Halife Abdülmelik zamanında Arapça resmî dil kabul edildi. Tüm bu çalışmalar Arapçanın bilim dili olmasını sağlamıştır. Şüphesiz Abbasi Dönemi’ndeki parlak ilmî gelişmelerde Emevilerin dil çalışmalarının büyük katkısı vardır.
Emeviler Dönemi’nde diğer ilimlerle uğraşanlar olsa da yoğunluk dinî ilimler alanındadır. Bunun nedeni ise ashabın vefatı ile birlikte Kur’an ve Hz. Peygamber’in sünnetini anlamaya duyulan ihtiyaçtır. Hz. Peygamber’in hadislerinin toplanması için Ömer bin Abdülaziz büyük gayret göstermiştir. Onun halifeliği zamanında hadisler derlenmeye başlanmıştır. Hadisleri ilk toplayan kişi Zühri’dir. Bu konuda Zühri’ye halife Abdülmelik büyük destek vermiştir.
Emeviler Dönemi, genç sahabelerle tabiinin yaşadığı dönemdir. Bu dönemde iki farklı ekol ortaya çıkmıştır. Bunlar Said bin Müseyyep’in imamı olduğu Hicaz ve İbrahim en Nehai’nin öncülüğünü yaptığı Irak ekolleridir. Hicaz ekolü, hakkında hüküm bulunmayan konularda kendi reyi ile hareket etmezken Irak ekolü bu konuda kişisel reyde bulunmayı benimser. Tefsir, tarih, meğazi gibi sahalarda da ilk çalışmalar bu dönemde başlamıştır.
İslam sanatı, en yüksek ifadesini dinî mimaride göstermiştir. Her ne kadar bu eserlerde önceki medeniyetlerin etkileri olsa bile Müslüman mimar ve yapı ustaları bu eserlere kendi inançlarını, ruhlarını katarak özgün yapıtlar ortaya koymuşlardır. Emeviler bu alanda öncü konumundadırlar. Camiye minare ve mihrap ekleme geleneği Emevilerle başlamıştır. Şam Emeviye Camii ve Kubbetü’s-Sahra günümüze ulaşabilen en eski İslami eserlerdendir.
Şüphesiz Emeviler Dönemi’nde tıp, kimya, felsefe gibi alanlarda da çalışmalar yapılmıştır. Bilimsel eserlerin Arapçaya tercüme edilmesi, Emeviler Dönemi’nde başlamış ve Abbasiler Dönemi’nde zirveye ulaşmıştır. Hz. Muaviye’nin torunu olan Halit bin Yezid (öl. 706) İskenderiye’den bazı bilginleri Şam’a getirerek burada önemli bir kütüphane kurmuştur. Araplardan ilk kimyacı Halit bin Yezid’tir. Halit bin Yezid Arapların ilk kimyacısı olarak da bilinir. O, ayrıca kimya, tıp ve astroloji ile ilgili bazı kitapları Arapçaya çeviren ilk kişidir.